15 Ağustos 2010 Pazar günü başlayan 9. Dönem toplu görüşmelerinde yaşananları ve söylenenleri siz değerli eğitim çalışanları ile paylaşmak istiyorum.
15 Ağustos 2010 Pazar günü başlayan 9. Dönem toplu görüşmeleri, KESK başkanının toplu görüşmelerin toplu sözleşme olarak referandum sonrasında yapılabileceği yönündeki sözleri ile başlamıştır. MEMUR-SEN başkanının da bu sözlere destek vererek “zaten referandumda evet çıkması durumunda toplu sözleşme yapılma zorunluluğu bulunduğu” yönündeki açıklaması ile de devam etmiştir. Devlet Bakanı Hayati YAZICI’nın “hukuken mümkünse toplu görüşmeleri erteleyebilecekleri ve referandum sonrasına bırakabileceklerini” söylemesi ile tartışmalı bir başlangıç yapılmıştır. Bu durum üzerine Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan AKYILDIZ, ”Toplu sözleşme hakkının referanduma bağlı kalınarak gündeme taşınması, kamu çalışanlarını referandumda baskı altına almak anlamına gelebilecek bir uygulamadır” diyerek görüşlerini ortaya koymuştur. Genel Başkan Bircan AKYILDIZ, toplantının sona ermesinin ardından Başbakanlık binası önünde yaptığı açıklamada, toplantının KESK Genel Başkanı Sami EVREN’İN toplu sözleşmeyle ilgili talebinin değerlendirilmesi için 18 Ağustosa ertelendiğini belirtmiştir. Türkiye Kamu-Sen olarak bu konudaki gelişmeleri kabul etmediklerini belirten AKYILDIZ, kamu çalışanlarının, Anayasa’nın 90. maddesi çerçevesinde toplu sözleşme hakkının olduğunu kaydetmiştir. AKYILDIZ, ”Toplu sözleşme hakkının referanduma bağlı kalınarak gündeme taşınması kamu çalışanlarını referandumda baskı altına almak anlamına gelebilecek bir uygulamadır” diyerek şunları ifade etmiştir: ”Kamu çalışanları adına toplu sözleşme yapılması hedefleniyorsa ve bu konuda bir eğilim ortaya çıkıyorsa, bir samimiyet söz konusuysa 12 Eylülden sonra yapılacak bir toplu sözleşmeyle şu an yapılacak toplu sözleşme arasında ne fark var? Hangi hukuki dayanak söz konusu olacaktır? Onun için siyasi irade samimi olmalıdır. Diyoruz ki, referanduma bağlı olmadan var olan hakların kullanılması konusunda bugüne kadar tavrı olan sendikalarımızı, şimdi yapılmak istenen referanduma baskı unsuru olarak bu konuyu kullanmak isteyenlere karşı malzeme olmaktan kurtulmalıdırlar. Toplu sözleşme yapmak isteyenler, bu toplu görüşme sonucunun, referandum sonucu ne olursa olsun müzakereler sonucunda varılacak mutabakatın toplu sözleşme niteliğinde olduğunu kabul etmesi yeterlidir. İşi uzatarak bu noktaya taşımak, bize göre konuyu sulandırmaktan öte bir uygulama değildir. Çarşamba günü bu konuyu yeniden görüşeceğiz.”
Referanduma bağlı olmaksızın yapılacak toplu sözleşme çalışmalarına Türkiye Kamu-Sen olarak her zaman destek vereceklerini belirten AKYILDIZ, ”Referandumun öne çıkarıldığı bir uygulama konusunda endişe duymaktayız. Sayın Bakan bu konuda söz vermelidir.
‘Referandum sonucu hayır da çıksa, evet de çıksa toplu sözleşme yapılacaktır’ sözü verilmelidir”diyerek toplu sözleşme uygulamasının referandum sonrasına bırakılarak kamu çalışanlarının evet demeye zorlanmasını kabul edilemeyeceğini” söylemiştir.
Bu konuda karar vermek üzere toplantının 18 Ağustos gününe bırakılması kararı ile toplantının ilk gün oturumuna son verilmiştir.
