Sayın Başbakan Recep Erdoğan bir kaç ay önce gerçekleştirdiği Avustralya gezisinde, Türkiye’de otuz tane etnik grup olduğu ve bunların birleştirici unsurunun "Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı" olduğunu zikretmişti. Bu açıklama o günlerde AKP camiası dışında hemen hemen toplumun tüm kesimlerinde büyük tepki toplamıştı. Ama sayın Başbakan aradan geçen sürede yetinmemiş; düşünmüş, taşınmış ve bir hatasını fark etmiş olacak ki; partisinin Yozgat il kongresinde kendini tekzip etti: "…Türkiye’de 46 etnik grup vardır." Diyerek artı 16 etnik topluluğu daha milli sınırlarımıza dahil etti. Sayın Erdoğan, mutlaka; derin tarih bilgisi, kapsamlı sosyolojik araştırmaları ve geleceğe dönük büyük ülküleri doğrultusunda bu iddiasını ortaya atmıştır. Pek tabi ki, gelişmiş, toplumsal kalkınmasını tamamlamış, bölgesinde ve dünyada etkin güçlü bir devlet olabilmenin ön koşulu; "milli ve üniter devlet" gibi modası geçmiş(!) anlayışlardan kurtularak; etnik parçalara ayrılmış, uluslar arası emperyal projelerde rol alan ve yalnız çıkar birliktelikleri üzerine oturtulmuş bir ülke olmaktır (!)
Türkiye’de 46 etnik grup olduğu iddiası kulaklarımıza yabancı değil. Alman asıllı bir araştırmacı olan P. Alfred Andrevs de "Türkiye’deki Etnik Gruplar" isimli kitabında aynı iddiayı ileri sürmüştü. Andrevs, sayın Erdoğan gibi iddiasının içini boş bırakmamış, aynı zamanda bunları sıralamıştı. Ona göre ülkemizde; Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, Alevi, Sunni, Yörük, Türkmen, Tahtacı, Dadaş…vs. gibi 47 etnik grup vardı. Adını duyduğu ne kadar kesim varsa ayrı bir etnik grup olarak değerlendirmişti.
Öte yandan Avrupa Birliği’nin ülkemize karşı ortaya koyduğu dayatmalardan bir tanesi de azınlıklar konusudur. Bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Anlaşmasına göre ülkemizde üç azınlığı tanımıştır: Ermeni, Rum ve Yahudiler. Oysa AB bizden, dini temelli değil, etnik temelli olmak üzere azınlık tanımını yeniden yapmamızı istemektedir. Zaten ancak bu şekilde; AB çevrelerinin, Andrevs’in ve sayın Erdoğan’ın iddiasının içeriğini doldurabiliriz. Hatta turistik gezi amacıyla ülkemizde bir süre ikamet edenleri de dahil edebilirsek 47 etnik gruba ancak ulaşabiliriz.
Ayrıca şu gerçek herkes tarafından bilinmektedir: Ülkemizde yıllardır kan emen katiller, bin yıldır birlikte yaşadığımız bir kısım insanlarımızı da kullanarak, bir isyan hareketi içerisine girmişlerdir. Uluslar arası projelerin piyonu olan bu katillerin amacı, ülkemizin bir bölümünde egemenlik kurarak gelişmiş bir Türkiye’nin önüne set çekmektir. Bu hain güruhun öncelikli taleplerinin başında da şu gelmektedir: Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu unsuru Türkler değildir. Bu devletin kurucu asıl iki unsuru vardır; Türkler ve Kürtler. Dolayısıyla Devletin bu gerçeğe göre yeniden şekillendirilmesi gerekmektedir. Başta Anayasa olmak üzere mevzuatımız yeni baştan düzenlenmelidir. Bu talepler son birkaç yıldır da alenen ve yüksek sesle dillendirilmektedir. Bu cüretkarlığa AB uyum yasaları ve sözde demokratikleşme açılımlarının tartışılmaz katkısı unutulmamalıdır.
