Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk’un 2014-2015 eğitim-öğretim yılının başlaması dolayısıyla yaptığı basın açıklamasıdır.
OKUL MÜDÜRLERİNE YAPILAN KIYIM DARBE DÖNEMLERİNİ HATIRLATMAKTADIR. 28 ŞUBAT’TA DAHİ BÖYLESİ BİR SOYKIRIM YAPILMAMIŞTI!
2014-2015 Eğitim-Öğretim Yılı 15 Eylül tarihinde başlayacak. Ancak ziller yine dertli çalacak. Bu eğitim-öğretim yılındaki en büyük sıkıntı MEB Yasası ve ardından çıkarılan Yönetici Atama Yönetmeliği ile birlikte MEB’de hız kazanan kadrolaşma furyası oldu. Paralel yapılanmayı ortadan kaldıracağız diyerek yola çıkanlar MEB’de taş üstünde taş bırakmadı. Çıkarılan yasayla 4 yılını dolduran okul müdürleri, müdür başyardımcıları, müdür yardımcıları, il milli eğitim müdürleri, ilçe milli eğitim müdürleri, il milli eğitim müdür yardımcıları ve MEB’de üst düzey yöneticiler olmak üzere tam tamına 76 bin yöneticinin görevlerine son verilecek bir süreç başlatıldı. Sözde paralel yapıdan şikâyet edenler, MEB’de kendi adaletsiz ve ahlak dışı paralel yapısını oluşturdu.
Milli Eğitim Bakanlığı’nda 4 yılını tamamlayan 8 bin civarında okul müdürünün görevi hiçbir kriter olmaksızın, keyfi bir şekilde uzatılmadı. MEB’de kıyım öyle bir noktaya geldi ki; siyasi, ideolojik anlayışı iktidarla farklı olan, sendikal tercihini yandaş sendikadan yana kullanmayan, bilgisi, becerisi, başarısı, tecrübesiyle o koltukları hak eden okul müdürleri birer birer tasfiye edilmiştir. Bunun adı MEB’de yönetici soykırımıdır.
Değerlendirmelerde AKP il ve ilçe teşkilatları ile bir sözde sendikanın ortaklaşa hazırladığı listelerin elde ele dolaştığı dile getirilmektedir. Ne yazık ki puanlara ve değerlendirme sonuçlarına baktığımızda da bunu net olarak görebiliyoruz. Okul müdürlerinin başarıları, ödülleri, okulundaki öğrencilerin üniversiteye yerleşme oranları, mesai arkadaşları ile ilişkileri, akademik kariyeri, uluslararası düzeyde yayınlanan makalelerine göre puanlar verilmedi. MEB yetkililerinin verdiği puanlarda kriterler şunlardı: Yandaşlık, torpil, ahbap-çavuş ilişkisi. Sonuçta da müdür olarak görev süresi uzatılanların yüzde 81’inin malum sendikaya üye olduğu tespit edildi.
Öğretmenler, okul aile birliği başkan ve başkan yardımcısı, öğrencilerden yani okul müdürünü yakından tanıyan, çalışmalarını bilen insanlardan tam puan alan okul müdürleri; her ne hikmetse MEB yetkililerinin değerlendirmesinden sınıfta kaldı. Başarısız bulunan ve mesai arkadaşları tarafından çok düşük puan verilen okul müdürlerinin bazıları da, MEB yetkililerinin değerlendirmesinden tam puan aldı.
Okul müdürlerini görevinde vekâleten bulunan ilçe milli eğitim müdürleri, sadece 2-3 aydır görevde olan geçici il-ilçe milli eğitim şube müdürlerinin değerlendirmesi ne kadar adaletlidir? Bu insanların okul müdürlerinin çalışmaları, başarıları, bilgi ve tecrübeleri hakkında bilgi sahibi olmaları mümkün müdür? Bu kişiler okul müdürlerini bir kere bile görmediği gibi, okullarının önünden dahi geçmemiştir. İddia ediyoruz; ihtilal dönemlerinde, 28 Şubat’ta dahi böylesine bir tasfiye yapılmamıştı.
