TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNİN İHTİYACI 1+5+3+4 SİSTEMİDİR

GENEL SEKRETER MUSA AKKAŞ:

“TÜRK MİLLİ EĞİTİMİNİN İHTİYACI 1+5+3+4 SİSTEMİDİR”

Genel Sekreter Musa Akkaş gazeteci-yazar Oğuz Çetinoğlu ile 4+4+4 sistemi ile ilgili röportaj yaptı.

 

TÜRK EĞİTİM-SEN GENEL SEKRETERİ MUSA AKKAŞ İLE EĞİTİM SİSTEMİNDE YAPILAN DEĞİŞİKLİKLERİ KONUŞTUK.

 

GİRİŞ: 

‘Terazi’ genel başlıklı köşemde, iki makale yazmış ve konuyu uzmanlarıyla görüşerek sizlere aktarmayı planladığımı belirtmiştim.

 

Tartışmalar şiddet de uygulanarak devam ediyor.

 

‘Eğitim’ ve ‘şiddet’ bu iki kelime nasıl bir araya getirilebilir, kelimeler yan yana getirilmekle kalınmaz, uygulaması yapılabilir, doğrusu anlamak mümkün değil. Buradan şu neticeyi çıkarmak mümkündür: Eğitim, asla ve asla ‘eğitim’ ve ‘şiddet’ kelimelerini yan yana getirebilenlere ve uygulamaya koyanlara bırakılamayacak kadar önemli bir konudur.

 

Millî Eğitim sisteminde yapılmak istenen yeni düzenleme konusunda; siyasetçi, sanayici, işletmeci, esnaf, tüccar, diğer bakanlıklar, gazeteciler, yazarlar, yorumcular, dershaneciler, sanatkârlar ve en son da Sayın Cumhurbaşkanı görüşlerini belirttiler.

‘Eğitim eğitimcilere bırakılmayacak kadar önemlidir.’ çarpık mantığıyla eğitimciler yok sayıldı. İl müdürlüklerinin, ilçe müdürlüklerinin, öğretmenlerin görüşlerine başvurulmadı. İlmî araştırmalar yapılmadı. İşin pedagojik boyutu hiçe sayıldı.

 

Eğitimin ‘E’sini bilen bilir ki kalem tutmak psikomotor bir davranıştır ve o yüzden 72 ay beklenir. O yüzden okul öncesi eğitimde akademik öğretim yoktur. Ağırlıklı amaç ilköğretime hazırlıktır.

İşte bu sebeple; yapılan anketlerin ortaya koyduğu sonuçlara göre görüşülmekte olan 4 + 4 + 4 sistemi eğitimcilerin yalnızca % 12’si tarafından kabul görüyor.

 

8 yıllık kesintisiz eğitim, asker dayatması ile uygulamaya konulmuştu. Şimdi de bir grup siyasetçi dayatması ile 4 + 4 + 4 sistemi uygulamaya konulmak isteniliyor. Bir yanlış, başka bir yanlışla düzeltilmeye çalışılıyor. Yanlış, başka bir yanlışla değil, akl-ı selim ile ve uzman görüşleriyle düzeltilir. Yanlış bir uygulama, başka bir yanlış uygulamayla düzeltilmeye kalkışılırsa ancak yanlış2 (yanlış kare) gibi bir çarpık sonuca ulaşılır. ‘Yeni Anayasa’yı tartışıyoruz. Doğru yapıyoruz. Mümkün görülmüyor olsa bile, ‘her kesimin üzerinde anlaşabileceği bir Anayasa’ hedefleniyor. Kâbe yolundaki topal karınca misali, her kesimin görüşü alınmaya çalışılıyor.

 

Çünkü Anayasa önemli.

Anayasayı hazırlamak için belli bir eğitim-öğretime ihtiyaç olduğu herkesin kabul etmek mecburiyetinde olduğu katı bir gerçek. O halde, Millî Eğitim Sistemi, Anayasadan daha önemli ve öncelikli. O halde neden konu uzmanlar masasına yatırılmıyor?

Bu günkü röportajımızda, konuyu uzmanıyla konuştuk. Umarız, ilgililer buradaki aklî, ilmî gerçekleri, milletimizin gereklerini ve eğitimcilerimizin gerekçelerini dikkate alırlar.

Oğuz Çetinoğlu: 4+4+4 kesintili temel eğitim sistemi ile ‘kesintisiz 8 yıllık temel eğitim sistemini karşılaştırır mısınız? 

Musa Akkaş: Türk Eğitim-Sen, 4+4+4 sisteminin Türk millî eğitiminde yeni sancılara sebep olacağını ilk günden bu yana haykırmaktadır. Bugün yaşadıklarımız bize 28 Şubat sürecini hatırlatıyor.

28 Şubat tam bir dayatmaydı. O tarihlerde imam hatip liselerinin ortaokul bölümünü kapatmak, lise bölümünü oluşturulan katsayı problemi ile yok etmek amacıyla 8 yıllık kesintisiz eğitim mecburî hâle getirilmişti. Türk Eğitim-Sen, 28 Şubat sürecinde de bu uygulamanın eğitimi katletmek olduğunu, eğitim-öğretimin problemlerine ideolojik gözlükle bakılmaması gerektiğini her platformda savunmuştu.