Yakın çevresi sayın Başbakanı uyarmalıdır. Yaptığı açıklamalar ve ülkemizin çeşitli sorunlarına yaklaşım tarzıyla, kötü niyetli odaklara farkında olmadan zemin hazırladığını hatırlatmalıdır. Ayrıca sayın Erdoğan da büyük ve köklü bir devleti idare ettiğini bir an bile aklından çıkarmamalıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti 3 Kasım 2002 de kurulmadı. Ülkemizin meselelerini yeni kavramlar icad ederek teşhis etmenin ve devletimizin kuruluş felsefesini ve temel dinamiklerini örseleyecek iddiaların, başta kendisi olmak üzere ülkemize fayda getirmeyeceğini bilmelidir. Sayın Başbakanın Ağustos 2005’te telaffuz ettiği "Kürt sorunu" nitelendirmesi bu tip yanlışlarının en bariz örneğidir. Güneydoğumuzda yıllardır yaşanan silahlı bölücü eylemin bölgenin sosyo-ekonomik problemleriyle alakalı olmadığı; belli çevrelerin dile getirdiği "Kürt sorunu" söyleminin ayrı bir ulus iddiası taşıdığı, özü itibarıyla bağımsız bir Kürt devletini hedeflediği; ayrılıkçı terör örgütünün, uluslararası destekle yürüttüğü terör süreci sonunda ortaya çıkmış bir siyasallaşma gerçeği ve meşrulaşma çabasının söz konusu olduğu ve ayrıca bu çizginin sözde legal temsilcilerinin hedefinin de en azından Türkiye’nin, "iki uluslu" bir devlet olduğunun kabul ve ilan edilmesi ve Türkiye’nin yeni bir anayasayla buna göre yapılandırılması olduğu herkesce bilinmektedir. İşte bu noktada sayın Erdoğan’a sorulması gereken, ortaya sunduğu "Kürt sorunu"nun içeriğini -bu taleplerin dışında- nasıl dolduracağı sorusu olmalıdır.
Ayrıca bizzat sayın Başbakan tarafından tartışmaya açılan "Milli Kimlik" konusu da bir handikap olarak gündemimize düşmüştür. Tarihin en eski medeniyetlerinden birinin sahibi olan Türk Milletinin hakim olduğu bu topraklarda, kimlik kargaşası varmışcasına yeni tanımlamaların gündeme getirilmesini, en yumuşak değerlendirmeyle cehalet ve gaflet olarak adlandırabiliriz. Anayasamız, "…vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür" diyor. Yine büyük önder Atatürk "Ne mutlu Türküm diyene" derken de aynı ilkeyi kastediyordu. Yani bu ifadede ırki göndermeden ziyade bir mensubiyet bilinci işaret ediliyordu. Ancak sayın Erdoğan ve temsil ettiği zihniyet bu espriyi anlayamıyor; "Sen Türküm dersen başkası da ……der" ya da "etnik, bölgesel ve dinsel milliyetçiliğe karşıyız" söylemleriyle Türklüğün vurgulanmasını ve Türk Milliyetçiliğini bir tahrik unsuru gibi algılıyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanının, bu cumhuriyetin kuruluş felsefesini rencide edecek duruşu sergilemesi kadar yadırganacak bir başka durum olmasa gerektir.
Hem "Tek millet, tek bayrak, tek vatan" diyeceksin, hem de "Türkiyelilik"ten dem vuracaksın. Anlayışa bakın: "Türkiyeli milletindenim, Türkiyelilerin bayrağı, Türkiyelilerin vatanı"(!)
İktidara geldiğin günden beri milli kimliği tartışmaya açarak tarihi ve milleti incitecek söylemleri çekinmeden kullanacaksın; Ankara’da başka, Diyarbakır’da başka, yurt dışında başka konuşacaksın; seçim kokusunun arttığı günlerde Yozgat’ta başka konuşacak ve Anayasamızdaki Türk kimliğine vurgu yapacaksın. Türk milletini saf göreceksin.
Ülkemizin demokrasi çöplüğü, insanımızı saf görenlerle doludur. Milletimizin irfanının farkında olmayanların, mensubu oldukları milletin hissiyatına tercüman olma kaygısını taşımayanların akıbeti bundan öncekilerinden farklı olmayacaktır.
Büyük bedeller ödenerek kurulan bu devleti yönetmekle yükümlü olanlar başta olmak üzere, her vatandaşımızın gururla haykırması gereken husus şudur:
"Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür." (Anayasa Madde:66)
"Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı İstiklal Marşıdır." (Anayasa Madde:3)