Puanlamalardaki ciddiyetsizlikleri de zaman zaman kamuoyuyla paylaşmıştık. Emekli olanlara, kurum değiştirenlere, vefat edenlere, şu anda müdür olmayanlara 75 ve üzerinde puan verildi, komisyon üyesi geçici ilçe milli eğitim müdürleri kendilerine puan verdi. Üstelik geçici ilçe milli eğitim müdürleri kendilerine 95-100 puan vermişler!
Yandaş-Sen’de bu süreci kendi lehine öyle bir kullandı ki, öyle ahlaksızlıklar yaptı ki; “Bana üye ol seni müdür yapacağım”, “Bana üye olmazsan müdür olamazsın, görev süren uzatılmaz” diyerek, şantajla çalışanları baskı altına aldı. Hormonlu büyüyen, iktidara sadakatle bağlı olan, çalışanları haklarını savunma söz konusu olduğunda süt dökmüş kediye dönen, maneviyat ve değer kavramlarını dilinden düşürmeyen ama uygulamaları ile değerleri ayaklar altına alanlar bir kez daha vicdanlarda mahkûm olmuştur.
Bugün görev süresi uzatılan müdürler ile ilgili tartışmalar kamuoyunda yankılanıyor. Yarın ne olacak biliyor musunuz? Göreve ilk kez atanacak müdürlere getirilen sözlü sınav ve müdür başyardımcısı ile müdür yardımcılarının müdür tarafından belirlenecek olması kamuoyunda çok tartışılacak. Zira MEB Yasası ve bu yasanın ardından çıkarılan Yönetici Atama Yönetmeliğine göre ilk kez göreve atanacak müdürler sözlü sınava tabi olacak. Objektif olmayan bu sözlü sınavlar milli eğitim tarihine “yandaş sınavlar” olarak geçecek. Sözlü sınav komisyonunda yer alan isimler kimlerden oluşacağı, komisyonun nasıl puan vereceği büyük ihtilaflara neden olacak. Sözlü sınav, kişiye özel değerlendirme demektir. Sözlü sınavda ölçülebilir kriterler söz konusu değildir. Bu durumda sözlü sınavlara şüpheyle bakılmayacak mı? Sözlü sınav komisyonunda sendika temsilcileri bulunmadığı müddetçe şaibeler de eksik olmayacak ve bu sınavın sonuçları her zaman tartışılacaktır.
Müdür başyardımcıları ile müdür yardımcılarının okul müdürü tarafından belirlenmesi de okul müdürlerinin ayrımcılık yapacağı anlamına gelecektir. Büyük çoğunlukla okul müdürleri beraber çalışacağı kişileri bilgisine, tecrübesine, başarısına göre değil, sendikasına, aynı siyasi görüşü paylaşıp paylaşmadığına göre seçecektir. Hatta birçok okul müdürü, müdür yardımcılarını teklif ederken inisiyatif kullanamayacak, ellerine tutuşturulan listeleri ulaştıran postacı konumundan ileri gidemeyecektir.
ANAYASA MAHKEMESİ DAVANIN ESASTAN GÖRÜŞÜLMESİNİ İVEDİLİKLE SONUÇLANDIRMALI VE BU ADALETSİZLİĞE, TORPİLE, ADAM KAYIRMAYA SON VERMELİDİR.
Kadrolaşma üzerine bina edilen bu yasa ve yönetmeliği sendika olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı döneminde çıkarılan bu yasa ve yönetmeliğe dayalı işlemler 2009 yılındaki Hüseyin Çelik’in 76. Madde atamalarını bile gölgede bırakmıştır. Hatırlarsanız Çelik döneminde 1000 kişiye yakın okul müdürü hiçbir kritere bakılmaksızın bakan oluruyla müdür olarak atanmıştı. Sendikamız bu konuyu da yargıya taşımış, okul müdürlerinin atamaları birer birer yargıdan dönmüştü.