18 Ağustos günü gerçekleşen ikinci oturumda bazı sendikaların toplu görüşmelerin referandum sonrasına ertelenmesi yönündeki taleplerinin hukuken mümkün olmadığı kararı verilerek, toplu görüşmelere devam edilmesi için önce gündem tespiti yapılmıştır.
Gündeme göre ilk önce Başbakanlık Devlet Personel Başkanlığınca 2009 ve 2008 yılları toplu görüşmelerinde üzerinde anlaşılan konularda yapılan çalışmalarla ilgili bilgi verilmiş, Daha sonra DPB’nin gerçekleştirdiği bu bilgilendirme ile ilgili olarak sendika temsilcilerinin değerlendirmeleri alınmıştır.
Bu bölümde bir konuşma yapan Genel Başkanımız İsmail KONCUK, 2009 yılı toplu görüşmelerinde Ekli 1 sayılı listede yer alan disiplin kurullarında sendika temsilcilerinin katılımıyla ilgili olarak 2010/2 sayılı Başbakanlık Genelgesine rağmen özellikle üniversitelerde disiplin kurullarında sendika temsilcilerine yer vermeme uygulamasının sürdürüldüğünü, üniversitelerde Başbakanlık Genelgesini yok farz edilerek, bir derebeyi mantığı ile hareket edilmeye devam edildiğini söyleyerek, Başbakanlık Genelgesinin bile sorunu çözmeye yetmediğini belirtmiştir. “Üniversitelerin sanki bu ülke dışında olan kurumlar gibi yönetildiğini “belirten KONCUK,” mutabakat oluşturulmasına rağmen birçok üniversitede hala görevde yükselme sınavlarının yapılmadığını” ifade etmiştir.
Genel Başkan KONCUK, burada yaptığı konuşmada” Meslek Liselerinde döner sermaye uygulamalarının diğer kurumlardan farklı olarak mesai dışı ve tatil günlerinde yapılan çalışmalar olmasına rağmen, diğer kurumlar gibi değerlendirilerek burada çalışanların da ek ödemelerinin kesilerek mağdur edilmeye devam edildiğini, bundan ülke ekonomisinin de zarar gördüğünü ve pek çok meslek lisesinde döner sermaye çalışmalarının yapılmadığını iş gücü ve teçhizatın da değerlendirilemediğini, bu durumu geçen yıl yapılan toplu görüşmelerde de dile getirdiğini, Maliye Makanlığı Müsteşarı Naci AĞBAL’ın konuyu çözeceğini söylediğini ama problemin hala devam ettiğini “ vurgulamıştır. (Daha sonra problem Müsteşar NACİ AĞBAL ,le yüz yüze tekrar görüşülmüş ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Ruhi Beyin de desteği ile sayın Ağbal konuyu çözmek için gayret sarf edeceklerini ifade etmiştir.)
Genel Başkan KONCUK, “657 Sayılı DMK’da değişiklik yapan Kanun Tasarının hazırlanması aşamasında sendikalardan görüş alınmadan tasarının kapalı kapılar ardında kotarılmasının son derece yanlış olduğunu, özellikle memurun meslekten çıkarılmasını kolaylaştırıcı nitelikteki değişiklikleri sakıncalı olarak gördüklerini” ifade etmiştir.” Bu yıl toplu sözleşme yapmak istediklerini, toplu görüşme masasında beklenen verimi elde etmek istediklerini” belirten KONCUK, “Kamu İşveren Kurulu ve sendika temsilcileri birbirlerinin düşmanı ve rakibi değildir. Bu heyette bulunan herkesin görevi ülke adına görev yapan kamu çalışanlarını daha mutlu daha huzurlu kılabilmek olmalıdır. 4688 Sayıl Sendika Kanunundaki eksikleri biliyoruz. Bu eksiklere rağmen buradan kamu çalışanlarının beklentilerine uygun kararlar çıkartılabilir. Bu konuda hükümeti temsilen oturum başkanlığı yapan Devlet Bakanı Hayati YAZICI’ya büyük görev düşmektedir. Sayın Bakan bu masada sonuç alınabilmesi için gereken tavrı ortaya koymalıdır. ” şekline görüş beyan etmiştir.Daha sonra Mali ve Sosyal Haklar ve Çalışma Hayatı ve Sendikal Haklar konularında iki komisyon kurulması ve gerekli çalışmaları yaptıktan sonra hazırlayacakları raporları Kurula sunmaları kararlaştırılarak 24 Ağustos günü toplanmak üzere çalışmalara ara verilmiştir.
