Sendikacılıkta iflas ettiler, geçmişten medet umuyorlar !..
Son günlerde bir konfederasyon başkanı Türkiye Kamu-Sen’e karşı adeta bir yalan ve iftira kampanyası başlatmış durumda. Geçtiğimiz günlerde bu şahıs, bir televizyon programında izandan, edepten ve dürüstlükten uzak bir ruh hali içinde Konfederasyonumuzun eski başkanı Sayın Bircan Akyıldız’ın “Türbanlı eşi olan bir Cumhurbaşkanı ile o vatandaşların rahat olması mümkün değil” şeklinde bir söylemde bulunduğunu iddia etmişti. Bizler de bu sözlerin Bircan Akyıldız’a ait olmadığını, Hürriyet Gazetesi yazarlarından Yalçın Doğan’a ait olduğunu belgeleriyle ispat etmiş; insanların inançlarını sorgulamanın, son derece hassas bir konu olan türban sorunu üzerinden, siyasi ve sendikal rant elde etmeye çalışmanın yanlışlığını belirterek, kendisinden bir özür beklediğimizi yazmıştık.
Sonuçta herkes hata yapabilirdi. Hatayı kabul etmek ve özür dilemek de bir erdemdi. Böylesine büyük bir hatanın kabul edilebilir tarafı olmasa da başını öne eğip sessiz kalması da bizler için bir özür anlamı taşıyacaktı. Ama ne yazık ki bu kimsenin tüm bu iftiraları bilinçli olarak uydurduğunu ve gazete haberlerini kes-yapıştır; ekle-çıkar mantığıyla kendi istediği gibi yorumladığını gördük. Müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış misali bu zat; geçmiş yılların gazete haberlerini karıştırıyor, aynı haber içinde işine gelen cümleleri cımbızlayarak, işine gelmeyenleri yok sayarak, hayal dünyasında yarattığı senaryolara aktörler uyduruyordu.
Sitelerine koydukları gazetelerden, dilediği haberleri alıp, dilediği gibi kullanan bu şahıs; aynı haber metni içinde geçen ifadeleri kendine göre yontarak kullanırken, eski genel başkanımız Bircan Akyıldız’ın 14 Aralık 2006 tarihli Zaman gazetesine yaptığı şu açıklamalarına neden karartma uyguladığına da mutlaka açıklık getirmek zorundadır: “Toplantıya ev sahipliği yapan Türkiye Kamu-Sen ise platform içinde yer almadığını bildirdi. Kamu-Sen Genel Başkan Bircan Akyıldız, Zaman’a yaptığı açıklamada 28 Şubat’ı çağrıştıran hiçbir oluşum içinde olmayacaklarını ifade etti. Kendilerine daha önce gönderilen metinle, tanıtım toplantısında Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Şener Eruygur’un okuduğu metnin farklı olduğunu kaydeden Akyıldız, ‘Böyle bir birliktelik olamaz. O açıklamayı şiddetle reddediyoruz.’ dedi.”
Bu açıklamayı görmezden gelerek hala asılsız iddialarla, Konfedrasyonumuza saldırmak ve söz söylemek marazlı bir anlayıştır.
Bütün bunların yanında bu şahsın, yaptığı her konuşmada kendi savunduğu değerleri iğdiş ettiği, kendi saygınlığını ayaklar altına aldığı uyarısını yapmayı, bir insanlık görevi olarak kabul ediyoruz.
Birileri tarafından kendisine ezberletilen “hukukun üstünlüğü, ileri demokrasi, ortak akıl” gibi söylemleri dilinden düşürmeyen bu kişi; halen sürmekte olan bir davanın hem savcılığını, hem hâkimliğini, hem de cellâtlığını kendisine görev edinerek hukuku katlettiğinin farkına varamamaktadır.
Bu arada gördüğümüz en net şey; artık bu şahsın başkanı olduğu konfederasyonun sendikacılıkta duvara tosladığıdır. Toplu sözleşme görüşmeleri yakındır. Ağa babaları tarafından iktidarı yıpratmamak üzere talimat alan bu konfederasyon, memurları masada satacak olmanın verdiği hezeyanları, gerçek yüzlerini ortaya çıkaracak olan Türkiye Kamu-Sen’e saldırarak dindirmeye çalışmaktadır.
İlkesi olmayan, kazanımı bulunmayan, eylem yapmaya cesaret edemeyen, meydanlara inmeye yüreği yetmeyen bir sendikacılık anlayışının; baskıyla, tehditle, türlü vaatlerle, insanları ekmeği ile emeği arasında tercihe zorlayarak buradan ileriye gidemeyeceğini kendileri de gördüğü için, konuyu farklı mecralara çekmeye çalışmaktadırlar. Saldırganlıkları bu yüzdendir. Bu nedenle biz, bu oyuna gelmeyeceğiz.