Bugün de Milli Eğitim Bakanlığı “hiç kimsenin hakkı yenmeyecek”, “hak edenler müdür olacak”, “kriterler getiriyoruz” şeklinde açıklamalar yaparak başta eğitimciler olmak üzere Anayasa Mahkemesi’ni ve tüm kamuoyunu kandırmış; Çelik dönemini bile aratan bir uygulamaya imza atmıştır.
Konu Anayasa Mahkemesi’ne intikal ettiğinde yüce Mahkeme yasanın okul yöneticileri ile ilgili maddesi hakkında yürütmeyi durdurma talebini reddetmiştir. Ancak aradan geçen sürede görülmüştür ki; MEB’in kriter dediği şey sadece yandaşlara özel muameleymiş. Hal böyle olunca yargı adamlarına büyük görev düşmektedir. Hiçbir şey için geç değildir. Anayasa Mahkemesi davanın esastan görüşülmesini ivedilikle sonuçlandırmalı ve bu adaletsizliğe, torpile, adam kayırmaya son vermelidir. Bu kadar yandaşlık, ayırımcılık, kadrolaşma kokan uygulamalara fırsat vermemek için Anayasa Mahkemesi Türkiye’nin hukuk devleti olduğunu herkese gösterecek bir karar vermelidir. Bizlerin sığınacağı liman yargıdır. Yargı adamları sorumluluklarını yerine getirmelidir ki, ülkemiz yalanın, hüllenin, gayri ciddiliğin, tarafgirliğin, “ben istediğimi yaparım” edasıyla dolaşan külhanbeylerinin cenneti haline gelmesin.
MEB SÖZLÜ SINAVA DAYALI ŞUBE MÜDÜRLÜĞÜ ATAMALARI İPTAL ETMELİDİR.
MEB’de kadrolaşma şube müdürlüklerinde de yapılmaktadır. Bilindiği gibi şube müdürlüğü atamalarında sadece yazılı sınavdaki başarı puanının değerlendirme dışı bırakılarak, başarı sıralamasının tek başına sözlü sınav sonuçlarına göre oluşturulması hukuka aykırı bulunmuş ve söz konusu yönetmeliğin yürütmesi durdurulmuştu.
MEB’in sözlü sınava dayalı şube müdürlüğü atamalarını iptal etmesini beklerken, MEB Müsteşarı Sayın Yusuf Tekin “Mahkemelerde olabilecek gelişmeler karşısında uygulayacağımız bir B Planımız hazırda bulunmaktadır” şeklinde açıklama yapmıştır. Yusuf Tekin’e B planının ne olduğunu sorduğumuzda ise B planının mahkeme kararını uygulamak olduğunu söylemiştir; ancak Tekin’in sözlerinden bu anlam çıkmamaktadır. Türk Eğitim-Sen olarak hukuku çiğneyen Yusuf Tekin hakkında suç duyurusunda bulunduk. Mülakatla iktidara yakın kişilerin şube müdürü yapılmasına, emek, alın teri, liyakat, kul hakkının hiçe sayılmasına hiçbir şekilde tahammülümüz yoktur. Kendisini yüce mahkemelerin üzerinde görenler yargı kararlarını etkisiz kılmaya çalışsalar da, A, B, C planları olduğunu deklare etseler de adaletin terazisinden kaçamayacaklardır. Bu minvalde herkes bilmelidir ki; sendikamız şube müdürü atamalarının iptali içinde dava açacaktır. Merak ediyoruz; açacağımız davada yargı iptal kararı verirse, hangi plan uygulanacaktır?
SENDİKA OLARAK ROTASYONA KARŞIYIZ.
