GAZETEKAMU: Taleplerinizi açıkladınız, geçen yılla kıyasladığınızda bu yıl nasıl bir Toplu Sözleşme bekliyorsunuz? Taleplerinizin karşılanacağına inanıyor musunuz?
KONCUK: Türkiye Kamu-Sen 445 bini aşan üyesinin kendisine verdiği yetkiyle, kamu çalışanları için pazarlık masasına oturmaya hazırlanıyor. 4/C’li personelin bir an önce kadroya geçirilmesini, ek ödeme, özel hizmet tazminatı, ek gösterge sorunlarının hükümet tarafından çözülmesini bekliyoruz. Birileri masada olmamızdan her ne kadar rahatsız olsa da, Türkiye Kamu-Sen olarak kamu çalışanlarının menfaatleri doğrultusunda taleplerimizi masaya sunacağız. Türkiye Kamu-Sen’in varlığından duydukları rahatsızlığı, açıkça ifade etmekten sakınmayan sözde yetkili konfederasyonun bizi masada görmek istememesinin nedenini az buçuk tahmin ediyoruz; ancak, bilinmelidir ki; Türkiye Kamu-Sen o masada kamu çalışanları aleyhine atılacak her adımın karşısında durarak yine memurun en yılmaz savunucusu olacaktır. Tabii sendikacılık sadece masada yapılan bir faaliyet değildir. Alanlarda da haklarınızı ifade eder, talep eder ve gerekli yerlere mesajlarınızı gönderirsiniz. Geçtiğimiz yıl çok ciddi eylemler yaptık ama inşallah bu sene taleplerimiz değer görür ve bizde eylem yapmak zorunda kalmayız. Biz eylemi bir amaç olarak değil araç olarak görüyoruz. Ancak buradan şunu da ifade edeyim ki, taleplerimiz yeterince değer görmez ve karşılanmazsa iş bırakma da dahil birçok eylem çeşidini meşru görür ve yaparız.
Türkiye gerçeklerini göz önünde tutarak belirlediğimiz talep neticesinde, hükümetten yüzde 10+10 zam talebinde bulunacağız. Hükümet başka rakamlar söyleyecek. Biz Hükümetin karşısına yüzde 5 ya da 6 gibi rakamlarla oturursak, pazarlık makasımızı da daraltmış oluruz. Dolayısıyla Türkiye Kamu-Sen’in ortaya koyduğu zam talebinin, hem Türkiye’nin ekonomik gerçeklerine ve alım gücündeki azalmaya ilişkin doğru ve kabul edilebilir bir talep olduğunu düşünüyorum. Sanal enflasyon rakamları üzerinden kamu çalışanlarına zam verilmesi doğru değil. Biz burada esas alınması gereken kıstasın sokak enflasyonu olduğunun altını çiziyoruz. Sokaktaki enflasyon kamu çalışanları ve vatandaşların yüz yüze olduğu, gerçek rakamlardır.
Taleplerimizin karşılanması konusunda ümitli olmak istiyoruz. Önemli olan bakış açısı, tercih ve algı meselesidir. Hükümet iyi niyetli olduğunu göstermek istiyorsa, taleplerimizin çok makul olduğunu zaten görür. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de taleplerimizi açıkladıktan sonra yaptığı açıklamada, taleplerimizin makul olduğunu kabul etmiştir; ancak, daha sonra da Türkiye gerçeklerinden söz etmiştir. Dünyanın en büyük 17. ekonomisine sahip bir ülke olduğumuz söyleniyor ama, sıra memura gelince yüzde 3’lerde zam reva görülüyor. Türkiye ekonomisi, ancak memurun da alım gücünün dünya sıralamasındaki yeri 17 olduğu zaman büyür. Ancak OECD ülkeleri arasında gelir seviyesi en düşük ülkeler arasında yer alan memurlarımız için de, gayret sarf edildiğini görmek istiyoruz.
Tüm taleplerimizin bu masada karşılanmasını beklemiyoruz ama bu masa pazarlık masasıdır ve 10 talebimizden 5-6 tanesini kabul etsinler diğerlerini elbette diğer yıllarda yine çözeriz ama her şeye hayır diyerek gelen bir Hükümet anlayışını da bu masada görmek istemiyoruz. İnşallah bu Toplu Sözleşme döneminin, kamu çalışanları ve emeklilerimiz için hayırlı ve uğurlu olmasını temenni ediyorum.
GAZETEKAMU: Toplu Sözleşme taleplerinizin olmazsa olmazlarınız hangileridir?