“Vakt-i zamanında ülkenin birinde yeni bir yönetici seçilir. Eski yönetici, yeni seçilene 3 adet mektup bırakır ve yeni seçilene der ki: “Eğer halk seni köşeye sıkıştırırsa; bu 3 mektubu sırasıyla aç ve bu mektuplardan yardım al.”
Yeni seçilen yönetici bu durumu ilk başlarda kavrayamaz. Ancak ülke açlık ve işsizlikte rekor üstüne rekor kırmakta, halk sürekli isyan etmekte ve mitingler düzenlemektedir. Yeni yönetici makamına oturur; halk ise yeni yöneticilerinden, sorunlarının çözülmesini ister. Bir yıl geçer, iki yıl geçer, üç yıl geçer; ama durum eskisinden de kötüye gitmektedir.
Halk isyan etmeye başlar, her hafta mitingler düzenler. Yeni yönetici ise ne yapacağını bilemez bir halde kara kara düşünmektedir. Aklına birden eski yöneticinin bıraktığı 3 mektup gelir. İlk mektubu bir hışımla açar ve okur; der ki ilk mektup: “Senden evvelki yöneticileri kötüle.”
Bizim yeni yönetici derhal halkın karşısına geçer ve : “Ey halkım eski yönetici bize bir yıkım bıraktı. Şimdiki sorunların kaynağı ben değilim, eski yöneticilerdir.” der.
Halk düşünür ve yöneticiye hak verir. Böylece isyanlar bir süreliğine durur. Aradan bir süre geçtikten sonra, halk sorunların çözülmediğini; aksine daha da büyüdüğünü görür. İsyanlar yeniden başlar. Yeni yönetici bu kez hemen ikinci mektubu açar ve okumaya başlar: “Sürekli etrafındaki insanları ve rakiplerini kötüle, onlara iftira at, gerekirse hepsini zindana atmakla tehdit et, sindir.”
Yeni yönetici derhal işe koyulur ve mektupta yazanları harfiyen uygular. Ama bir süre geçtikten sonra durum daha da kötüleşmiştir. Çare üçüncü mektuptadır ve yine eski yöneticinin tavsiyesine başvurulur; ancak bu kez yazılanları okuduğu zaman şok geçirir. Der ki üçüncü mektup: “Gitme sırası sana geldi. Sen de senden sonra gelecek yöneticiye üç mektup bırak.”
Ez cümle en çok üyeye sahip olan ancak bir türlü büyük olmayı başaramayan konfederasyonun maskesi düşmüştür. Artık kendi varlık sebebi olan kimselerden, kamu görevlileri adına rica minnet bir hak elde edilemediğini memurlarımız görmüştür. Bu konfederasyonun başkanı ise şimdi ikinci mektupta yazılanları yaparak günü kurtarma peşine düşmüş, istifa eden üyelerini durdurmaya çalışmaktadır.
Oysa büyük olmak üye sayısının çokluğuyla, bir yerlerden destek almakla, memurların omuzları üstüne basarak, birilerinin koltuklarının altına sinerek, sahibinin sesi olarak değil; asaletle, ilkeli duruşla, cesaretle ve her zaman her yerde doğruların peşinde koşmakla elde edilen bir vasıf. Bu nedenle kedi ile aslan; kurt ile çakal hiçbir zaman aynı kefeye konulmaz. Bu nedenle Türkiye Kamu-Sen büyüktür ve bazıları bu büyüklük altında ezik kalmaya mahkûmdur.
“Ulu bir çınar ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki, çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Kabak, yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse çınar ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınara:
-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-Yirmi yılda, demiş çınar.
-Yirmi yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş çınar ve susmuş.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle çınara:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş çınar.
-Niçin?
-Benim yirmi yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.”
Türkiye Kamu-Sen’in ilk kurulduğu yıllardan bu yana tam16 hükümet, 11 farklı başbakan, 5 cumhurbaşkanı geldi. Hükümetler, başbakanlar değişti, milletvekilleri değişti, cumhurbaşkanları değişti ama Türkiye Kamu-Sen, hep dimdik ayakta kaldı. Kimsenin arkasına saklanmadı. Kimseden güç almadı. Kimseden medet ummadı. Kimseden de korkmadı. Türkiye Kamu-Sen’in 20 yıllık mazisinde çekinilecek, utanılacak, saklanılacak en ufak bir karanlık nokta dahi yoktur. Biz mazimizle gurur duyuyoruz. Bu nedenle Türkiye Kamu-Sen’e özenebilirsiniz, gıpta ile bakabilirsiniz ama asla Türkiye Kamu-Sen kadar büyük olamazsınız.