Rotasyon konusu MEB’in gündeminde bir süredir vardı. Hatta rotasyon, 2011 yılında Antalya’da yapılan Ulusal Öğretmen Stratejisi Çalıştayı’nda da gündeme gelmişti. O çalıştayda AKP Düzce Milletvekili Osman Çakır teklif etmiş; tüm karşı çıkışlarımıza, mücadelemize ve diğer sendikaların bize destek vermesine rağmen “Bulunduğu okulda kesintisiz 15 yıl görev yapmış öğretmenler o il veya ilçe içinde zorunlu yer değiştirmeye tabi tutulacak” şeklinde karar alınmıştı. Aradan geçen 3 yılın ardından rotasyon Torba Yasaya alındı ve TBMM Genel kurulunda kabul edildi. Öğretmenlere bu yıl, en geç önümüzdeki yıl rotasyon görünmektedir. Ancak bu rotasyonun il içi mi il dışı mı, süresinin ne olacağı yönetmelik ile düzenlenecektir. Şu anda kamuoyuna yansıyan bilgilere göre öğretmenlere rotasyon 2015 yılının Şubat ayına ertelendi.
Öğretmenlerimiz şu anda tedirgin bir bekleyiş içindedir. Türk Eğitim-Sen öğretmenleri göçe zorlayacak bir sistemi asla kabul etmemektedir. Hatırlarsanız okul müdürlerine yapılan rotasyona da şiddetle karşı çıkmıştık. Bugün gelinen noktada okul müdürlerine yapılan rotasyonun bir fayda sağlamadığı görülmüştür. Nitekim öğretmenlere yapılan rotasyonda fayda sağlamayacağı gibi daha büyük sıkıntılara neden olacaktır.
Rotasyona il içi de olsa, iller arası da olsa tamamen karşıyız. Rotasyon zorunlu bir öğretmen göçüdür, yüz binlerce öğretmenin yer değiştirmesi anlamına gelecektir. Düşünün ki 3 yıl, 5 yıl ya da 8 yıl bir okulda görev yapan bir öğretmen isteği dışında adeta başka bir okula sürgün edilecektir. Oysa o öğretmen okulun beynidir. Okulun işleyişini, yapısını çok iyi bilir, gerektiğinde sorunları idareye yansıtmadan çözebilir. Öğretmen kendisini o okula ait hisseder. Şimdi tüm öğretmenleri belli bir süre sonunda oradan oraya gönderdiğinizi düşünün, öğretmenin aidiyet duygusu olmayacaktır, öğretmenlerde kurum kültürü oluşmayacaktır. Ayrıca birinci kademe öğretmenlerinin durumu da rotasyonla yeni sıkıntılar çıkaracaktır. İlkokuldaki öğrencilerin sık sık öğretmen değiştiriyor olması pedagojik açıdan önemli tahribatlara neden olacaktır. Öğretmenin verimliliğini de rotasyonla sağlayamazsınız, aksine rotasyonla öğretmenlerin verimliliği düşecek, öğretmen işinden çok rotasyona, hangi okula gideceğine, o okulda tekrar nasıl bir düzen kuracağına yoğunlaşacaktır. Hele ki iller arası rotasyon tam bir facia olacaktır. Öğretmenlerin kurulu düzenleri olmayacak, öğretmenlerin eşleri, çocukları oradan oraya savrulacak, aile bütünlükleri bozulacaktır.
Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde, ücra yerlerde çakılı kalan öğretmenlerimizin taleplerini yerine getirmenin yolu bellidir. Sendikamızın yıllardır dile getirdiği öneri dikkate alınmalıdır. Bu öneri şudur: Zorunlu hizmetini tamamlayan öğretmenlerin herhangi bir şarta bağlı kalmaksızın tayin talepleri gerçekleştirilmelidir. Bu atla deve değildir. MEB bunu gerçekleştirebilecek güçtedir.
ÖĞRETMEN ATAMALARI
Bilindiği gibi 40 bin öğretmen atamasının Ağustos ayında yapılması gerekiyordu. Ancak ilk atamanın Torba Yasa içine alınması ardından TBMM’nin tatile girmesi atama bekleyen öğretmenleri olumsuz yönde etkiledi. TBMM Genel Kurulu 8-9 Eylül tarihlerinde toplanarak Torba yasayı kabul etti, böylece öğretmenlerin bekleyişleri sona erdi. Ancak öğretmen atamaları ve öğretmenlerin görevlerine başlaması okulların açılmasına yetişmedi. Öğretmen atamalarının Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın da söz verdiği gibi 20 Eylül tarihine yetişmesini istiyoruz.
