12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleştirilen referandumla Anayasamızın 26 maddesi değiştirildi.
Hatırlanacağı üzere; gerek referandum öncesi ve gerekse referandumun hemen akabindeki süreçte, Anayasanın değiştirilen maddelerinin, yeni Türkiye’nin muhteşem yarınlarına kapı açacağı söylene geldi.
Gazeteler, çarşaf çarşaf yayınlarla getirilen yeniliklerden bahsederek, yeni çağın müjdelerini vermek için birbirleriyle yarıştılar.
Sözde bağımsız sivil toplum kuruluşları, bu Anayasa ile yeni Türkiye’nin daha demokrat bir düzende daha özgür yaşayacağını çığırdılar.
Hatta bir sendika, “Kendi nikahımda bile böylesine rahat evet diyememiştim” pankartları açarak heyecanın doruğuna çıkmış ve yeni Anayasa ile kamu çalışanlarının daha iyi ekonomik, sosyal ve idari koşullara sahip olacağının propagandasını yapıyordu.
Sözün kısası, öylesine bir tablo çiziliyordu ki; referandumla birlikte her şey değişecek, ülkenin içerisinde bulunduğu iktisadi ve sosyal tüm sorunlar çözülecek, Türkiye’nin önü açılacak ve rekabet içerisinde olduğu ülkeler arasından sıyrılarak büyük bir sıçrama gösterecekti.
Peki ne oldu..?
Özellikle kamu çalışanlarına söz verilen düzenlemelere ne oldu?
Referandumdan sonraki üç beş ay içerisinde HSYK (Kanun 11 Aralık 2010’da değiştirildi) ile Anayasa Mahkemesi’nin kuruluş ve teşkilini düzenleyen kanunları (Kanun 30 Mart 2011’de değiştirildi) süratle TBMM’den geçiren AKP Hükümeti; aradan 18 ayı aşkın süre geçmesine rağmen hala sendika kanununda gerekli düzenlemeleri hayata geçirmedi.
Toplu Sözleşme Mi? Toplu Paslaşma Mı?
Gerçi hazırlanan tasarıya bakınca, yasanın bu haliyle yürürlüğe girmesi mi, yoksa girmemesi mi çalışanlar için daha hayırlıdır, orası da meçhul!
Çünkü, görülüyor ki, AKP Hükümeti, Toplu Sözleşme masasını bir orta oyunu sahnesine çevirmenin, pazarlık masasını da sükunetin ve biatın hakim olduğu bir sürece döndürmenin gayreti içerisinde.
Hükümetin her icraatını tefsir etmek ve toplumsal alt yapısını hazırlamakla kendi varlığını konumlandırmış olan bir sendikayla “al gülüm ver gülüm” tarzında yapılacak bir Toplu Sözleşmenin kamu çalışanları için neyi ne kadar getireceği malumdur.
Üye sayısı bakımından ekseriyeti oluşturan diğer sendikalara söz hakkı vermeyen, sendikalara Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na dahi başvurabilme hakkı tanımayan bu sürece Toplu Sözleşme mi diyeceğiz, Toplu Paslaşma mı diyeceğiz bilemiyorum!
Buraya kadar söylediklerimiz sürecin teknik boyutu.
Gelinen noktayı, bir de ahlaki açıdan değerlendirmek gerekmez mi?
Düşünebiliyor musunuz? Cumhuriyet tarihi boyunca ilk kez kamu çalışanları yeni yılda zamsız maaş almak durumunda kaldılar. Böylesi bir tablo, savaş hali ya da telafi edilemeyecek büyük boyutta bir ekonomik kriz durumunda kabul edilebilir. Ülkenin kaynaklarının yetersizliği ve içerisinde bulunduğu ekonomik problemlerin ortaya çıkardığı kriz durumunda, toplumun her kesiminin, payına düşen fedakarlığı göstermesi beklenen bir tavırdır.
Fakat ortada ne bir ekonomik kriz, ne kaynak sıkıntısı, ne savaş hali durumu var!
Olan ne?
Tam anlamıyla beceriksizlik, sözünde durmamak, memurları kandırmak, kamu çalışanlarının emeğine saygı göstermemek durumu sözkonusudur.
Eşeğini Dövemeyen Palanını Dövermiş
Son günlerde, bazı işyerlerinde sendika üyelerinin istifa etmek yoluyla tepkilerini ortaya koydukları; bu tutumlarına gerekçe olarak da maaş zamlarını hala alamamış olmalarını gösterdikleri duyumları alınmaktadır.
İşte, başlıkta ifade edilen atasözü tam da bu durumu çok güzel anlatıyor değil mi?
On yıldır tek başına iktidar olan bir Hükümet işbaşında.
Ki, iktidar partisi, parlamentodan istediği yasayı istediği zaman geçirebilecek milletvekili çoğunluğuna sahip.
En radikal konularda bile; kamuoyu beklentilerini, gerçeklikleri, uygulanabilirliği ve hatta hukuk ilkelerini dahi dikkate almadan eyleme cüretini gösteren bir Hükümet anlayışı sözkonusu.