KONCUK: Taleplerimizi oluştururken en makul ve kabul edilebilir seviyeyi korumaya çalıştık. Taleplerimizin tümü bizim için olmazsa olmazlarımızdır. Özellikle 4/C’lilerin kadroya dahil edilmesi, ek ödememelerin emekliliğe yansıtılması gibi hususlar, memurların bir an önce çözülmesini beklediği sorunlar arasındadır. Zaman zaman, “biz devlet olarak görevimizi yaptık, fabrikaları kapadık ama kıdem tazminatlarını verdik, hatta bir de 4/C’li yaptık” gibi bir yaklaşım sergileniyor. Hükümete buradan seslenmek istiyorum: Siz bir özelleştirme mağduru yarattınız, sosyal devletin gereği, insanlarına iş bulmak, insanca bir yaşam sağlamaktır. Bu Anayasal bir sorumluluktur. Tabii 4/C’li çalışanların bir kısmının emekliliği geldi ama, aralarında daha 3 – 5 yıllık çalışan genç arkadaşlarımız var. 4/C’lilerin tamamı kadroya alınmalıdır. 500-600 TL. daha fazla vermeyle koskoca Türkiye Cumhuriyeti batmaz. 23 bin insanı görmezden gelmek nasıl bir anlayıştır.
Emeklilerin durumunu da gözden geçirilmesi gerekir. Emeklilerimiz bugün Türkiye’de 1250 – 1350 TL. civarında maaş alıyor. Bu vicdanları karartan bir durumdur. Bu ülkeye 30 – 40 yılını veren insanların aldığı rakamlardır bunlar. 5510 sayılı bir kanunla emeklilik yaşı yükseltildi. Şimdi 23 yaşında işe giren bir gencimiz 65 yaşına kadar 42 yıl çalışması lazım ki emekli olabilsin. Fakat emeklilik yasası şunu söylüyor, ben memurların emekli maaşının ve emeklilik ikramiyesinin hesaplanmasında devlet memurlarının 30 yıllık çalışmasını dikkate alırım. Şimdi ben 42 yıl çalışacağım geriye kalan 12 yılım ne olacak? 65 yaşına çıktıysa emeklilik yaşı neden ikramiye ve maaş hesabı 30 yılla sınırlanıyor? Masada bunları da konuşacağız. Ek ödemeler konusu da yine konuşacağımız başlıklar arasında. Geçtiğimiz yıl bu konuda çok ciddi tepkiler oluştu. İş bırakma eylemimizin ana sebeplerinde birisi de öğretmenlerimiz ve akademisyenlerimizin göz önüne alınmamasıydı. Birçok devlet memurunun ek ödemesi bir miktar artırıldı ama, öğretmen ve akademisyenlerimiz başlıca olmak üzere buna Kit’leri de dahil edebiliriz, hekim dışı sağlık çalışanları ve postacıları da dahil edebiliriz, onların ek ödemelerinde de bir artış olmadı. Geçen yıl çok ciddi tepki oldu, biz Öğretmenler, akademisyenler ve Kit çalışanlarının ek ödeme oranlarının 25 ila 75 puan arasında artırılmasını talep edeceğiz. Ek göstergelerin mutlaka yeniden düzenlenmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz. Ek göstergeler yeniden düzenlemelidir. 657 sayılı yasa köhneleşmiş diyen bizzat Çalışma Bakanı Faruk Çelik’tir. Kendisinin önüne bir çalışma sunduk, dedik ki, 657 sayılı kanunu değiştirecekseniz böyle değiştirin dedik. Son torba yasada kendisine sunduğumuz 80 tekliften bir tanesi bile yer almadı. Bir taraftan 657 köhnemiş diyecek diğer taraftan da böyle düzeltin denilen teklifleri görmezden geleceksiniz. Bu bağlamda, ek gösterge oranlarının da 800 puan artırılmasını talep edeceğiz.
GAZETEKAMU: İşçiler 4+4 ‘e Toplu Sözleşme imzaladılar. Hükümetin yol haritasını göstermesi açısından bu rakamın bir önemi var mı?
