Tarihe iz bırakmış medeniyetlerin soy kütüğüne baktığınızda kahramanlıkları görürsünüz.
Nice adsız yiğitlerin destansı marifetlerini minnet ve şükranlıkla seyredersiniz. Hatta çoğu zaman şaşırırsınız, nasıl başardıklarına, neleri başardıklarına…
Hayran kalırsınız özlemle. O yiğitler, hayatınız boyunca sizin idolünüz olur. Yüksek hayallerinizin içini onlarla doldurursunuz. Fikirlerinizi ve eylemlerinizi o kahramanların mücadeleleriyle kutsarsınız.
Kahraman ecdadınızın, meydanlardaki tozu dumana katarak yürüyüşleri rüyalarınızı süsler daima.
“Keşke, ben de…” diyerek dillendirdiğiniz adanmışlığınız en büyük övüncünüzdür. O adanmışların mücadeleleriyle özdeşleştirdiğiniz yaşam tarzınızı, çocuklarınıza bırakacağınız en büyük mirasınız olarak kabul edersiniz.
Bir Adanmışlık Hikayesi
Yıl 1992. Türk memuru örgütlenmenin şuuruyla birlik oluyor. Sendikalarını kuruyor. Çalışma hayatında yaşanan sıkıntıların; memurun muhatap olduğu olumsuz idari ve ekonomik koşulların, ancak yine memurun gücüyle ortadan kaldırılabileceği gerçeğini görüyorlar. Yıllardır bir siyasi rant aracı olarak görülen kamu çalışanları, artık bu gidişe dur demek ve toplumsal bilinçlenmeyi sağlayabilmek için bir araya geliyorlar.
Türk memuru, bu birlikteliği yalnız mesleki kaygılarla oluşturmuyor. Toplumun en aydın ve eğitimli kesimini oluşturan kamu çalışanları, birlikteliklerinin, aynı zamanda aydınlanmaya, toplumsal gelişime ve devletin güçlenmesine de önemli katkıda bulunacağının şuurundadırlar.
İşte bu gerçeklerin farkında olan ve yurdumuzun değişik köşelerinde görev yapan bir grup fedakar kamu çalışanı sendikalarımıza hayat verdi.
Ülkemizde değişik kurumlarda çalışan yüz binlerce memur içerisinden sıyrılan bu insanlar, bir çok meslektaşları kurulu düzenin çarkları içerisinde şuursuzca sürüklenir ve toz duman içerisinde uyuşturulurken, aynen ataları gibi tozu dumana katan bir yürüyüşü başlattılar.
Onlar kendilerinden başka değerler ve gerçekler için fedakarlıkta bulunmayı kutsal bir erdem olarak baş tacı ettiler. Yaşamlarını, yalnızca kendileri için değil; kendilerinden sonra gelecekler için bir emanet olarak kabul ediyorlardı. Ancak bu inançla yaşandığı zaman, kısa insan ömrünün bir değer kazanacağını biliyorlardı. “Biz” olmadan “Ben” olmayacağına inanıyorlardı.
Bu ihlas, inanç ve inatla başlatılan mücadele, kısa zamanda yüz binlerce kamu çalışanını bir arada toplayan devasa bir güç haline geldi.
Gelinen noktada, özellikle Türkiye Kamu-Sen ve bağlı sendikaları; mensubu olmaktan övünç duyduğumuz Türk Eğitim-Sen, ülkemizin tartışılmaz bir olgusu haline gelmiştir. Duruşumuzu tasvip etmeyenler tarafından bile içten içe takdir edilen önemli birer sivil toplum kuruluşu olarak kabul ediliyor olmamızın gururunu yaşıyoruz.
Çok kısa zaman öncesine kadar sendikalar, mensupları ve muhatapları tarafından, yalnızca özlük ve ekonomik hakların mücadelesini veren kuruluşlar olarak görülüyordu. Oysa ki, memur sendikalarıyla birlikte ülkemizde sendikacılık anlayışında da bir dönüşüm sağlanmıştır. Artık sendikalara, tabii faaliyetlerinin yanı sıra başka sorumluluklar da yüklenmektedir. Özellikle içerisinde mücadele yürüttüğümüz sendikalarımız, artık, toplum adına taraf olan ve söz söyleme hakkı bulunan; katılımcı demokrasinin gereği olarak, millet namına yönetime müdahil olan, toplumsal kalkınmaya katkıda bulunan “Sivil Toplum Kuruluşları”dır. Zaten, modern ve gelişmiş toplumların önemli bir özelliği de o toplumdaki sivil örgütlenmenin sayısı ve etkinliği değil midir? Artık ülkeler, yalnız tepeden inmeci yönlendirmelerle değil; toplum içerisinde oluşturulan sivil kuruluşlarla idare edilmektedir. Bunun yanı sıra, küresel operasyonların da bu araçlar vasıtasıyla yapıldığını düşünürsek sivil toplum örgütlenmesinin önemi biraz daha net anlaşılacaktır.
İnanıyorum ki, ülkemizde, sendikal dönüşümü sağlayan kuruluşlarımız, toplumsal dönüşüme de katkıda bulunacak ve 21. yüz yılda yeniden Türk medeniyetinin tarihe damga vurmasına bir şekilde vesile olacaklardır. Toplumsal bilinçlenmeyi başlatacak, insanlarımızı yeniden yüksek hedeflere motive edecek, milletimizin özgüvenini tazeleyecek olanlar; milletimizin değerleriyle yön bulan sivil toplum kuruluşlarımız olacaktır.
İşte değerli okuyucular, bu gerçeklerin farkına vardığımızda; sendikalı olmayı, sendikal mücadelenin içerisinde bulunmayı bir de bu açıdan değerlendirdiğimizde, yaptığımız “İşin” ehemmiyetini daha iyi anlayabileceğiz.
Kendimizi küçük görmeyelim. Gücümüzün farkında olalım. Neler başarabileceğimizi görelim. Tarihin bizlere nasıl bir sorumluluk yüklediğinin şuurunda olalım.
Bu noktada henüz sendikalı olmamış eğitim çalışanlarına da seslenmek istiyorum:
Gelecekte nasıl hatırlanmak istiyorsunuz?
21. Yüz yılın lider ülkesinde yaşayacak nesillerinizin, sizi ve mücadelenizi minnet ve şükranla yad etmesini istemez misiniz?
Yaptıklarınızı, başardıklarınızı hayranlıkla seyretmesini; sizi, kendileri için bir idol olarak kabul etmelerini istemez misiniz?
Onların yüksek hayallerini, rüyalarını sizin mücadelenizin süslemesini; fikirlerini ve eylemlerini sizin hayatınızla kutsamalarını arzulamaz mısınız?
“Keşke, bende…” diyerek sizin adanmışlığınızla özdeşleştirdikleri yaşam tarzlarını, çocuklarına bırakacakları en büyük mirasları olarak kabul etmelerini istemez misiniz?
Şerefli bir yaşam ve mücadeleyle tarihe iz bırakan adsız neferlerden birisi olmak sizin için yeter bir mükafat değil midir?
Kısacası;
Tozu dumana katanlardan mı; yoksa, tozu dumanı yutanlardan mı olmak istersiniz?