Ve bu niteliklere sahip olan Hükümet, verdiği sözleri unutarak 18 aydır sendika kanununda gerekli düzenlemeleri gerçekleştiremediği için Toplu Sözleşme yapılamadı; kamu çalışanları da bundan dolayı maaş zamlarını alamadı!
Bunun karşılığında ise özellikle Türkiye Kamu-Sen ve bağlı sendikalarının aylardır yapmadıkları eylem ve gerçekleştirmedikleri görüşme kalmadı. Bir vesileyle konuyu kamuoyu gündemine getirmek için neredeyse her hafta bir etkinlik ortaya koyarak ön plana çıktılar. Alanların ateşini söndürmemek için gayret gösterirken; siyasi partilerle, TBMM’de grubu bulunan partilerin yetkilileriyle, ilgili Bakanlarla ve nihayetinde Başbakan ile defaetle görüşerek yasanın olgunlaşması ve bir an önce çıkarılması için emek sarfetttiler. Genel Başkanımız referandumdan bu yana yüzlerce medya programında bu konuyu dillendirdi, yetkililere çağrıda bulundu. Şubelerimiz, hem Ankara’da hem de yurdun dört bir yanında sürekli bir eylemliliği sergilediler.
İşte bu gerçeğin gözden kaçırılmaması gereklidir.
Özellikle de kamu çalışanları, onlar için gecesini gündüzüne katarak, kar, soğuk, ayaz demeden hak arama mücadelesine emek veren sendikalarına sahip çıkmalıdırlar. Kamu çalışanları şunu çok iyi bilmelidir ki, Türkiye Kamu-Sen’e bağlı sendikaların dışında onlara sahip çıkacak, haklarının mücadelesini verecek ikinci bir adres yoktur!
Bundan dolayı çalışanlar, demokratik tepkilerini ortaya koyarken adresi şaşırmamalıdırlar.
Arkadaşlarımız; destek verdikleri yapıların beklentilerini karşılamamasından dolayı hayal kırıklığı yaşayan ve bunun neticesinde içerisine düştükleri mahcubiyetin kızgınlığını hisseden meslektaşlarımızın gazına gelmemelidir.
Bizim her bir üyemiz için, sendikamız, övünç duyacakları bir performansı ortaya koymaktadır:
Türk Eğitim-Sen’e yönelik olarak;
Eğitim çalışanlarını ilgilendiren herhangi bir durumda kayıtsız kaldığı,
Hükümetin ya da muhatap olduğumuz kurumların herhangi olumsuz bir uygulamasına müdahil olmadığı,
Eğitim çalışanlarının hak arama mücadelesinde pasif kalarak dirayet gösteremediği, alanlara inemediği, hukuk mekanizmasına başvuramadığı,
… vs. gibi eleştiriler getirilemez.
Çünkü, Türk Eğitim-Sen ADAM GİBİ SENDİKACILIĞIN YÜZ AKIDIR!
Evet, kamu çalışanları tepki ortaya koymalıdır.
Hem de yüksek sesle,
Hem de her fırsatta.
Korkmadan, çekinmeden, cesaretle…
Kamu çalışanları;
Verdiği sözleri tutmayan, kandıran, yalan söyleyen, çalışanları birbirine düşürmeye gayret eden; istediği ve işine gelen yasal düzenlemeleri bir gecede çıkaran fakat sendika kanununu 18 aydır düzenlemeyen iktidara,
Dünyanın 16. büyük ekonomisi olduğumuz ve Gayri Safi Mili Hasılamızın son on yılda % 219 arttığıyla övünen; diğer yandan kamu çalışanlarının milli gelirden aldığı payı on yılda % 8,43’ten % 5,6’ya gerileten ve açıklamalardan anladığımıza göre Mayıs ayına kadar da memurların maaş zamlarını vermeyecek olan Hükümete,
Bunun yanında;
Çalışanları temsil ettiğini unutarak, siyasi iktidarın her icraatını tefsir etmenin uğraşında olan, çalışanları sıkıntıya sokan durumlarda bile alanlara inme cesaretini gösteremeyen ve hatta “Aman! yandaşı olduğum iktidara ziyan olmasın” diyerek ortaya konulan sendikal mücadeleleri sabote eden sözde sendikalara TEPKİ KOYMALIDIRLAR!
Yürekten inanıyorum ki, çalışanlar, herkese hak ettiği ölçüde ve şekilde muamele ederse; işte o zaman herkes HİZAYA GELECEKTİR.
Çalışanların emeğine ihanet edenler ve görmezden gelenler, bu onurlu duruşun karşısında GEREĞİNİ YAPMAK durumunda kalacaklardır.
Unutmayalım;
Onlarca yıllık siyasi ve bürokrasi tecrübemiz göstermiştir ki, haklarımızın korunması ve yeni kazanımlar için örgütlü sendikal mücadeleden başka ikinci bir vasıtamız yoktur. Bu gerçekten hareketle; bütün çalışanlar ilkeli, mücadeleci, kararlı ve şahsiyetli sendikal mücadeleye omuz vermelidir.
Adres belli!
Saygılarımla.
Talip GEYLAN