24 Ağustos 2010 günü gerçekleştirilen 3. oturumda Konfederasyonların talepleri ile ilgili olarak Kamu İşveren Kurulunun görüşlerini içeren “Çalışma Hayatı ve Sendikal Haklarla ilgili komisyon raporu” görüşülmüştür.
Kamu İşveren Kurulunun rapordaki görüşlerinde özellikle sözleşmeli personelin sorunları ile ilgili makul ve haklı taleplere bile olumsuz bir yaklaşım içinde olduğuna şahit olunmuştur.
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim Sen’in olmazsa olmaz talepleri arasında yer alan “sözleşmeli personele özür durumundan tayin taleplerinde getirilen sınırlamaların kaldırılması” ve “sözleşmeli personele görevde yükselme ve unvan değişikliği hakkının verilmesi ve vekâleten idareci olarak görevlendirilebilmeleri hususunda düzenleme yapılması “taleplerine Kamu İşveren Kurulunun “Sözleşmeli personel uygulaması mantığına aykırı olduğu” gerekçesiyle olumsuz görüş bildirmesi üzerine söz alan Genel Başkanımız İsmail KONCUK, “Türk Eğitim Sen olarak sözleşmeli personel uygulamasına temelden karşı olduklarını ve tüm sözleşmeli personelin ve sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmesini istediklerini “belirtmiştir. KONCUK, “sözleşmeli öğretmenlere kadro verilmesi ile ilgili olarak Milli Eğitim Bakanı Nimet ÇUBUKÇU ile yaptıkları görüşmede, Bakanın “sözleşmeli öğretmenlere kadro vereceğini” kendilerine ifade ettiğini ve birkaç gün önce bir televizyon kanalına aynı sözleri tekrar ettiğini belirterek, sözleşmeli öğretmene kadro sözünün artık hükümetin ve Başbakanın sözü haline geldiğini, bunun bir an önce gerçekleştirilmesini beklediklerini” ifade etmiştir. Genel Başkan KONCUK, “sözleşmeli öğretmenlere kadro verilmesi için bundan önce olduğu gibi her türlü meşru eylemi yapmaya devam edeceklerini” söyleyerek, “sözleşmeli öğretmenlere kadro sözü yerine getirilinceye kadar bu öğretmenlerin de tıpkı kadrolu öğretmenler gibi, her türlü özür grubu tayini ve görevde yükselme ve unvan değişikliği hakkından da yararlandırılması gerektiğini” vurgulamıştır.
Genel Başkanımız İsmail KONCUK, yaptığı konuşmada “yıllarca öğretmenlik yaptırdığınız sözleşmeli öğretmenlere aile bütünlüğünün korunmasının en temel insanlık hakkı olmasına rağmen eş durumu tayinlerinde ve diğer özür grubu tayinlerinde engeller çıkarılmasını, sınıf ve öğrenci teslim edildiği, kadrolularla aynı görevi yaptıkları halde müdür yetkili olma hakkı bile verilmemesini kabul etmemiz mümkün değildir” demiştir.
Genel Başkanın bu kararlı mücadelesi sonucu oturumu yöneten Toplu Görüşmelerden Sorumlu Devlet Bakanı Hayatı YAZICI da “bu sorunların çözülmesi gerektiğine ve çözülebileceğine inandığını belirterek, sorunu çözmeleri konusunda Devlet Personel Başkanlığınca gerekli çalışmaların yapılacağını “belirtmiştir. Böylece toplu görüşmelerde sözleşmeli personelin sorunlarının çözümü noktasında önemli bir aşamaya gelinmiştir.
Toplu Görüşmelerin 3. oturumunda ayrıca hizmet kollarına göre yetkili olan sendikalar tarafından hizmet kolunun sorunları ile ilgili sunumlar da gerçekleştirilmiştir.