Karşı çıkmamıza rağmen, anti demokratik yapılanma bütün eleştirilere kulak tıkayarak, pedagojik olmayan, eğitim bilimi ile hiç örtüşmeyen kararını vermişti.

28 Şubat sürecini ve mantığını eleştirenler, bugün aynı mantık ve metodla, eğitim-öğretim hayatımızı yeniden dizayn etmeye çalışmaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı ve birkaç yandaş Sivil Toplum Kuruluşu (STK) dışında, 4+4+4 sistemini savunan bir tek aklı başında eğitim bilimci ve STK bulunmamaktadır. Ancak, İktidar 28 Şubatçıların anti demokratik usullerini tatbik etmekten geri durmamakta, bütün olumlu eleştiri ve yönlendirmelere kulak tıkamış bir görüntü çizmektedir. 28 Şubat bir tarih değil, 28 Şubat bir zihniyettir. Bu zihniyet, bugün de değişik kisveler altında varlığını devam ettirmektedir.

Çetinoğlu: Türk Eğitim-Sen olarak 1+5+3+4 kesintili eğitimi teklif ediyorsunuz. Bu sistemin özelliklerini ve sağlayacağı yararları okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Akkaş: Şu anda ülkemizde 8 yıllık ‘kesintisiz’ mecburî eğitim yerine 12 yıllık ‘kesintili’ mecburî eğitim getiren kanun teklifi tartışılmaktadır. Bu teklifi birçok açıdan değerlendirmek gerekmektedir.

Mecburî eğitimin 8 yıldan, 12 yıla çıkarılması olumlu bir gelişmedir. Mecburî eğitim süresinin artırılması, çağ nüfusun tamamının okullu olması ve eğitimini sürdürmesi açısından son derece önemlidir. Ancak, mecburî eğitimin 12 yıla çıkarılması yeterli değildir. Mecburî eğitim okul öncesi ile birlikte 13 yıl olmalıdır. Kanun teklifinde fizikî alt yapının yetersiz olması gerekçesiyle okul öncesinin kapsam dışı bırakılması büyük bir hatâdır. Bilindiği gibi zâten Millî Eğitim Bakanlığı 71 ilde okul öncesi eğitimi mecburî hale getirmişti. Bu konuda büyük bir gayret söz konusuydu. Millî Eğitim Bakanlığı’nın 2010-2014 Stratejik Planında da, ‘Stratejik Amaçlar’ başlıklı bölümde ‘Okul öncesi eğitimde % 33 olan net okullaşma oranını dezavantajlı çocukları gözeterek plan dönemi sonuna kadar % 70’in üstüne çıkarmak’ denilmektedir.

Aynı planın okul öncesi ile ilgili ‘Tema’ başlıklı bölümünde ise; ‘9. Kalkınma Planı ve Hükümet Programında, 48-72 aylık çağ nüfusunun okullaşması hedefine ulaşabilmek için 2014 yılı sonuna kadar resmî anaokulu sayısını 2.402’ye (anaokullarında derslik sayısı 12.010’a) resmî ana sınıflarındaki sınıf sayısı 33.397 olmak üzere 45.407 dersliğe çıkarılacaktır’ ifadesi yer almaktadır.

Ayrıca Millî Eğitim eski Bakanı Nimet Çubukçu’nun 2013 yılında okul öncesi eğitimin 81 ilde mecburî olacağı, hatta yabancı dil eğitiminin okul öncesinden başlatılacağına yönelik taahhütleri bulunmaktadır.  Zaten okul öncesi eğitime yönelik çalışmalar da bu yönde sürdürülmüştü. Yine Millî Eğitim Bakanı Ömer Dinçer 06.01.2012 tarihinde yaptığı açıklamada ‘Meclis’te AKP grubunda bu konuyla ilgili bir çalışma var. Biz de onlara destek veriyoruz, yapılan çalışmadan bizim de haberimiz var. Bir yıl okul öncesi, diğer 4 yıllarla birlikte toplam 13 yıl’ demişti. Ayrıca Sayın Bakan’ın ‘Okul öncesi eğitimde hedefimiz % 100’e çıkarmaktır’ şeklinde beyanı da bulunmaktadır.