Ayrıca öğretmen atama sayısının artırılmasını da istemiştik. Ancak bu talebimiz şu ana kadar yerine getirilmedi. Oysa bugün sayıları 350 bini bulan öğretmen atanmak için yıllardır beklemektedir. Öğretmen açığı da Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı’nın açıklamalarına göre 126 bindir. Daha da ilginç olanı bu kadar çok öğretmen açığı varken öğretmenlerin 60 bine yakının ücretli olarak görev yapmasıdır. Sendikamızın araştırmasına göre geçtiğimiz eğitim-öğretim yılında 68 ilde 55 bin 987 ücretli öğretmen görev yapıyordu. Ücretli öğretmenlerin bir bölümü açık öğretim mezunu ve açık öğretim fakültesi mezunlarıdır. Devlet ne yazık ki ücretli öğretmen istihdamını asal istihdam haline dönüştürmüştür. Biz Şubat’ta 10 bin, Eylül’de 40 bin olmak üzere 2014 yılı için yapılan 50 bin atamayı yeterli bulmadığımızı her defasında dile getirdik. Hatta TBMM Genel Kurulu’nda Torba Kanun Tasarısı’nın görüşmeleri sırasında öğretmen atama sayısının 100 bine çıkarılması konusunda kanun teklifi hazırlayarak, TBMM’ye sunmaları için tüm milletvekillerine gönderdik. Hiçbir şey için geç olmadığını düşünüyoruz. Bu devlet 100 bin atama yapacak güçtedir. Bu nedenle başta Başbakan Ahmet Davutoğlu olmak üzere tüm Bakanlarımız bu konuya sağduyuyla yaklaşmalı ve Türkiye’nin öğretmen ihtiyacını göz önünde bulundurarak, ek bir atama yapılmasını sağlamalıdır. Şubat 2015 tarihi itibariyle bir ek öğretmen ataması yapılmalıdır.
TEOG YERLEŞTİRMELERİ VELİLER VE ÖĞRENCİLER İÇİN KÂBUSA DÖNÜŞTÜ.
TEOG yerleştirmeleri aileleri ve öğrencileri isyan ettirdi. Milli Eğitim Bakanlığı’nın tercihlerine yerleşemeyen öğrencileri evlerinden uzak okullara, meslek liselerine ya da imam hatip liselerine kaydetmesi büyük tartışmalara yol açtı. Bazı öğrencilerin kayıtları evlerinden 80-100 km. ya da 150 km. uzaktaki okullara, bazılarının ise tercih etmediği halde meslek liselerine ya da imam hatip liselerine yapıldı. Bunun nedeni tüm genel liselerin Anadolu lisesine dönüştürülmesiyle akademik lise ihtiyacını karşılayacak okul kalmamasıydı. Tercihlerine yerleşemeyen ve mağdur olan 40 bin öğrenci otomatik olarak ya evlerinden uzak okullara ya da meslek liselerine ve imam hatip liselerine yönlendirildi. Öğrencilerin önünde ise sadece özel lise ya da açık lise seçenekleri kaldı. Özel okullara zaten maddi durumu iyi olmayan ailelerin çocuklarını göndermesi mümkün değildir. Açık lise eğitimini ise sendika olarak desteklemiyoruz ve sağlıklı bulmuyoruz.
Bakanlık TEOG sonrası istemediği okullara yerleşen öğrencilere boş kontenjanlara nakil hakkı tanıdı. Ancak ilk hafta sistemde aksaklıklar nedeniyle boş kontenjanlar oluşmadı ve işlem yapılamadı. İkinci haftada 14 bine yakın öğrencinin naklini özel okullara aldırmasıyla okullarda boş kontenjanlar oluştu. Ancak nakil işlemlerinde de sıkıntılar yaşanıyor. Okullar boş kontenjanlarını ilan ediyor, veliler boş kontenjanları takip ediyor ve haftalık periyotlarla yerleştirmeye yönelik nakil işlemleri yapılıyor. Eylül ayı sonuna kadar sürecek olan bu işlemde hem velilere hem de öğrencilere psikolojik işkence yapılıyor. Öğrencilerin nakil işlemi tamamlandığında ise neredeyse Ekim ayı olacak. Ne yazık ki bunun tedbirini bile alamayan bir Bakanlık anlayışı ile karşı karşıyayız.