Eğitim Öğretim ve Bilim Hizmetleri İş Kolunda yetki olan Türk eğitim Sen’in hizmet kolunun sorunları ile ilgili sunumunu da yapan Genel Başkanımız İsmail KONCUK, burada yaptığı konuşmada;
“Türk Eğitim-Sen olarak eğitimin önemini her kesimden ve zümreden çok daha fazla önemsemekteyiz. Eğitimin rolünün her platformda ve başta siyasiler olmak üzere çok farklı toplum katmanlarınca dile getirilmesi bizleri memnun etmektedir. Lakin eğitimin önemine vurgu yapmak tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Özellikle eğitim sisteminin direkt etkilediği genç nesli deney faresine çeviren, laboratuar ortamında oluşturulan projelerle ve masa başı mühendisliğinin ürünü olan uygulamalarla eğitimi içinden çıkılmaz bir girdaba sokan zihniyetin değişmesi bir gereklilik olmuştur.
Müfredat programları ve dolayısıyla Talim Terbiye Kurulu, bu süreçlerde belirleyici aktördür. Zira neyin, nasıl ve kimler tarafından aktarılacağına karar verici durumundadırlar. Deneme yanılma yöntemiyle, akademik unvanların arkasına sığınmakla veya el yordamı yöntemiyle bir neslin kaderi çizilemez. Ürünün de, aracın da insan olduğu bir süreçten bahsediyorsak bu süreçte şaka da yanılma da olamaz. Bunun bedelini siyasi aktörler değil bir nesil ve dolayısıyla bir millet öder. İşte bu yüzden de ‘eğitimi önemsemek ve eğitimin önemine vurgular yapmak’ iyi niyetli laf kalabalığı olmanın ötesine geçemez. Eğitimin önemini dillere sakız etmek, onun önemini kavramak anlamına hiç ama hiç gelmez” demiştir.
Genel Başkanımız KONCUK, konuşmasının devamında “Mili Eğitim Bakanlığı hem tüm mesleki örgütlenmelere hem bütün sendikalara aynı mesafede olmak zorundadır. Merkezde bürokrat veya taşrada yönetici olan kişi Milli Eğitim Bakanlığını temsil ettiği gerçeğini aklından çıkarmamalı, hiçbir çalışanını sendikal tercihine göre yaftalama ilkelliğine başvurmamalıdır. Aksi takdirde kamplaşma, ayrışma ve güvensizlik ortamının baş mimarı konumuna gelecektir. Aynı şekilde MEB, siyaset üstü kararlara gelecek nesiller adına imza koyabilecek özerklikte olmalıdır. MEB, gelecek seçimlerle gelecek nesiller arasında tercih yapacaksa, tercihini gelecek nesillerden yana kullanmak zorundadır. Bu tavır, erdemli olmanın da onurlu olmanın da olmazsa olmaz ölçütüdür.” diyerek konuşmasını sürdürmüştür.
Genel Başkanımız KONCUK, “Eğitim-öğretime hazırlık ödeneğinin bir maaş tutarına çıkarılması ve memur ve hizmetliler dâhil tüm eğitim çalışanlarına ödenmesi gerektiğini, ancak hükümetin kurum idari kurulu ve toplu görüşmelerde üzerinde mutabık kalınan bu konunun TBMM’ne kanun teklifi olarak geldiğinde buna ret oyu vererek karşı çıkmasını anlamakta zorluk çektiklerini ve takdiri eğitim çalışanlarına ve kamuoyuna bıraktıklarını” belirtti.
YÖK ve Üniversiteler konusuna da konuşmasında değinen Genel Başkanımız KONCUK, “Eğitimde yaşanılan kaosun önemli aktörlerinden birisi de YÖK’tür. İdeolojik körlüklerin çekim merkezi haline gelen ve adı dışında hiçbir yüksekliği toplum nazarında kalmayan bu kurumun; siyasi mülahazalardan bağımsız bir şekilde yeniden ele alınması ve yapısında değişikliğe gidilmesi, toplumsal bir zorunluluk halini almıştır. Fakat YÖK’ten şikâyetçi olan her siyasi iktidarın bir süre sonra YÖK ü ele geçirme kavgası vermesi ve yapısal değişiklik beklentilerini yok sayması, siyaset kurumunun Milli Eğitim ve YÖK ü nasıl arabeskleştirdiğine güzel bir örnektir. Siyasi kaygılarla YÖK’ü yeniden yapılandırmayan, yeni bir YÖK kanununu meclise getirmeyen siyasi erkin, mesleki eğitimin sorunlarını da katsayı sorununu da çözmesi mümkün değildir. Yüksek öğretimin sorunlarına deva olmayan, üniversite kapılarında bekleyen yığınlara pişkince el sallayan, üniversite mezunu milyonlarca işsize inat plansız programsız fakülte açmayı maharet sanan algının Yüksek Öğretimden tasfiyesi de bir başka zarurettir. Öte yandan üniversite çalışanlarının idari ve ekonomik sorunları çözülmedikçe bilimsel çalışmadan ve araştırmalardan sonuç beklemek fazla iyimserlik olacaktır.