Çetinoğlu: Anlaşıldığına göre Türk Eğitim-Sen, 12 Eylül Dönemi’nin uygulamaya koyduğu ‘8 yıllık kesintisiz temel eğitim’ sistemini uygun bulmamaktadır. Bu kanaatin oluşmasına temel teşkil eden mahzurları okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Akkaş: 15 yıl önce mecburî ve kesintisiz eğitim dayatması ile maalesef bir nesli kaybettik. Bir nesli daha kaybettirmek istiyorlar. 15 yıl önce, sistem, eğitim çevreleri tarafından toplumun taleplerine cevap vermeyeceği ifâde edilmesine rağmen yürürlüğe konuldu. İmam Hatip Liseleri’nin ortaokul kısmı hedef alınarak kesintisiz olarak uygulamaya konulan kesintisiz mecburî eğitim, ilköğretim müfredatında ve okulların mekânla ilgili yapısında bir değişiklik gerektiriyordu. Bu değişiklik yapılamadığı için uzun süre Millî Eğitim planlamasını alt üst etti. Uygulamanın ilk yıllarında ciddî boyutlara varan finansman problemleri ile karşı karşıya kalındı. Bunların ötesinde, kesintisiz mecburî eğitim birçok ilköğretim okulunda eğitime yeni başlayan küçücük çocuklarla ergenlik dönemine girmeye başlayan ortaokul öğrencilerini aynı mekânda tutması bakımından pedagojik bir faciaya dönüştü. Doğru olanı, mevcut hâliyle kesintisiz olarak uygulanan zorunlu eğitimin iki kademe şeklinde uygulanması yönünde olmalı idi. Bizim Türk Eğitim Sen olarak teklifimiz 1+ 5 + 3 + 4 = 13 yıldır. Özellikle ilk 5 yıldan sonra üç yıl sürecek ikinci kademe eğitimin ayrılması, kesintisiz olmaktan çıkarılması gerekir. Bu değişiklik aslında var olan bir pedagojik problemin çözümüne ve sosyal talebin karşılanmasına fayda sağlayacaktır.

Çetinoğlu: Konuşmalar hep ‘mecburî’ kelimesi ekseninde devam ediyor. Öyle anlaşılıyor ki eğitimin hiç değilse bir bölümünün ‘mecburî’ olmasında fikir birliği var. Mecburî eğitim neden gerekli?

Akkaş: Evet! Mecburî eğitim gereklidir. Gelişmiş ülkelerde mecburî eğitim vardır. Çünkü eğitimin mecburî hâle getirilmesinde, fakir ve dar gelirli ailelerde düşük okuma yazma oranlarının yükseltilmesi, artan suç oranlarının düşürülmesi, sosyal barış ve birliğin artırılması, çocuk işçiliğinin ve baraberinde ortaya çıkan ucuz işgücüne yönelişlerle doğan problemlerin çözülmesi, bireylerde vatandaşlık bilincini artırarak ortak bir eğitim anlayışının geliştirilmesi bakımından mecburî eğitim şarttır.   

 

Çetinoğlu: 4 + 4 + 4 modeli, eğitim câmiasında tartışmaya açıldı mı, uzmanlardan görüş alındı mı?

Akkaş: 4 + 4 + 4 modeli ortaya atılmadan önce konu kamuoyuyla, bu işin tarafları olan öğretmen, sivil toplum kuruluşları ve sendikalarla tartışılmamıştır. Bu işin içerisinde üniversiteler yoktur. Her konuda görüş bildiren bu kurum maalesef sessiz kalmayı kendine uygun görmüştür.

‘4 + 4 + 4 modeli önceden 18. Millî Eğitim şurasında tartışıldı’ deniliyor. Şûra alt komisyonlarında bu konu tartışılmamıştır. Şûra Genel Kurulu’nda hükümetin her dediğine ‘Evet’ diyen Eğitim Bir-Sen tarafından teklif edilerek kabul edilmiştir.  

Çetinoğlu: Okul öncesi eğitim konusunda Türkiye, dünya standartlarının neresinde?

Akkaş: Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde okul öncesi eğitim, büyük öneme sahiptir. Bunu AB ülkelerindeki okullaşma oranlarından rahatlıkla gözlemleyebiliriz.  AB istatistik kurumu Eurostat’ın yayımladığı verilere göre; ilköğretim öncesi okullaşma oranı Fransa, İngiltere, İtalya’da, Belçika’da, İspanya’da, Hollanda’da % 100’dür. Yunanistan, İrlanda, Polonya, Slovakya ve Finlandiya’da % 70’ler düzeyindedir.

Türkiye’de ise 2000 yılında 4 yaşındaki çocukların okul öncesi eğitime katılım oranı % 12 düzeyindeydi. Millî Eğitim Bakanlığı verilerine göre 2010-2011 eğitim-öğretim yılında ülkemizde okul öncesinde okullaşma oranları 3-5 yaş grubunda % 29,85, 4-5 yaş grubunda % 43,10’a yükselmiştir. Okullaşma oranları okul öncesinde 4-5 yaş grubunda kızlarda % 42,47, erkeklerde % 43,70’dir.

Görüldüğü üzere okul öncesi eğitimde Türkiye son 10 yılda büyük bir atılım yapmasına rağmen AB ülkeleri ile kıyaslandığında okul öncesi eğitim istenilen düzeyde değildir. Şayet okul öncesi eğitim mecburî olmaktan çıkarılırsa, bundan geriye gidiş söz konusu olacak ve ülkemizde bugüne kadar okul öncesi eğitime yönelik atılan adımların hiçbir anlamı kalmayacaktır. 

Bu rakamlar ışığında, okul öncesi eğitimde AB ülkelerinin standardını yakalamak için çaba gösterilmesi ve mevcut durumu daha da geriye götürecek uygulamalar içine girilmemesi gerekmektedir. Bu aşamada, alt yapı yetersizliği sebebiyle bundan geri adım atılması doğru olmayacaktır. Türk Eğitim-Sen olarak kaybolan yıllarımızı hızla telafi etmek için okul öncesi eğitimin mecburî olması projesinden hiçbir şekilde vazgeçilmemesi gerektiğine inanıyoruz.