Tüm bunlar göz önüne alındında Milli Eğitim Bakanlığı’nın TEOG ile ilgili yaptığı hatalardan ders çıkarması ve önümüzdeki eğitim-öğretim yılında gerekli tedbirleri alması zorunludur. Çocukların seçeneklerini azaltmak, eğitim davasından vazgeçtiğiniz anlamına gelir. Bu ülkede genel lise ihtiyacı göz önüne alındığında, Milli Eğitim Bakanlığı’nın genel liseleri yeniden açması gerekmektedir. Aksi takdirde her yıl benzer sorunlar yaşanabilir ve öğrenciler mutlu olmadıkları okullarda okuyabilir.
RESMİ OKULLARA ALTERNATİF SÖZDE OKULLAR AÇIP, BURALARDA KÜRTÇE EĞİTİM VERİLECEK OLMASI NE DEMEKTİR? BU KEPAZİLEĞE GÖZ MÜ YUMACAKSINIZ?
Bölücü unsurlar yine iş başında! Hükümetin sözde açılım politikası sayesinde bölücüler öylesine azdı ki, Güneydoğu‘da anadilde eğitim için Bağlar, Cizre ve Yüksekova‘da yasal olmayan bir şekilde Kürtçe eğitim verecek okullar açılıp, kayıtlar alınıyor. Bu; mesnetsiz, hainlik ve nefret kokan bu girişimdir.
Alternatif sözde okullar açıp, buralarda Kürtçe eğitim verilecek olması ne demektir?
Bu ülkeyi yönetenler burunlarının dibinde neler olup bittiğinden bu kadar mı habersizdir?
Ey bu ülkeyi yönetenler; Güneydoğu’da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin okullarına meydan okuyanlara, ana dilde eğitim diye yola çıkanlara, sözde alternatif model getirenlere karşı nasıl bir yaptırım uygulayacaksınız? Tüm bu olan bitene göz mü yumacaksınız?
“Ana dilde eğitim vermiyorsanız, biz alternatif model oluştururuz” anlamına gelen bu iğrenç girişim, T.C. tarihinde bir ilktir ve bölücü çetenin bölgede gücünü artırdığının göstergesidir. Kendi kendilerine müfredat hazırlayan, öğrenci kaydı alan, ücretsiz kitap dağıtan, hatta öğretmen yetiştirdiğini iddia eden, İlkokulu 5, ortaokulu 3, liseyi ise 4 yıl olarak belirlediklerini açıklayan bölücü unsurlar açıkça T.C. Devletine meydan okumaktadır. Bir de utanmadan Türkçeyi yabancı dil olarak okutacaklarını söylüyorlar.
Buradan vatandaşlarımıza çağrıda bulunuyorum: Bu sözde okullara kayıt yaptırmayın. Buraların hiçbir yasal dayanağı yok. Şayet çocuklarınızı Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tanımadığı, yasal olmayan bu sözde okullara gönderirseniz siz de suç işler ve çocuklarınızın geleceğine ihanet etmiş olursunuz.
PKK ve yandaşları bölgede öyle bir güç oldu ki, devlet adeta bölgeden elini ayağını çekmiş bir görüntü içine girdi. Yol kesen, kimlik kontrolü yapan, kendi mahkemelerini kuran bölücü örgüt ve işbirlikçileri şimdi de eğitimi dinamitlemeye, yıllardır dillendirdikleri ana dilde eğitim taleplerini sözüm ona hayata geçirmeye, kendi okullarını kurmaya çalışmaktadır. Devletimizin bölücü yapıların okullarımızı değersizleştirme, kendi okullarını oluşturma gayretlerine, iki dilli bir devlet yaratma girişimlerine pirim vermeyeceğine inanıyoruz. Bu ülke bölücülerin istediği gibi at koşturacağı, kendi kanunlarını uygulayacağı, kendi okullarını oluşturacakları bir aşiret devleti değildir. Herkes Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına uymak zorundadır.