Bir başka önemli husus da gerek YÖK’ün, gerek MEB’in gerekse de üniversite yönetimlerinin, sendikalara bakışındaki sakat algıdır. Sendikaları öcü gibi görmek, ‘bir bunlar eksikti’ gibi bezirgân bir tavırla sendikaları yargılamak, gelişmiş demokratik ülkelerde örneği görülen tavırlar değildir. Sendikalar, siz beğenseniz de beğenmesiniz de Demokratik Düzenlerin vazgeçilmez bileşenidir. Çalışanlarının hak ve menfaatlerini korumak, hizmet verdikleri işkolunda her türlü idari ve hukuki süreçte yer almak, her türlü konuda bilimsel araştırma ve raporlarla süreçlere ortak olmak sendikaların asli vazifesidir. Sendikaları sakıncalı piyade gibi görmek yerine, büyük bir şans olarak görme erdemine ve siyasi olgunluğuna erişildiği gün, bu kurumların ve beraberinde eğitim sistemimizin çok daha farklı kazanımlar elde edecekleri kesindir.” demiştir.
Yaptığı uzun konuşmada usulsüz 76. Madde atamalarına ve sendikal ayrıma da dikkat çeken Genel Başkan bu konu ile ilgili olarak “76.maddeyi istismar ederek yapılan siyasi atamaların önünü açmak, liyakat yerine parti – sendika sadakatini kriter olarak getirmek veya defalarca yargıdan dönen yönetici atama yönetmeliklerine imza atmak tam da bu bahsettiğimiz sürece uygun örneklerdir. Siyasi kadrolaşmanın kazananı yoktur ama kaybedeni başta eğitimciler ve öğrencilerdir. Genelde ise tüm toplum katmanlarıdır. Bu tip uygulamalarla kendi çalışanlarının motivasyonunu ve bakanlığa olan güvenini sıfırlamak, onların üzerinde rehberlik ve düzenleyicilik görevini bir kenara bırakarak baskı unsuru haline gelmek, eğitimcileri kamplaşmanın tarafları haline getirmek, sendikal tercihlerinden dolayı çalışanlarına “kendimden olmayan ötekidir” anlayışıyla yaklaşmak, paydaş önceliğini kurumsal yeterlilik ve yetkinlik kriterlerinden sıyırarak “bana yakın olan paydaşımdır” uygulamasına dönüştürmek Eğitim Sistemimizi kurşunlamakla eşanlamlıdır.” Diyerek konuşmasını sürdürmüştür.
Grev ve Toplu Sözleşme hakkına da değinen İsmail KONCUK, “İmzalanan Uluslararası sözleşmelerin tam tersine, iç mevzuatında kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkı konusunda düzenleme yapılmamış ve grev yapmaları hala yasaktır.2002 yılından bu yana yetkili kamu görevlileri sendikaları ile Kamu İşveren Kurulu arasında gerçekleşen Toplu görüşmeler bir danışma sisteminden öteye gidememiştir. Mutabakatsızlıkla sonuçlanan görüşmeler olmuş ve konfederasyonumuz Uzlaştırma Kuruluna başvurmuştur. Uzlaştırma Kurulunun çalışanların lehine verdiği kararların hiçbirisini hükümet uygulamaya geçirmemiştir. Bu durumda kamu görevlilerinin haklarını koruyabilmesi için ellerinde hiçbir yasal dayanak kalmamaktadır. 4688 sayılı kanuna rağmen çalışanların sorunlarının arzu edilen seviyede çözülebilmesi mümkün olmamaktadır.