Kamu işçilerine yönelik yaklaşık 1 aydır yürütülen görüşmeler sonuçlandı ve kamu işçilerine 2013 yılı 4+4, 2014 yılı için ise 3+3 zam öngörüldü. Tabii 2014 yılı için kamu çalışanlarına 3+3 zam verilmesi, bizim endişelenmemiz için bir sonuç ortaya çıkarıyor. Çünkü 2013 yılı için kamu işçilerine yüzde 4+4 zam verilmesi, maaşı 1800 TL.’nin altında olanlara 200 TL. zam verilmesi ve birtakım sosyal haklarının 185 TL. civarına çıkarılması doğru olabilir. Ancak 2014 yılı için işçi sendikalarının yüzde 3+3’e imza atmaları inşallah bizleri olumsuz etkilemez. Tabii biz masada 2014 ve 2015 yıllarının pazarlığını yapacağız. Dolayısıyla Hükümet kamu işçilerine 2014 yılı için verdiği 3+3’lük zammı masada karşımıza çıkaracaktır. İşçilere 3+3 zam verdik, size de bu eksende zam verebiliriz durumuyla karşı karşıya kalabiliriz. Halbuki, 2014 ve 2015 yılları seçim atmosferine girdiğimiz yıllardır. Aslında bu seçim dönemi hem kamu çalışanları hem de kamu işçilerinin elinin en güçlü olduğu dönem olarak değerlendirilmelidir. Böyle bir dönem öncesi sendikaların eli güçlü değilse, sendikalar ne zaman güçlü olabilir! Biz 3+3 gibi ya da 4+4 gibi bir zam oranını bugünden reddediyoruz.
GAZETEKAMU: Çözüm Süreci ve Gezi Parkı eylemlerine yönelik görüşünüz nedir? Kamu görevlileri gezi olaylarının içerisine çekilmek istendi. Kamu-Sen’in bu konu hakkındaki tavrı nedir?
KONCUK: Ülkenin en önemli gündem maddelerinden biri olan çözüm süreci sıkıntılı bir döneme girdi. Bizim gördüğümüz şu anda, çözüm süreci bir kördüğüm olmuş durumda. Terörle mücadelede taviz tavizi getirir. Hükümet terörü taviz vererek çözmeye çalıştı, ancak gelinen tablo ortada. Terörist başı ile müzakere edildi, saklanmaya çalışıldı, ortaya çıkınca da küstah tavırlar sergilendi. Kimse şehit ailelerinin yüreklerinde yanan ateşi düşünmedi. Şehit kanlarının üstüne basa basa, terörü yok edebileceklerini düşünenler bugün kara kara ne yapacaklarını bilmez bir halde dolaşıyorlar. Ülkenin doğusunda başka rüzgarlar esiyor. Sözde Kürdistan’ın militanları şehirlerde eşkıyalık yapıyor ve kimsenin sesi çıkmıyor, teröristlere cenaze düzenleniyor, kimsenin umurunda değil. Hal böyle iken burada bir çözümden değil, bir çözülmeden söz edilebilir ancak.
Gezi Parkı’nda yaşanan olayların esasında bir öfke patlaması olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de bir polis devleti oluşturuluyor. Bir yandan Türkiye’de ileri demokrasi nutukları atılırken, diğer yandan insan haklarından bahsedilirken, esasen ileri demokrasi ile alakası olmayan bir polis devleti fiilen oluşturulmak isteniyor. Hangi sebeple olursa olsun, insanlarımızın demokratik taleplerine hükümetlerin, siyasi iktidarların saygı göstermesi lazım. bu insanların siyasi görüşleri bizden farklı olabilir ama bir yandan PKK terör örgütünü kardeş ilan edeceksiniz, bu ülkeyi bölmeye çalışan, bu ülkeye ihanet eden insanları bağrınıza basacaksınız; diğer yandan hangi sebeple olursa olsun, demokratik taleplerini ortaya koyan insanlara adeta zulmedeceksiniz. Bunu kabul etmek mümkün değil.
Çoğunlukçu rejim anlayışıyla, çoğulcu demokrasi arasında büyük farklar var. “Ben çoğunluğa sahibim, her şeyi yaparım”, “Çoğunluk benim yaptıklarımı tasvip ediyor”, “Çoğunluk bende. O halde demokrasi budur. Buradan hareketle istediğimi yaparım” anlayışı olmaz. Böyle bir hakka kimse sahip değildir. Bu millet de, böyle bir hakkı bu hükümete vermedi. Dolayısıyla, bu milletin her ferdine; düşüncesi, anlayışı ne olursa olsun saygı duymak zorundasınız. Başka yolu yok.
