Yeni Anayasa çalışmalarının başlamasıyla birlikte, ülke gündemine hiç yabancı olmayan tartışmalara yeniden şahit olmaktayız. Ne gariptir ki, yeni bir anayasa hazırlanmasına gerekçe olarak öne sürülen hususlardan çok daha fazla “başka” konular tartışmaların odağına yerleştirilmiş durumdadır.
Şöyle ki; siyaset arenamızın ve entelektüel hayatımızın “önemli” simalarının iddiaları, mevcut anayasanın bir askeri rejimin mirası olduğu ve sivilleşmesi gerektiği olmuştur. Olağanüstü bir dönemin ürünü olan anayasanın Türk toplumunun ve çağın ihtiyaçlarını karşılayamadığı ve içerdiği bir takım kısıtlamalardan dolayı da modern demokrasinin önünde bir engel oluşturduğu uzun zamandır konuşulmaktaydı. Görünüşteki bu meşru ve haklı gerekçelerden dolayı da toplumun çok farklı kesimleri yeni anayasa gerekliliği üzerinde bir mutabakat etrafında birleşmiş bulunmaktaydı. Kaldı ki, çok hızlı değişen günümüz dünya koşullarında, her konuda olduğu gibi anayasaların da zaman zaman yeni düzenlemelerle ele alınması çok doğal bir durumdur ve yadırganmamalıdır.
Nitekim, 1982 yılında halkımızın ezici bir çoğunluğunun desteğiyle kabul edilmiş olan mevcut anayasamızın, o yıldan bugüne kadar, yüzde altmışından fazlası değişikliğe uğramıştır. Aslında 25 yılda “sivillerin” demokratik müdahalesiyle anayasamızın kısmen de olsa elden geçirildiği söylenebilir. Ancak bu çalışmalara rağmen anayasamızın bütün toplumsal ihtiyaçlarımızı karşılayamadığı da açık bir gerçektir. Kamu çalışanlarının sendikal haklarının anayasal güvenceden mahrum bırakılmış olması bu duruma verilebilecek en somut örneklerin bir tanesi olabilir.
Fakat ne acıdır ki, anayasa hazırlığı gibi çok hayati bir konu dahi yobaz ideolojik tartışmalara meze yapılmıştır. Bir yanda siyasi rantiyecilerin kabarmış iştahları, diğer yanda milli birliğimizin ve manevi değerlerimizin düşmanı kokuşmuş ideolojilerin müdavimleri… Bu iki cenahın, gizli bir mutabakatla “birlikte uyum içerisinde” çalışarak yeni anayasa hazırlığında görevlendirildiklerine şahit olduk.
Bu ekibin, aylar boyu yürüttüğü yoğun çalışmaların neticesi, kamuoyuna bin bir nazla açıklanan taslak anayasa ise toplumun duyarlı kesimlerinde tam bir hayal kırıklığı oluşturdu.
Türk kamuoyu şu gerçeği bir kez daha gördü ki, taslağı hazırlayanlar, batan geminin mallarını yağmalayanlar misali, ideolojik saplantılarını ve “birilerinin” Türk Devleti ve milletiyle olan hesaplarını anayasal bir zemine kavuşturmaya çalışmaktalar.
Son günlerde terör ve Irak’taki gelişmelerden dolayı gündemin ikinci sırasına düşmüş görünse de anayasa hazırlıkları daha uzunca bir süre tartışılacağa benziyor.
Bu süreçte, eğitimciler ve onların yasal ve güçlü temsilcisi olan Türk Eğitim-Sen de bu tartışmaların meşru bir tarafı olacaktır. Çünkü kamuoyuna yansıyan tartışmaların öndeki konuları, eğitimi ilgilendiren başlıca hususlardır: Başörtüsü, din öğretimi ve ana dilde eğitim meselesi…
Özellikle bu üç hususun anayasa tartışmalarının odağına yerleştirilmesi, doğal olarak, biz eğitimcilere bir sorumluluk ve söz hakkı vermektedir.
Üniversite öğrencilerinin başörtüsünden dolayı eğitim haklarının gasp edilmesinin kabul edilemez olduğunu Türk Eğitim-Sen’in öteden beri yüksek sesle dillendirdiği bilinmektedir. Başörtüsünün, bir rejim meselesinden ziyade siyasi rant aracı olduğu; birbirlerinden çok farklı görünen siyasi kesimlerin, bu araç üzerinden yıllardır nemalandıkları bilinmektedir. Bu konudan sağladıkları çıkarlarını kaybetmemek için, anayasayı dahi değiştirebilecek parlamento çoğunluğuna sahip olanların, sorunu çözebilecek yasal girişimlerden uzak durduklarına Türk kamuoyu yakınen şahit oldu. İşte bundan dolayı, eğitim hakkının anayasal güvenceye kavuşturulması, böylece seviyesiz siyaset üslubunu strateji olarak kabul edenlerin elinden “Başörtüsünün” kurtarılması için yeni anayasamızda yapılacak düzenlemeyi desteklemekteyiz.