Türk Eğitim-Sen olarak, mecburî eğitimin kesintili olmasına karşı değiliz. Ancak bu model 4+4+4 şeklinde değil; 1+5+3+4 şeklinde olmalıdır. Çünkü 4+4+4 şeklindeki model 50.000 sınıf öğretmenini norm fazlası durumuna düşürecektir. Norm fazlası öğretmenler yeni bir krize yol açacak, öğretmen ihtiyacının bulunmadığı illerde bu öğretmenlerin istihdam edilmesi büyük problem olacaktır.

Çetinoğlu: Öğretmen kadrosu açısından bir durum değerlendirmesi yapmanız mümkün mü?

Akkaş: Şu anda 247.293 sınıf öğretmeni vardır. Bu sistemle sınıf öğretmenleri norm fazlası duruma düşerken, bunun karşılığında 100.000’in üzerinde branş öğretmeni ihtiyacı doğacaktır.  Şu anda resmî rakamlara göre Millî Eğitim Bakanlığı’nın 126.137 öğretmen açığı vardır. Ülkemizde öğretmen açığı OECD ülkeleri ile kıyaslandığında ise daha da fazladır. OECD ülkelerinde öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ortalama ilköğretimde 16, ortaöğretimde 13,5’dir. Bu rakam İsveç’te ilköğretimde 12,1, ortaöğretimde 12,3, İspanya’da ilköğretimde 13,3, ortaöğretimde 9,8, Macaristan’da 10,7, ortaöğretimde 11,8, Almanya’da ilköğretimde 17,4, ortaöğretimde 14,8, Lüksemburg’da 11,6, ortaöğretimde 9,1’dir. Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ülkemizde ise ilköğretimde 21, ortaöğretimde 18’dir. Tabi ki bu ortalama rakamlar; derslik ve öğretmen dağılımının adaletli olmadığı ülkemizde bölge ve illere göre büyük farklılıklar göstermektedir. OECD ülkeleri taban alındığında ülkemizde öğretmen açığı ilköğretimde 157.685, ortaöğretimde 71.398 olmak üzere toplam 229.083’tür. Görüldüğü üzere ülkemizde öğretmen açığı büyük bir yara iken, 350.000 öğretmen tâyin beklemesine rağmen tâyinleri yapılmazken, öğretmen açığı her yıl 30.000-40.000 öğretmen tâyini yapılarak giderilmeye çalışılırken; 4+4+4 şeklindeki model, öğretmen ihtiyacını daha da artıracaktır.

Bu durumda Millî Eğitim Bakanlığı öğretmen ihtiyacını nasıl gidecektir?

Maliye Bakanlığı’nın her yıl 30 bin, 40 bin kadro verdiği göz önüne alındığında, Milli Eğitim Bakanlığı’nın eli, kolu bağlanmış olmayacak mıdır?

Çetinoğlu: Tasarı ile öngörülen düzenleme kanunlaşırsa nasıl bir durum ile karşılaşılacaktır?

Akkaş: Türk Eğitim-Sen olarak bu sistemin hayata geçmesi halinde okulların öğretmensiz kalacağını, Bakanlığın öğretmen açığını, ücretli öğretmen istihdamına ağırlık vererek gidermeye çalışacağını düşünüyoruz. Bu da okullarda eğitim-öğretimin kalitesinin düşmesi, verimin azalması, öğrencilerimizin dünya yarışında çok gerilerde kalmasına sebep olacaktır.

Bu noktada birinci ve ikinci kademe 4 yıl pedagojik açıdan değerlendirilmelidir. Birinci kademe eğitiminin 1 yıl azaltılarak 4 yıla düşürülmesi, 2. kademe eğitiminin 3 yıldan 4 yıla çıkarılması konusunda pedagojik olarak hangi çalışmalar yapılmıştır? Bunlar kamuoyuyla paylaşılmış mıdır? Ülkemizin ve sınıf öğretmenlerinin 5 yıllık ilkokul eğitimi üzerine önemli tecrübesi vardır. Durum böyleyken; İlkokul eğitiminin 4 yıla düşürülmesi, ülkemizin 5 yıllık ilkokul eğitimi tecrübesinin çöpe atılması anlamına gelmektedir.

Çetinoğlu: Türk Eğitim-Sen olarak kesintili eğitimden yanasınız. Kesintili eğitimin yararları nelerdir?

Akkaş: Kesintili eğitim öğrencilerin meslekî ve teknik eğitime yönlendirilmesi açısından olumlu sonuçlar doğurabilecektir. Çünkü ülkemizde meslekî eğitime gereken önem verilmemekte, meslekî eğitim son sıralarda yer almaktadır. Öğrencilerin meslekî anlamda istediği okula gidebilmesi olumlu bir yaklaşımdır. Ancak birinci veya ikinci kademe 4 yıldan sonra öğrencilerin eğitimlerine açık öğretim yoluyla devam edebilmesine yönelik bir düzenleme yapılmasını doğru bulmuyoruz. Açık öğretimin hangi ihtiyaçtan kaynaklandığını anlamak mümkün değildir.

Çetinoğlu: TBMM Millî Eğitim Alt Komisyonu’nda görüşülmekte olan tasarının başka mahzurları var mı?

