Kişiler yanlış kararlar verebilir. Gerek bilgi eksikliği, gerek devlet tecrübesinin yetersizliği ve gerekse öngörü kabiliyetinin kısırlığı; kişilerin zaman zaman pek doğru olmayan kararlar almalarına neden olabilir.
Hükümetler de yanlış yapabilir. Fakat daha sonra gelenler bu yanlışları düzeltebilirler. Ya da yanlışı yapanlar doğru yolu bularak hatalarından dönebilirler.
Ancak daha önce defalarca tecrübe edilmiş, sonuçları itibariyle ülkemize çok acılar çektirmiş hususlarda aynı yanlışları yinelemenin mazur görülecek bir yanı yoktur. Hele ki, eğitim gibi bir alanda; gelecek nesillerimizi doğrudan ilgilendiren, toplumun yaşam hücrelerini inşa eden, en önemli sosyolojik mesele olan eğitimde yapılan yanlışlar, telafisi çok zor olan tahribatlara sebep olmaktadır. Bunun yanı sıra eğitimin, beslenme kaynağı uluslar arası oluşumlar olan siyasi projelere alet edilmesi ise affedilemez bir durumdur.
Özellikle AB ile olan ilişkilerimizde, sözde eğitim adına gündeme taşınan bir takım meselelerin; özünde ülkemizin birliğine yönelik tehditler içeren ve kurgulanan bölgesel yeni düzene Türkiye’yi uyumlaştırmayı amaçlayan niyetlerin varlığı aşikardır. Egemenlik mücadelesinin en önemli merkezlerinden bir tanesi olan bölgemizde, "Kontrol edilebilir bir Türkiye" için düzenlenen operasyonlar, artık alenen yapılmaktadır. Çok uluslu güç odakları ve onların içerimizdeki işbirlikçileri, artık, gizlenme ihtiyacı bile duymadan faaliyetlerini cüretkarca yürütmektedirler. Aynen Milli Kurtuluş Savaşı arifesinde olduğu gibi…
Tüm bu yaşananlar karşısında önleyici tedbirlerin alınması için, duyarlı ve geçmişte yaşanan tecrübelerin bilincinde olan aydınlarımız, siyasetçilerimiz, sivil toplum kuruluşlarımız ve ön görü sahibi kanaat önderlerimiz çırpınmaktadırlar.
Ancak ülkeyi yönetmekle mesul olan yöneticilerimiz ise maalesef milletimizin bu haykırışını duymamakta, iç politik çıkarları uğruna sorumluluklarının gereğini yapmamaktadırlar. Gerçekleri, sanal fotoğraflarla toplumun gözünden kaçırmaya ve tarihi tecrübeleri çarpıtmaya çalışmaktadırlar.
İşte bu durumun son örneği de 26 Eylül’de TBMM’de kabul edilen Özel Öğretim Kurumları Kanunu’dur. Özel okulların yanı sıra, ülkemizdeki azınlık ve yabancı okullarla da ilgili yeni düzenlemeler ihtiva eden bu kanun, eğitimimizin ve ülkemizin birliği için bir çok riski de beraberinde getirmektedir.
Yasayla getirilen düzenlemelerden bir kaçına değinelim: Daha önceki mevzuata göre bu okullardaki müdür baş yardımcısının Türk olma zorunluluğu vardı. Ama şimdi bu kaldırılmış, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı yeter hale gelmiştir. "Bunda ne var ki" diyenlere ise Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Patrik Bartholomeos’un faaliyetlerini hatırlatmak isterim. Yani bu okullardaki denetimin nasıl yapılabileceği bundan sonra meçhuldür.
Öte yandan bu okullara sahip oldukları taşınmazları beş misline kadar artırma hakkı da getirilmiştir. Bu hakkın ülkemizde mülk edinmenin yeni bir kılıfı olarak kullanılamayacağını kim garanti edebilir? Eski kanuna göre kapanan bir okulun taşınmazları devlete iade ediliyordu. Fakat şimdi okullar, bu varlıklarını herhangi bir vakfa da devredebilecekler. Şimdi "Dostum Kostas" gelip bir paravan vakıf aracılığıyla mal sahibi olursa buna yasal olarak ne diyebileceksiniz? Göreceksiniz önümüzdeki süreçte, ihtiyaç olup olmadığına bakılmaksızın, yurdumuzun farklı bir çok yerinde yabancı-azınlık okulları mantar gibi türeyecek. Aynen apartman kiliselerinin olduğu gibi. Bu düzenlemeyi, AB’nin -Lozan’a muhalif olarak- devletimizden azınlık tanımını yeniden yapması isteğiyle birlikte değerlendirdiğimizde meselenin diğer boyutları da daha bir anlam kazanacaktır.