Dinin, kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken insani ve hatta toplumsal bir ihtiyaç olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Öte yandan din üzerinden yürütülen ideolojik, ekonomik ve siyasi çıkar mücadelelerine de tarih boyunca şahit olunmuştur. Ayrıca üzerinde yaşadığımız Anadolu coğrafyasında bin yıldır süren Türk varlığının sona erdirilmesi amacıyla yaşanmış olan dini görünümlü saldırı ve çatışmalar da unutulmuş değildir. Bu açıdan baktığımızda, çocuklarımıza devletimiz eliyle din eğitimi ve öğretimi veriliyor olması çok önemlidir. 82 Anayasasının, bu hususu güvenceye almış olması çok büyük ehemmiyet taşıyan faydalı bir hükümdür. Yanlış yönlendirmelerden bağımsız ve doğru kaynaklardan çocuklarımızın temel bir ihtiyacının karşılanıyor olması kimseyi rahatsız etmemelidir. Tabi ki, ateizmi dünya görüşü olarak kabul eden kindar maneviyat düşmanları ve tedavülden kalkmış ideolojilerini hala ısrarla sahiplenenlerin dışında…
AKP’nin anayasa kurmaylarının da desteğiyle hazırlanmış olan taslak anayasada, okullarımızdaki zorunlu din derslerinin kaldırılması teklifinin getirildiği kamuoyu bilgisine yansımıştır. Bunun hayata geçirilmesinin oluşturacağı tehlikeli sürecin doğuracağı sonuçları görmek için kahin olmak gerekmiyor. Tabiat boşluğu kaldırmaz. Devlet olarak insanlarınızın ihtiyaçlarını karşılamazsanız “birileri” o boşluğu mutlaka dolduracaktır.
AKP’nin taslak anayasasında öne sürülen tehlikeli açılımlardan bir tanesi de “Türkçe’den başka dillerde” eğitim yapılabilmesine yol açacak düzenlemelere gidilmesidir.
Yabancı dille eğitimin tehlikeleri ve getireceği sıkıntılar, eğitimciler ve konunun uzmanları tarafından uzun yıllardır tartışılmaktadır. Duyarlı tüm bilim adamları, aydınlar ve eğitimciler bu konuda ortak bir tavır içerisindedirler: Yabancı dil öğretimine EVET, yabancı dille eğitime HAYIR!
Ancak, yeni anayasada yapılacak sözkonusu düzenlemeyle, ileride, bir takım etnik dil ve şivelerin de eğitim dili haline getirilebileceği endişesini taşımaktayız. Çünkü, uzun zamandır izlenen bir stratejinin adım adım gerçekleştirildiği bilinmektedir. Ana dilde yayın ve ana dillerin özel kurslarla öğretilmesinden sonra, ana dilde eğitim talebinin geleceği açıkca görülmekteydi. Türkçe’den başka dillerde yapılacak eğitimin şekillendireceği bir toplum yapısının, üniter devletin iflasına yol açacağını görememek gafletten öte bir durumdur.
Bilindiği üzere, çok uzun yıllardır, “ana dilde eğitim” talebinin sahipleri, bölücülükleri toplumun geniş kesimleri tarafından tescillenmiş marjinal örgüt ve guruplardı. Ancak son yıllarda sözde aydınların, akademisyenlerin, bürokratların, ideolojik yapılarını yasal görüntü altında kamufle eden bir takım sivil toplum kuruluşlarının, siyasi çıkarları uğruna milli hassasiyetleri rafa kaldıran politikacıların, Türkiye ve dünya gerçeğini okuyamayan devlet yetkililerinin…vb. katılımlarıyla bu konuda geniş bir cephe ile karşı karşıya kalmış bulunuyoruz. Bu ihanet ve gaflet cephesinin yıllar içerisinde adım adım yürüttükleri proje maalesef çok yol katetmiş; hükümetimizin görevlendirdiği zevat sayesinde neredeyse anayasamıza dahi yerleşmek üzeredir.
Evet kıymetli okuyucular, durum bu kadar vahimdir. Bu söylenenler, bir paranoyanın yansımaları değildir.
Bu haklı ikaz ve serzenişler, bir takım çevreler tarafından statükoculuk, sivilleşmeye karşı durmak ve demokrasi dışı beklentiler içerisinde olmak şeklinde de nitelendirilebilir.
Bu tablo gerçeğin ta kendisidir. Bu tablonun ressamları da ibretle takip edilmesi gereken bir ittifaktır.
AKP Tarafından görevlendirilmiş olan anayasa hazırlama komisyonunda ilginç bir ittifak kurulmuş durumda. Görünürde birbirinden çok farklı bilinen iki taraf masaya oturmuşlar, adeta, “sen ana dilde eğitimi ve zorunlu din derslerinin kaldırılmasını kabul et, ben de üniversitelerde başörtüsü yasağının kaldırılmasına ses çıkarmayayım” şeklinde bir uzlaşmayı(!) sağlamış görünüyorlar.
Fakat bu hususlar birbirinin karşılığı değildir. Kimse Türk Milleti’ni aptal yerine koymasın!
Gelecek kaygısı taşıyan her gerçek vatansever çekinmeden şunları haykırmalıdır:
Yüksek öğretimde “Başörtüsü yasağı” kaldırılmalı, eğitim hakkı engellenmemelidir!
Zorunlu din dersleri anayasal güvence altında devam etmelidir!
Türkçe’den başka dillerde eğitim yapılmasına izin verilmemelidir.
EĞİTİM DİLİ TÜRKÇE’DİR!