Akkaş: Bu düzenleme kız öğrencileri okula gitmesi önünde büyük bir engel olacaktır. Bilindiği gibi bazı bölgelerde aileler çocuklarını okula göndermemek için elinden geleni yapmaktadır. Çocuklarını okutmak yerine tarlada çalıştırmak veya evlendirmek onlar için en büyük seçenektir. Bu durumda kız çocuklarının okula gönderilmesi için bugüne kadar yapılan kampanyaların hiçbir anlamı kalmayacaktır. Bu düzenleme hayata geçirildiğinde; çocuk gelinlerin sayısı hızla artacak, çocuk işçiliği dolaylı olarak meşru bir zemine kavuşmuş olacak ve en önemlisi özellikle kız çocukları eve hapsedilecektir. Ayrıca bu düzenleme kız çocuklarını hayattan koparmak anlamına da gelmektedir. Bir yandan kadınların çalışma hayatında yer almasını isterken, diğer yandan böyle bir düzenlemenin yapılması tezat oluşturmaktadır.

BÜTÜN KANUNLARIN ‘ANASI’ OLAN ANAYASA’DAN DAHA ÖNEMLİ OLAN EĞİTİM SİSTEMİNİ, TÜRK EĞİTİM-SEN GENEL SEKRETERİ MUSA AKKAŞ İLE KONUŞMAYA DEVAM EDİYORUZ.

Oğuz Çetinoğlu: Okul dışı eğitim, aile eğitim ve açık öğretim; klasik eğitimin yerini tutabilir mi?

 Musa Akkaş: Eğitim-öğretim okulda yapılır. Eğitim öğretimi sadece ders kitaplarından ibâret görmek sağlıklı bir yaklaşım değildir. Öğrencilerin okul havasını soluması, arkadaşları ile birlikte olması, eğitimini yüz yüze ve öğretmenlerinin gözetiminde sürdürmesi, sosyalleşebileceği bir ortama sâhip olması gibi unsurlarla birlikte eğitim öğretimi değerlendirmek gereklidir.

10 yaşındaki çocuklarımızı yüz yüze eğitimden mahrum bırakmak Türk Millî Eğitimi açısından yeni bir facia olarak değerlendirilmelidir. Bundan dolayı okulda eğitim şarttır. Mecburî eğitim çağındaki çocuklarımız için açık öğretim, ancak, sağlık durumu müsait olmayan ve çalışmak için başka bölgelere giden geçici tarım işçisi ailelerin çocukları için belli dönemlerde uygulanabilir. Bunun dışındaki bütün çağ nüfusunun okula mutlaka gitmesi sağlanmalıdır.

Şayet uygulama teklif edildiği şekilde hayata geçirilirse ülkemizde okullaşma oranları % 100’e ulaşamayacağı gibi daha da geriye gidecek ve eğitim sistemimiz büyük yara alacaktır. Mevcut sistemde bile okullaşma oranlarının % 100’e çıkarılamadığı düşünüldüğünde, öğrencilere ilk 4 yıldan sonra açık öğretim hakkı vermek, okullaşma oranlarının % 100’e ulaşmasını istememek anlamına gelecektir.

Çetinoğlu: Katsayı uygulamasındaki yeni düzenlemeyi değerlendirir misiniz?

Akkaş: Teklifte katsayı eşitleme düzenlemesi ve meslek liseleriyle düz liseler arasındaki katsayı farkının kaldırılmasını büyük bir memnuniyetle karşılamaktayız. Türk Eğitim-Sen olarak, katsayının kaldırılması için yıllarca mücadele verdik. Sendikamız, bu uygulamanın adaletsiz olduğunu, meslek lisesi öğrencilerini mağdur ettiğini, ülkemizi dünya teknoloji yarışından kopardığını, artık bu konunun ülke gündeminden çıkarılması gerektiğini ifade etmiş, hatta hükümete defalarca çağrıda bulunmuştu. Meslek lisesi öğrencilerinin feryadını, neler kaybettiğini her fırsatta kamuoyuna duyuran Türk Eğitim-Sen, bu uygulama sebebiyle meslek liselerinin kapanma noktasına geldiğini de her platformda anlatmıştı.

Sonunda meslek liselerine darbe vuran bu uygulamaya tamamen son verilmesi, bu konunun istismar malzemesi olmaktan çıkarılması meslek lisesi öğrencilerine ve ailelerine rahat bir nefes aldıracaktır. Yıllardır hiçbir ilmî ve pedagojik yönü olmayan katsayı zulmünün kaldırılması, meslek lisesi öğrencilerimizi rahatlatacak ve onların da üniversiteli olabilmesi için eşit koşullarda yarışmasını sağlayacaktır. 

Çetinoğlu: 4+4+4 sistemi, kesintisiz 8 yıl uygulamasının mahzurlarını gidecek mi?

Akkaş: 4+4+4 sistemi kesintisiz 8 yıl uygulamasının mahzurlarını gidermeyecek, aksine yeni problemleri beraberinde getirecektir. 4+4+4 sistemi ile 5 yıllık birinci kademe eğitimi 4 yıla düşürülmektedir. Bunu savunanlar, 28 Şubat mantığını yerle bir etmekten başka, sağlam bir gerekçe ortaya koyamamaktadır. 5 yıllık eğitimde, onca tecrübemizin neden çöpe atıldığını açıklayacak tek bir mantıklı cümle kuran varsa beri gelsin.