ÖZEL OKULLARI TEŞVİK EDENLER, DEVLET OKULLARINA ÜVEY EVLAT MUAMELESİ YAPIYOR.
Bu eğitim-öğretim dönemine damga vuran en önemli konulardan birisi de devletin özel okullarda okuyan öğrencilere 3.500 TL’ye kadar teşvik verecek olmasıdır. Devletin okulları kan ağlarken, bazı sınıflarda 70 kişi eğitim-öğretim görürken, öğretmen açığı hala büyük bir sorun iken, laboratuvarı, bilgisayarı, spor salonu olmayan okullar var iken, birleştirilmiş sınıf uygulaması devam eder iken, bazı okullar elektrik, su faturalarını ödeyemezken, yakıt olamadığı için kışın buz gibi sınıflarda ders işlenirken, kırık cam, masa, kapı için bile ödenek bulunamazken özel okullara verilen bu teşviki kabul etmemiz mümkün değildir. Bu teşvik, devlet okullarının cezalandırılmasına anlamına gelmektedir.
Öte yandan özel okula çocuğunu gönderecek ailelerin profili bellidir. Kimse, toplumu “dar gelirli ailelerin çocukları özel okullara gidecek” masalıyla kandırmasın. Özel okulları fiyatları ağızlarını en az yıllık 10-15 bin TL’den açarken, dar gelirli aileler teşvik dışında kalan parayı nasıl karşılayacaktır? Dolayısıyla bu uygulama işçiye, memura, esnafa değil; zenginin cüzdanına katkı sağlayacaktır.
Özel okul öğrencilerine aktarılacak kaynak devlet okulları için, ataması yapılmayan öğretmenlerimiz için, gençlerimiz için kullanılabilirdi. Ancak iş yine siyasete dökülmüş, rant düzenine kaynak aktarılmış ve devlet okulları ikinci plana atılmıştır.
EĞİTİM ÇALIŞANLARI BU YILA EKONOMİK KAYIPLARLA BAŞLIYOR.
Öğretmenler ve diğer eğitim çalışanları 2014-2015 eğitim-öğretim yılını maddi zorluklarla karşılamaktadır. Bütçeler her geçen yıl biraz daha sarsılmaktadır. 2013 yılında yapılan rezil bir toplu sözleşme nedeniyle çalışanlar Temmuz ayında zamlı maaş alamamış; 2014 yılında sadece 123 TL, 2015 yılı için ise yüzde 3+3 zamla yetinmek zorunda kalmıştır. Üstelik çalışanlar 2014 yılı için ne enflasyon farkı alacak ne de aile, çocuk yardımlarına artış yapılacaktır. Öğretmenler, akademisyenler, hizmetliler, memurlar, teknisyenler v.b. eğitim çalışanları için 2014 yılı maddi anlamda kayıp bir yıldır. Öğretmenlere, eğitim-öğretim ödeneği kapsamında 75+75 TL zam yapılmış ancak bu miktar, 666 sayılı KHK ile yapılan iyileştirme uygulaması sonucundaki kayıpları karşılamak için yeterli olmamıştır. Hatırlanacağı üzere öğretmenlerimizin kapsam dışı tutulduğu eşit işe eşit ücret uygulaması kapsamındaki memurlarımıza 1500 TL’ye varan iyileştirme yapılmıştı. Öte yandan HSYK seçimleri öncesinde hâkim ve savcılara 1155 TL zam yapılmıştır. Hâkim ve savcılara 1155 TL zam yapılırken, ne yazık ki diğer memurlara ve öğretmenlere enflasyon farkı dahi çok görülmüş, akademisyenlere de zam sözü unutulmuştur. Ayrıca eğitim-öğretime hazırlık ödeneğinin tüm eğitim çalışanlarına verilmesini yıllardır talep ediyoruz. Hâkim ve savcılara zam yapılırken, yıllardır ortaya konulan bu talebi ne yazık ki MEB, Maliye ve Hükümetin duymaması büyük bir haksızlıktır.
