Bazı kurumlar sonradan büyük olmaz, daha doğarken büyük doğar. Türk Eğitim- Sen, kurulduğu gün, kuruluş gerekçeleri ve ilkeleri ile büyük doğmuştur. Bu ilkeler, taraftara selam türünden değil; inançla, samimiyetle ve sevda derecesinde bağlılıkla konulduğu için Türk Eğitim-Sen büyüktür ve en büyük olarak kalmaya devam edecektir. Çünkü Türk Eğitim- Sen sevdası kalpten gelir, beyinde büyür, yürekli insanlarla çalışma hayatına şekil verir.
Türk Eğitim- Sen’in kurulduğu yıl 1992. Onurlu, gururlu, dik bir mücadele ile geçen onyedi yıl. Kurulduğu günden bu güne onbir hükümet, yedi ayrı Başbakan ve on ayrı Milli Eğitim Bakanı ile çalıştık. Her hükümetin başbakanı ve bakanları elindeki gücü kendi keyfince kullanmak, yetkilerini paylaşmamak için çok direndi. Bütün bu dirence rağmen Türk Eğitim- Sen olarak haklı ve makul taleplerimizi ısrarla, inatla savunduk. Bu inat ve ısrarımızın ilhamı, ülkemize ve milletimize olan sevdamızdan gelmektedir. Geleceğimizin teminatı yavrularımızı yarınlara hazırlayan sevgili öğretmenlerimize ve tüm eğitim çalışanlarına daha huzurlu, daha mutlu ve gelişmiş çalışma şartları sağlamayı, çocuklarımıza ve torunlarımıza daha iyi bir ülke bırakmayı öncelikli görevimiz olarak kabul ediyoruz.Bu mücadele kolay mı oldu?Hayır.
Bundan sonra kolay olmasını bekliyor muyuz?Hayır.
Bu diyardan gidecek miyiz?Hayır.
Ama bu güne kadar; çalıştığımız altı başbakan, dokuz Milli Eğitim Bakanı bu diyardan gitti. Bazılarının isimlerini bile hatırlayan yok.Kimdir bunlar?Ben yaptım oldu.Benim memurum.Benim bakanlığım.Benim müdürüm.Ben, Benim… Ben diyerek kapalı devre çalışan iktidar ve yöneticilerdir. İktidar sahiplerini, konuşmaya başlarken “ben”le başlayan cümlelerine son vermelerini; katılımcı bir yaklaşımla ortak aklı harekete geçirecek ortamları hazırlamayı kendine görev sayan bir anlayışa getirebilirsek sorunların çözümü için doğru bir zemini bulmuş oluruz. Ama bunun kendiliğinden olacağını beklemek saflık olur. Bunun için önce çalışanların ferdiyetçilikten vazgeçip “biz” düşüncesini benimsemesi gerekir. Biz olmanın yolu da örgütlenmekten, yüzde yüz sendikalaşmaktan geçiyor. Özellikle son yıllarda kahpe rüzgarlar esmektedir. Fakat bu rüzgâr sahiplerinin bilmediği bir şey var; biz surda gediği çoktan açtık. Artık kahpe rüzgârlar ne taraftan eserse essin bizim için kıymeti yok. İktidar sahipleri karşılarında örgütlü, güçlü, diri yapılar istemiyor. Devletin ekonomik gücünü “verirsem ben veririm” anlayışıyla maksatlı kullanıyor; siyasi gücünü de “yandaş memur veya hükümet memuru” oluşturmak için kullanıyor. Siyasi güç sahibi olanlar, istediği zaman işine göre mevzuat çıkarıyor, mevzuatı çalıştırmada keyfilik yaparak taraftar toplamaya veya gözdağı vermeye çalışıyor. Sarı sendikalar oluşturarak pasif, tasdikçi, mücadele açısından sakat yapılar oluşturuyor. Kısacası her zaman “ciğer bende kedilere duyurulur” mesajını veriyor. Bize düşen kedileşmeden insan onuruna ve vakarına yakışan davranışları sergilemek ve şahsiyet mücadelesinden galip çıkmaktır. Ne mutlu kedileşmeden kaya gibi dimdik kalabilenlere.Unutulmamalıdır ki, yel kayadan ancak tozunu alır.