Çetinoğlu: Sözünü ettiğiniz ‘yeni problemler’ nelerdir?

Akkaş: 1 yıl azaltılan birinci kademe eğitiminin ciddî bir öğretmen dengesizliği oluşturacağı, matematik bir gerçektir. Sınıf öğretmenlerinin 1/5’inin norm kadro fazlası olacağı açıktır. Oluşacak norm kadro fazlası öğretmenlerinin, sınıf ortalamasının düşürülerek halledileceğini, okula başlama yaşı bir yaş düşeceğinden,  1. Sınıfa kaydolacak öğrenci sayısının iki misli olacağından dolayı fazlalık olmayacağını, bir kısım kapalı köy okullarının açılacağını söyleyenler bulunmaktadır.

Sınıf öğretmenlerinin norm kadro fazlası olmayacağını, bunu Türk Eğitim-Sen’in uydurduğunu söyleyen sendika ve sendikacılar da bulunmaktadır. Ancak, bunların açıkladığı hiçbir tedbir oluşacak norm kadro fazlalığını engelleyecek boyutta değildir. Birinci dört yıllık döneme kaydolacak öğrenci sayısının, iki katına çıkması, yeni sınıflar açılması sonucunu doğurmayacak, bazı bölgelerde derslik başına düşen öğrenci sayısını ikiye katlayacaktır. Derslik fazlalığı olan bazı bölgelerde veya mahallelerde bu durum mümkün olabilir, ancak, burada da sınıf öğretmeni açığı bulunmaktadır. Dolayısıyla, norm kadro fazlası olan sınıf öğretmenlerinin söz konusu bu bölgelere gönderilmesi söz konusu olabilecektir. Her halükarda sınıf öğretmenlerinin norm kadro fazlası olması kesin görünmektedir.

Bu durum birkaç yıl içinde hal olabilir. Bu mümkündür. Ancak, burada esas kaygımız, bu birkaç yıl içinde, norm kadro fazlası sınıf öğretmenlerinin başına neler geleceğidir. Norm kadro fazlası olacak sınıf öğretmeni sayısı her ilde farklılıklar gösterebilir. Bazı illerde bu sayı o ilin tolere edeceği oranda olabilir, ancak, bazı illerimizde bu sayı binli sayılara ulaşabilecektir. Bu durumda, Millî Eğitim Bakanlığı’nın ne yapacağından emin olmak mümkün değildir. Bugün dahi, norm kadro fazlası öğretmenleri, çok az sayıda olmalarına rağmen, idare etmeyen, yer değiştirmeye zorlayan Millî Eğitim Bakanlığı’nın, ortada duran yönetmeliğe rağmen, binlerce norm kadro fazlası sınıf öğretmenine göz yumması çok zor görünmektedir.

Çetinoğlu: Okula başlama yaşının bir yaş düşürülmesi….

Akkaş: Okuma yaşının 1 yaş düşürülmesi başka bir problemdir. Kas sinir koordinasyonu tam gelişmemiş, 5 yaş grubunun, 1. Sınıfa kaydının ilmî hiçbir gerekçesi bulunmamaktadır. Henüz oyun çağındaki çocukların okula kabulü, okul öncesini 1. sınıfa kaydırmak anlamına mı gelmektedir? Önümüzdeki eğitim öğretim yılında, hem 5 yaş, hem 6 yaş grubunun 1. sınıfa kabulü, öğretmenlerimiz açısından da sıkıntılı bir yıl yaşanması sonucunu doğuracaktır. 6 yaş grubunun okul öncesi eğitim aldığı, 5 yaş grubunun almadığını düşündüğümüzde, hem bedenî gelişimler farklı, hem becerileri farklı iki yaş grubunun aynı sınıf ortamında eğitilmesi, mecburiyeti ve zorluğunu öğretmenlerimiz yaşayacaktır. Kağıt üzerinde bu kararı alan yönetim ve bu anlamsız karara karşı durmayan Millî Eğitim Bakanlığı ana sorumlulardır. Bunlara çanak tutan sendikayı da unutmamak gerekir.

Okul öncesi eğitiminin mecburî eğitim dışı bırakılması tam bir garabet uygulamadır. Daha, düne kadar okul öncesi eğitimini bütün illerde mecburî hale getireceğiz, kaybettiğimiz yıllarımızı yeniden kazanacağız, 2011 yılında % 67 oranında okullaşma sağladık, diye övünen Millî Eğitim Bakanlığı, bugün nerededir? ‘TBMM’de 1+4+4+4 modeli üzerine bir teklif hazırlanıyor’ diyen, Bakan Ömer Dinçer okul öncesi eğitimin olmadığını, sadece 4+4+4’ün olduğunu görünce, niçin bu konuda tek kelime bile söylememektedir? 