Gerek ülkemizin imza altına alarak, uygulamayı kabul ettiği uluslar arası sözleşmeler, gerekse dillerden düşürülmeyen demokratikleşme arzusu kamu görevlilerinin Toplu Sözleşme ve grev hakkına kavuşmasını zorunlu kılmaktadır.”demiştir.
Toplu görüşmelerin 3.oturumuna “Mali ve Sosyal Konularla” ilgili komisyon çalışmalarının değerlendirileceği ve 28 Ağustos 2010 günü yapılacak 4. oturumla devam edilmesi kararlaştırılarak son verilmiştir.
Görüşmelerin 4. gününe yetkili sendikaların işkollarında çalışanların sorunları ile ilgili olarak yaptıkları sunumlara devam edilerek başlanmıştır. Daha sonra Çalışma hayatı ile sendikal haklara ilişkin olarak oluşturulan komisyon raporu ışığında üzerinde uzlaşılan konular ve üzerinde çalışma yapılması kararlaştırılan konularla ilgili oluşturulan rapor üzerinde değerlendirmeler yapılmıştırı.Bu kapsamda eğitim çalışanları için çok önemli bazı konular Türk Eğitim Sen Genel Başkanı İsmail KONCUK’un ısrarlı tutumu ve kamu işveren kurulunu ve Bakan YAZICI’yı ikna etmesi üzerine mutabakat sağlanan hususlar arasına girmiştir.
Üzerinde anlaşılan hususa göre’’Bünyesinde döner sermaye bulunan Endüstri Meslek Liselerinde yapılan döner sermaye çalışmalarının mesai dışında yapılması dolayısıyla diğer döner sermaye uygulamalarından farklı olduğu ve bu nedenle ek ödeme mahsuplaşması kapsamından çıkarılması için düzenleme yapılacaktır”
Yine birçok eğitim çalışanının mağdur olmasına neden olan MEB kadrolarında görev yapan memur,hizmetli ve teknisyen gibi personelin görev tanımlarının net olarak yapılması ve bu kapsamdaki personelin bir yer değiştirme yönetmeliğinin oluşturulması için Devlet Personel Başkanlığınca gerekli çalışmalar yapılacaktır.
Toplu Görüşmelerin 4.gününde daha sonra Mali ve Sosyal Haklar komisyonunca hazırlanan ve sendikaların taleplerinin Kamu bütçesini getirdiği mali yükü gösteren raporun sunumu Maliye yetkililerince yapılmıştır. Hükümet tarafından henüz somut bir teklifin yapılmadığı görüşmelere 21.30 da tekrar toplanarak devam etmek üzere 18.30 da ara verilmiştir.
21.30 da yeniden başlayan görüşmelerde hükümet tarafından ilk önce Ocak 2011 den geçerli olmak üzere %3 +%3 oransal artış ve 70 tl ek ödeme 10 tl+10 tl aile yardımı ve ve 3 ayda bir 30 tl toplu görüşme primi önermiştir.
Türkiye Kamu Sen ise maaşlara yansıması, kamu görevlilerinin tamamı için geçmiş dönem kayıplarının karşılanması ve 2011 yılının maaş artışlarıyla birlikte aylık 310 TL düzeyinde olacak bir teklif sunmuştur
.
Bu rakam son derece makul, mantıklı ve istenildiğinde karşılanabilecek ve kamu görevlilerinin temel ekonomik sorunlarını çözebilecek düzeydedir.
Türkiye Kamu Sen’in 310 TL’lik talebine karşılık, Kamu İşveren Kurulu’nun diğer konfederasyonu da arkasına alarak sunduğu öneri, tüm çalışanlar için yalnızca %3+%3’lük bir artıştan ibaretti.
Ayrıca yaklaşık 850 bin memur ve 1 milyon 800 bin emeklinin maaşlarına yansımayan ek ödemeye 70 TL artış, 2 milyon 200 bin memurun yararlanamadığı aile yardımının yılın tamamında 20 TL artması ve daha önce kaldırılan toplu görüşme priminin tekrar hayata geçirilmesi önerilmiştir. Böylece herkese verir gibi yapılarak sadece bir kısım çalışana artış yapılmış ve emeklilik ve emekliler unutulmuştur.