Görüldüğü gibi AKP Hükümetinin üstün gayretleriyle kabul edilen "Özel Öğretim Kurumları Kanunu" korkarız ki, ileriki yıllarda ülkemiz için bir çok sıkıntılara zemin hazırlayacaktır. İktidar partisi, toplumun ve konunun taraflarının ciddi ikaz ve muhalefetine rağmen anlaşılmaz bir inat ve telaşla yasanın çıkarılmasını sağladı. Öyle ki, hükümet, adeta ülkemiz için ivedilikle halledilmesi gereken çok önemli bir meseleymiş gibi meclisimizi olağan üstü bir şekilde toplayarak alelacele kanununu gündeme getirdi.
Tüm kamuoyu biliyor ki, bu telaşın arkasında toplumun ihtiyaçları bulunmamaktadır. Türk Milli Eğitiminin devasa problemleri bir yanda dururken; özellikle, azınlık ve yabancı okulların sözde sıkıntılarının gündeme getirilmesinin nedeni Avrupa Birliği’nin dayatmalarıdır. Aslında AKP’nin, hükümet ettiği dönemde bu tür dayatmalar karşısındaki pasif ve uyumlu(!) politikasına Türk kamuoyu zaten alışmış bulunmaktaydı. Ancak şu bilinmelidir ki, bu düzenleme, orta ve uzun vadede ülkemizi içinden çıkılamayacak bir uçuruma sürükleyecektir. Böylesine mühim ve hassas bir konu, iç politik çıkarlar için bir tercih ve araç olarak kullanılamaz.
Bu kanunla yeni bir takım hak ve imtiyazlara sahip olan malum okulların, kötü sicilleri henüz milletimizin hafızasından silinmiş değildir. Özellikle Birinci Dünya Savaşı sonrası ve Kurtuluş Mücadelemiz süresince, bizi sırtımızdan hançerleyen ihanet çetelerinin ve işgal güçlerine lojistik destek sağlayan tetikçi oluşumların barındığı, beslendiği ve yönlendirildiği odakların başında bu sözde okullar geliyordu. Nitekim büyük Atatürk, "Bunlar mektep değil, memleketimizde düşmanın işgali altındaki kalelerdir." Diyerek bu gerçeği tescillemiş bulunmaktadır. Karadeniz’de Pontus hayallerini canlandıran Trabzon Metropoliti, Yunan işgalcilerini alkışlarla karşılayan İzmir Metropoliti ve günümüzde ülke ülke gezerek aleyhimize lobi çalışması yapan ve sözde Ekümenik sıfatıyla caka satan Ortodoks Patriği hep Ruhban Okulu’nda yetişmiştir. Son yıllara kadar Eyüp Kaymakamlığı’nın denetiminde varlığını sürdüren Patrikhaneyi, artık Türkiye Cumhuriyeti Devleti dahi kontrol edemez hale gelmiştir. Patrikhane yönetimi Türkiye Cumhuriyeti’nin uymakla yükümlü olduğu yasalarını görmezden gelmekte, Devletin bilgisi dışında uluslararası ilişkilerde bulunmaktadır.
Tüm bunlar süre giderken, Hükümetimiz ise üç maymunu oynamaya devam etmektedir. Avrupa Birliği üyelik hedefini ve sürecini kendi politik varlığının teminatı olarak gören AKP Hükümeti, bu yolda bir tren kazası yaşamamak için her türlü dayatmaya "Eyvallah" demektedir.
İnanıyorum ki, meclisteki AKP varlığının büyük bir çoğunluğu da olumlu oy verdikleri Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nun getirdiklerini en az bizim kadar biliyorlar.
Onlar da en az bizim kadar geçmişte yaşanan acı tecrübelerin farkındalar.
Bu yasaya oy vermek zorunda kalan sayın milletvekillerinin de vicdanları rahat değil.
Sayın vekillerin vicdanlarının sesini zorlayarak bastırdıklarına inanıyorum. Ama bunun peşinden de soruyorum: Milletin vicdanının sesini nasıl susturacaksınız?
Vicdanınızı bastırabilirsiniz. Ama şu gerçeği yaşayacaksınız:
Çocuklarınız sizden hesap soracak.
Torunlarınız sizden hesap soracak.
Gelecek nesilleriniz sizden hesap soracak.
Tarih sizden hesap soracak!
Ve her vatansever kendine soracak: VİCDAN MI? İKBAL Mİ?