İkinci dört yıldan sonra öğrencilerin lise eğitimlerini açık öğretim yoluyla alacak olması, bugün lise eğitiminde eriştiğimiz % 67’lik yüz yüze eğitim oranını,  kaça düşürecektir? Lise okullaşma oranında % 67’yi yakaladık, bunu % yüzlere çıkaracağız diyen Millî Eğitim Bakanlığı, öğrencilerin önüne açık öğretim imkânını koyduktan sonra, yüz yüze eğitim oranının lisede kaça düşeceğini, bugünden hesaplamakta mıdır? Açık öğretim imkânı, öğretmenin önemini reddetmek, yüz yüze eğitimin önemini kavrayamamak anlamına mı gelmektedir? Bunu bilmeyen, anlamayan bir Millî Eğitim Bakanı’nın varlığı bizleri rahatsız etmektedir.

Açık öğretimle her problemin çözüleceğine, öğrencilerin arzu edilen eğitimi alacağına inananlar, hem yüz yüze eğitimi, hem de okulda eğitimin önemini de kavrayamamış, çağ dışı kafalardır. Açık öğretim kavramını bu derece yaygınlaştıranların, dershane eğitiminin de patlayacağını öngörmemiş olması da mümkün değildir. Öte yandan imam hatiplerin önünün kapanmaması, imam hatip okullarının orta bölümünün açılması gerekmektedir. Türkiye’de din istismarı yapılmamalıdır. Bu sebeple imam hatip okullarının orta bölümü açılmalıdır.  Ancak açılmazsa okullarda seçmeli din eğitimi veya seçmeli Kuran-ı Kerim eğitimi verilmelidir. Din bir ihtiyaçtır. Şayet bunu karşılamazsanız din eğitimi merdiven altında yapılır.

Hülasa, önümüzdeki yıllarda eğitim öğretim adına, trajikomik olayları hep birlikte yaşayacağız. Yaşanacak bütün problemleri omuzlayanlar, yine, öğretmenlerimiz olacak, başarı hep bu aklıevvellerin, başarısızlık yine idareci ve öğretmenlerimizin olacaktır. Yine, bugün olduğu gibi, millî eğitim bakanları televizyonlarda, öğretmen eğitiminden, öğretmen başarısından, iyi öğretmen yetiştirmekten söz ederek, kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermeye devam edecektir. Tarih ve aziz milletimiz sorumluları mutlaka yargılayacaktır. Ancak, bazı sivil toplum örgütlerinin sorumluluğu saklıdır.

Çetinoğlu: Yetiştirilmesi düşünülen ‘dindar gençlik’ kavramı ile anlatılmak istenilenin ne olduğu belli mi?

Akkaş: ‘Dindar’ kelimesinin anlamı sözlükte; ‘Dinî kaidelere hakkıyla riayet eden, dininin emirlerini yerine getiren, mütedeyyin.’ Olarak verilmektedir. İnsan için kullanılan bir sıfat olup, dilimize Farsçadan geçmiştir. Kavram olarak da; ‘İslam’ın bütün emir ve nehiylerini şahsına uygulayarak yaşayan mütedeyyin, takva sâhibi insan’ anlamındarın, Sözlük ve kavram anlamları açısından konuya yaklaştığımızda ‘dindarlık’ eğitimle elde edilebilecek bir durum olmaktan daha çok, bir hayat tarzıdır. Dindar gençler; eğitimli gençler olabileceği gibi, eğitim düzeyi ortalamanın altında ve hatta okuma yazma bilmeyen gençlerden de oluşabilir.  Dolayısıyla dindar gençlik yetiştirmek (yetişmek eğitimle alakalı bir durum olduğu için) yanlış bir söylemdir. Dindarlık insanların hayata bakış ve yaşayış şekilleriyle doğrudan alakalıdır. Bunun yerine ‘dinî bilgileri yüksek olan bir gençlik’ ibâresi daha doğru bir yaklaşım olurdu..

Diğer taraftan devlet her alanda olacağı gibi din alanında da doğru ve iyi bir bilgi ve eğitim vermeli, insanların dindar yahut da dine karşı olmalarıyla meşgul olmaması gerekir.   Eğitim hayata bakışla ilgili bilgi ve donanımı gençlere yüklemeli, herkesi dindar yapmak için asla uğraşmamalıdır.  Âyette buyurulduğu gibi ‘Hidâyet ancak Allah’tandır.’ Yine bir başka âyet mealinde buyrulduğu gibi ‘Allah Rasulü’ne düşen görev, sadece tebliğ’dir.  Esasen Allah-u Teâla dileseydi bütün insanları mü’min ve dindar olarak yaratırdı. Ama o zaman insanların melekten farkı olmaz, bir başka deyişle bu günkü evren (dünya hayatı) olmazdı.

Çetinoğlu: Siz dindar gençlik kavramını nasıl yorumluyorsunuz?

Akkaş: ‘Dindar gençlik’ söylemiyle, neyin kastedildiğinin açıkça ifade edilmediğini düşünüyorum. Gençlik, toplumların geleceğe sağlam temellerle bağlandığı en önemli kesimidir. Bu kitlenin, dinî değerlerini bilerek ahlaklı ve çalışkan bir karakterle yetişmesinin büyük önemi olduğu inancındayım. Manevî hassasiyetlere sahip bir gençliğin yetişmesi için, yalnızca eğitim kurumlarının katkısı yeterli değildir. Ailenin ve diğer sosyal aktörlerin, yüce dinimiz İslam’ın temel öğretilerinden olan; ahlaklı şahsiyet, fazilet sahibi olma, yetimin hakkını gözetme, insan sevgisi, yardımseverlik, vatanperverlik gibi pek çok hasleti gençlerin öğrenebileceği bir sosyal zemin oluşturmaları gerekir.