Türk öğretmenlerin maaşları dünyadaki meslektaşlarıyla kıyaslandığında da çok geridedir. OECD Bir Bakışta Eğitim Raporuna göre; Portekiz’de ilkokulda göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda brüt 30 bin 946 dolar, en üst düzeydeki bir öğretmen yılda brüt 52 bin 447 dolar; Lüksemburg’da göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda brüt 64 bin 043 dolar, en üst düzeydeki bir öğretmen yılda brüt 112 bin 997 dolar kazanmaktadır. Aynı raporda Türkiye’de göreve yeni başlayan bir öğretmenin yılda brüt 23 bin 494, en üst düzeydeki bir öğretmenin yılda brüt 27 bin 201 dolar kazandığı ifade edilmektedir. Bu rakamlar satın alma gücü paritelerine göre hesaplanmış rakamlardır. Türkiye’de öğretmenlerin eline geçen net ücret yıllık 11 bin 775 ila 14 bin 538 dolar arasında değişmektedir. (Aile yardımı ve asgari geçim indirimi bakımından bekâr ya da evli olup eşi çalışan ve çocuksuz öğretmenlere göre hesaplanmıştır.)
Sadece öğretmenlerin ve diğer eğitim çalışanlarının değil, akademisyenlerin de ücret sorunu bulunmaktadır. Maliye Bakanı Mehmet Şimşek akademisyenlere zam sözü vermişti ancak bu söz aylar geçmesine rağmen yerine getirilmemiştir. Şimdi kendisi de bir akademisyen olan Başbakan Ahmet Davutoğlu zam sözü vermiştir. Davutoğlu’nun sözünde durup, durmayacağını zaman içinde göreceğiz. Bir yandan zam sözleri verilirken, diğer yandan üniversite geliştirme ödeneğinin kaldırılacağına dair haberler kamuoyu gündeminde yankılanmaktadır. Bu nasıl bir çelişkidir? Sendika olarak bunu kabul etmiyoruz. Kazanılmış hakların gasp edilmesine seyirci kalamayız. Üniversitelerin toplumun aynası olduğunu düşündüğümüzde, akademisyenlerimizin insanca yaşayabilecekleri, geçim derdini düşünmeyecekleri, kendilerini geliştirebilecekleri ücretler alması hayat memat meselesidir.
Son olarak güncel bir konu olduğu için şunu da belirtmek istiyoruz: İl içi özür durumuna bağlı yer değiştirme talebinde bulunan ancak tercihlerine yerleşemeyen kişilere ilçe emrine atanma hakkı getirilmemiştir. Oysaki bazı illerde ilçeler arasında 150-250 km. mesafe bulunmaktadır. Ayrıca 2. iller arası yer değiştirme döneminde eşlerden birine açık olan bir ilin diğer eşe kapalı olmasından dolayı ya da hizmet puanı yetersizliği nedeniyle ataması gerçekleşmeyen eşler bulunmaktadır. Tüm bunlar aile bütünlüğünün bozulmasına, eşlerin ayrı yaşamasına yol açmaktadır. Türk Eğitim-Sen olarak hem il içi özürleri devam eden eğitim çalışanlarının hem de 2. iller arası yer değiştirmelerde eşlerden birinin yer değiştirebilmesi için ikinci kez il içi ve iller arası özür grubu yer değiştirmelerinin yapılmasını istiyoruz. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı’na yazılı başvurumuz da bulunmaktadır.
Bu minvalde yeni eğitim-öğretim yılının hayırlara vesile olmasını temenni eder; tüm öğrencilerimize, öğretmenlerimize ve eğitim çalışanlarımıza başarılar dileriz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.