Türkiye Kamu-Sen olarak daha önce de belirttiğimiz gibi ek ödemeler “eşit işe eşit ücret” ilkesini hayata geçirmek için bir araç olduğunu ve bunların maaş artışlarından bağımsız şekilde verilmesi gerektiğini,bu durumun zaten 2008 yılında sayın Başbakan tarafından da açıklanmış ve imza altına alınmış olduğunu, üstelik tam 800 bin çalışan ve 1,8 milyon emeklinin de bu ödemeyi alamadığını, dolayısıyla ek ödeme önerisinin bir maaş artışı gibi kabul edilmesi mümkün olmadığını,ek ödemede yapılan artışın kamu görevlileri için bir iyileştirme değil, bir harçlık niteliği taşımaktan öteye bir anlam ifade etmediğini ve sunulan bu teklifin, kamu görevlilerinin tamamını ilgilendiren kısmı yalnızca 3+3 olduğunu ifade ederek bizce kabulünün mümkün olmadığını net bir dille ifade ettik, ancak uzlaşma arzumuzu ve irademizi de göstermek amacıyla siyasi iradenin teklifinin üzerine, sosyal yardımlardan sözleşmeli personelin de faydalandırılması, emekli ikramiyesine esas olan 30 yıllık üst sınırın kaldırılması, toplu görüşme priminin 15 TL olması, tüm kamu görevlilerine altışar aylık iki dilim halinde 120 TL daha seyyanen zam yapılması ve oransal artışlara yılın her iki yarısı için 1’er puan olmak üzere %2 refah payı eklenmesi durumunda uzlaşmanın mümkün olduğunu Kamu İşveren Kurulu’na ilettik.
Türkiye Kamu Sen’in bu teklifi üzerine Sayın Bakan ve Kamu İşveren Kurulu yetkilileri, “sözleşmeli personelin de sosyal yardımlardan faydalanmasının ve emekli ikramiyesine esas 30 yıllık sınırın kaldırılması konusunda çalışma yapılmasının mümkün olduğunu ancak tüm kamu görevlileri için yaptığımız seyyanen artış teklifini kabul edemeyeceklerini, buna karşın ek ödemeye 10 TL daha artış yaparak 80 TL’ye, aile yardımı ile ilgili tekliflerini 5’er TL daha artırarak, 30 TL’lik bir artış yapabileceklerini belirtmişlerdir.
Türkiye Kamu-Sen olarak bizler, tüm kamu görevlilerinin maaşlarına artış yapılmasını istedikçe Kamu İşveren tarafının, memurların çoğunluğunu ihmal eden, kısmi ödemelere yönelmiş olduğunu üzülerek gördük. Ancak uzlaşmadan ve kamu çalışanlarına kabul edilebilir bir ücret artışından yana olduğumuz için, kamu görevlilerinin tamamı için tatmin edici bir artış oranına ulaşmak adına, Kamu İşveren tarafının teklifine ek olarak seyyanen artış talebimizi 30 TL + 30 TL olmak üzere 60 TL olarak yeniledik.
Başbakanla yapılan görüşme sonucunda maaş artış oranlarının %3 +%3’ten %4+ %4’e çıkarılabileceği, bunun dışında bir artış yapılamayacağı bildirilmiştir. Buna rağmen Türkiye Kamu-Sen son bir teklif ve iyi niyetinin göstergesi olarak, Kamu İşveren Kurulunun teklifinin üzerine ek olarak, seyyanen artış talebimizi 25 TL’ye çektiğini ifade etmiştir.
Ancak bu denli düşük teklifimiz dahi siyasi irade nezdinde karşılık bulmamış ve böylelikle 2010 yılı toplu görüşmeleri Türkiye Kamu Sen açısından uzlaşmazlıkla sona ermiştir.Toplu görüşmelerin uzlaşmazlıkla sonuçlanmasının ve çalışanların tamamının yararlanacağı maaş artışlarının gerçekleşmemesinin sorumluları şüphesiz ki Kamu İşveren Kurulu ve onların güdümünde teklifler ortaya koyarak kamu çalışanlarının pazarlık gücünü zayıflatan sendikalar olmuştur.