İlk eylemimizi yaptığımız 5 Ocak 1993’te Başbakan, Süleyman Demirel’di. Tansu Çiler hükümeti zamanında 100 bin kişiyle Tandoğan’ı inlettiğimizde, tarihler 17 Aralık 1994’ü gösteriyordu. 21 Ekim 1995’te 200 bin kişiyle Kızılay meydanında “zulme ve sefalete son” dediğimizde yine Başbakan, Tansu Çiller’di. 21 Aralık 1996’da 30 bin kişiyle protesto ettiğimiz başbakan da 15 Haziran 1997’de “Kesintisiz demokrasi istiyoruz” diyerek yollara düşüp, hakkını savunduğumuz başbakan da Necmettin Erbakan’dı. 1 Aralık 2000’de iş bıraktığımızda da 31 Ağustos 2002’de, 55 bin kişiyle Kızılay’ı memurlarımızın hakları için inlettiğimizde de iktidarda DSP-MHP-ANAP Koalisyonu vardı. 26 Ağustos 2006’da 35 bin memur, hakları için Kızılay’a koşmuştu. 25 Kasım 2009’da bir gün iş bıraktığımızda da AKP’den toplu sözleşme-grev hakkımızı, sözleşmeli personelin kadroya geçirilmesini ve adaletsizliklerin son bulmasını istiyorduk.
Bugün demokrasinin havariliğine soyunan sendikalar, o günlerde köstebek gibi yeraltına indiklerinde de meydanlarda Türkiye Kamu-Sen vardı. Sarı sendikalar, iktidarın koltuğunun altına sindiklerinde de meydanlarda Türkiye Kamu-Sen vardı.
Bizlere türlü iftiralarla, yalanlarla saldıranlara sesleniyoruz: Bizler hiçbir siyasi partinin koruması altında filizlenip, boy vermedik. Başkalarına güvenerek yola çıkmanın, kendimize ihanet olacağının bilinci içinde olduk hep. Bizim için iktidar, parti ve başbakanın kim olduğu değil; doğrunun ve haklının kim olduğu önemlidir. Bizim doğrumuz, günü birlik değişmez. Durduğumuz yer de tarafımız da bellidir: Doğru neredeyse biz oradayız. Bizim tarafımız Türk milletinin tarafıdır. Ya sizin tarafınız neresidir?
Bizim hiçbir temsilcimiz, 17 Temmuz 2011 günü 13 fidanımızı şehit verdiğimizde başlatılan askeri operasyonlar durdurulsun diye, bildirge yayınlamaz. Bizim hiçbir genel başkanımız çocuklarımızın her sabah okuduğu, Öğrenci Andı’ndan, Gençliğe Hitabe’den rahatsızlık duymaz. Bizim hiçbir genel başkanımız, “Her gün Fatiha’yı da okusanız, O’ndan da tiksinirsiniz.” diyerek, günde beş vakit, 41 kere her defasında aynı şevk ve istekle okuduğumuz Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine hakaret etmemiştir. Türkiye Kamu-Sen’in ve bağlı sendikalarımızın hiçbir başkanı “Dinsiz Anayasa istiyorum” demez; diyemez. Çünkü Türkiye Kamu-Sen’in durduğu yer bellidir. Peki ya siz nerede duruyorsunuz?
Biz biliyoruz ki, bugün küfrettiğiniz kimseler, bir gün serbest kalırsa; onları ilk siz omuzlarınıza alacaksınız.
Dolayısıyla Türkiye Kamu-sen’i bir yerlere bağlamaya çalışanlar, önce geçmişe bakacak, okuyacak; ama okuduğunu anlayacak, sonra bir de kendisine bakacak.
Bizleri bir yerlere bağlamak için kendinizi zorlamayınız. Bizi bağlayabileceğiniz tek yer; Türk milletinin hassasiyetleri, TC Anayasasının ilk üç maddesinde belirtilen cumhuriyet rejimini benimsemiş, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, milli marşı İstiklal Marşı; başkenti Ankara; bayrağı, beyaz ay yıldızlı al bayrak olan, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin nitelikleri ve kamu görevlilerimizin hak ve menfaatlerinin korunup geliştirilmesi için tüzüğümüzde belirlediğimiz ilkelerimizdir.
Lütfen bizleri iftiralarınızla meşgul etmeyiniz. Zira bizlerin asılsız dedikodulara cevap vererek erimekte olan konfederasyonunuzun iç çekişmelerine malzeme olacak lüksümüz yok.
Kamu görevlilerimizin sorunlarının çözümü noktasında yapılacak çok işimiz var.
Durduğunuz yer net değil; sizi göremiyoruz. Her devrin adamı olmakla her devirde adam olmak arasındaki uçurumu fark edemeyenlerin, kendi pislikleri içinde boğulup gideceği günler yakındır.
Siz, hikâyedeki gibi üç mektup hazırlayıp, kendinizden sonra geleceklere bırakmaya bakınız.