Bize göre dindar gençlik, millî olan ile evrensel olanı, İslam ahlak ve fazileti ile Türklük karakteri ve şuurunu düşünce dünyasında buluşturabilmiş olan bir gençliktir.

Çetinoğlu: Gençliğin yalnızca ‘dindar’ olarak yetiştirilmesi; Türkiye’nin gelişmesine, kalkınmasına, dünyada ve bölgesinde daha güçlü, daha itibarlı bir devlet olmasına katkı sağlar mı?

Akkaş: Eğitim tek boyutlu bir kavram olarak karşımıza çıkmaz. Anadolu’nun tâbiriyle dinini, imanını, vatanını, milletini bilen, anasına babasına ve büyüklerine saygılı ve bağlı, bütün bunlarla birlikte çağın gerektirdiği her türlü bilgi ile donanmış bir gençlik yetiştirmeliyiz ki ülkemizi çağlar üzerinden atlatarak, güçlü Türkiye’nin kurulmasını sağlayabilelim. Yalnızca dindar bir gençlikle problemleri çözmemiz mümkün değildir.

 Ben dindarlıkla, gelişmişlik arasında doğru orantının bulunduğunu düşünüyorum. Ülkemizde, dindar olmakla, çağı anlamak veya gelişmeciliğin birbiriyle çelişir kavramlar olduğu savunulmuştur. İslam dini, gençlere ve yenileşmeye önem veren bir din olması bakımından; aklın, bilimin ve büyük ideallerin doğmasını sağlamıştır.

Çetinoğlu: Gençliğe yalnızca dininin öğretilmesi yeterli mi? Gençliğin; ahlak, çalışkanlık, mensubu bulunduğu toplumun değerlerini bilmek ve o değerleri geliştirmek, şahsî menfaatlerini milletin-devletin menfaatlerinin önüne koymamak, şahsiyet sâhibi olmak, araştırmak, sevgiyi kindarlığa – gıpta etmeyi kıskançlığa tercih etmek, faziletli, dürüst olmak gibi özelliklere sâhip olmasını da sağlamak gerekmez mi?  

Akkaş: İslamiyet’i doğru ve tam anlatarak yetiştirilen dindar gençlik, aynı zamanda sözünü ettiğiniz vasıflara sâhip olacaktır. Çünkü gerçek ve tam dindarlık, bu vasıflara sâhip olmayı gerektirir.

Çetinoğlu: Hedef; ‘dindar gençlik’ yetiştirmek mi olmalı, ‘dinini bilen gençlik’ mi? 

Akkaş: Hedef ‘dinini bilen gençlik’ olmalı. İmam-Hatip Lisesi ve İlahiyat Fakültesi mezunlarının bildikleri bir târif vardır: ‘Fıkıh; kişinin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesidir.’ Derler. Kavram olarak ise, İslâm’ın ferdî ve içtimâî hayata dair amelî hükümlerini bilmeyi ve bu konuyu inceleyen bir ilim dalını ifâde eder. Buradan da anlaşılacağı üzere aslolan bilmektir. Yani eğitimdir, bilgidir.

Çetinoğlu: ‘Dindar’ olmakla ‘dinini bilmek’ arasında ne gibi farklar vardır?

Akkaş: Kısaca şöyle diyebiliriz; Dindarlık bir ‘hayat tarzı’dır. Dindar insanlar eğitimli olabileceği gibi eğitimsiz de olabilirler.

Dinini bilmek ise, ‘Fıkıh’ kelimesi ile açıklamaya çalıştığımız gibi özellikle kişinin dinî açıdan lehinde ve aleyhinde olan konuları öğrenmesi yahut da bu konuda eğitim alması, özellikle İslam dininin emrettiği ve hatta kadın erkek her Müslüman’a farz kıldığı bir olgudur.

Son Haberler

DYK’DA GÖREV ALAN MEMURLARA ÜCRET ÖDENMELİDİR

Hizmet Kollarına Yönelik Mali ve Sosyal Haklara İlişkin 2024 ve 2025 Yıllarını Kapsayan 7....

MEB BÜTÇESİ İHTİYAÇLARI KARŞILAYACAK MI?

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan’ın, MEB Bütçesi hakkında yaptığı değerlendirmedir.

ATATÜRK, TÜRKİYE’DİR!

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan’ın, 10 Kasım dolayısıyla yaptığı basın açıklamasıdır.

AKADEMİK ZAM PAS GEÇİLMESİN!

Genel Başkanımız Talip Geylan, ekonomik koşullarından dolayı, başarılı öğrencilerin akademisyenliği değil, geliri daha yüksek olan meslekleri tercih ettiğini kaydederek, bu durumun Türk akademisinin geleceği açısından önemli bir zafiyet doğuracağını söyledi.