Başbakan geçtiğimiz haftalarda Kastamonu'da yaptığı konuşmada, diyorki; tencere tava çalanlar varya diyor, gürültü kirliliği yapıyorlar. Bunlardan siz şikayetçi olacaksınız. Başbakan tencere tava çalanların demokratik tepkilerini anlamak ve bunun gereğini yapmak bir yana, tencere, tava çalanları onların komşularına şikayet ediyor. Yani komşunuzu şikayet edin, çevre kirliliğinden ceza almasını sağlayın diyor. Bu milleti ötekileştirdiler. Gezi parkı eylemlerini yaşadık. Elbette bu eylemleri çarpıtmaya çalışan guruplar da vardı ama bu eylemlerde AKP iktidarının 10,5 yıldır ortaya koyduğu yanlış politikaları eleştirmek için, ortaya çıkan, milyonlarca insan vardı. Kimse bu milyonlarca vatandaşımızın tepkisini yok sayamaz. Bunları terörist diye değerlendirme hakkına asla sahip değildir. Türkiye Kamu-Sen'in mensupları, 10,5 yıldır Türkiye Kamu-Sen'den istifa etmezsen, seni müdür yapmayız! Türkiye Kamu-Sen'den istifa etmezsen senin tayinin yapmayız, hemşireysen, doktorsan, sağlık çalışanıysan seni daha yüksek döner sermaye aldığın yerden alırız, daha düşük döner sermaya olan yere veririz, maaşın aylık 200 - 250 lira azalır demediler mi? Bunun adı nedir? Bunun adı ötekileştirmedir. Biz bu gezi eylemlerine fiilen katılmadık, çünkü dedik ki, "Biz öznesi olmadığımız hiçbirşeyin nesnesi olmayız" ama bu tepkileri de okuyamayan, sadece, kendi söylediklerini doğru kabul eden ve milleti benim adamım, bana teslim olan ve olmayan diye ikiye ayıran bir zihniyet bulunmaktadır. Elbette, bu zihniyete karşı tepkisiz kalınmamalı ve her türlü demokratik tepki ortaya konmalıdır. Bu ülkeyi yönetenler de bu tepkileri almalı ve görevini yapması gerekir. Kayseri mitinginde, bu ülkenin Başbakanı, bu eylemleri yapanlar, AKP iktidarını beğenmeyenler sizlere "bidon kafalı, makarnacı," dediler diye bu milleti birbirine düşürmek anlamına gelebilecek ifadelerde bulundu. Ülkenin her ferdi , siyasi anlayışı, ideolojisi, hayata bakışı ne olursa olsun, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak saygıyı hak etmektedir. Hangi siyasi partiye oy verirse versin, ister benim anlayışımdan olsun, ister benim anlayışıma karşı olsun, biz her bir vatandaşımızın anlayışına saygı duymadığımız sürece, bu ülkenin demokrasiyle yönetildiğini asla iddia edemeyiz. Demokrasi hazım rejimidir, bizim gibi düşünmeyenleri hazmetmenin, kabul etmenin, saygı duymanın adının verildiği bir rejimdir. Bu ülkeye demokrasi ve fikir hürriyeti getirdiğinizi, ileri demokrasi getirdiğinizi ifade edeceksiniz ama sizin gibi düşünmeyen diğer insanları kötü insanlar olarak takdim edeceksiniz. Bu kabul edilemez. Bu yaklaşım, bu ülke insanlarını birbirine düşman etmek, hasım etmek anlamına gelir. İşte biz Türkiye Kamu-Sen olarak bu ülkenin her bir ferdine sahip çıkacağız. Yeter ki, Türkiye Cumhuriyetinin bölünmez bütünlüğü, birliği ve beraberliği ortak paydasında buluşabilelim bir ve beraber olabilelim.
GAZETEKAMU: Sendika dayanışma aidati ile ilgili geçmişte talepleriniz var. Memur-Sen’in Toplu Sözleşme priminde yapılacak düzenlemeyle dayanışma aidatı benzeri bir durum oluşturmaya çalışmasına sert tepki verdiniz. Yetkili sendikanızın kalmamasının bunda etkili olduğu söyleniyor. Bu kendinizle çelişme değil midir? Bu konuda ne söylersiniz.
2002'den 2010 yılına kadar o masada yetkiliydik. Biz Toplu Sözleşme ikramiyesi o dönem için bize 5 TL. diğerlerine 2.5 TL. olsun demedik. Sendikacılıkta biraz delikanlılık varsa kendileri için daha fazla toplu sözleşme ikramiyesi ya da daha fazla aidat istemek uygun değildir. Böyle bir talep, sendika kanununa da uygun değildir. Çünkü kanun sendika üyesi ile sendika üyesi olmayan kamu görevlileri arasında toplu sözleşme ikramiyesi dışında hiçbir ayrım yapılamayacağını hükme bağlıyor. Sendika üyesi olan kamu görevlilerinin, üye oldukları sendikalar nedeniyle, farklı bir uygulamaya tabi tutulması ise hem bu kanuna, hem anayasaya, hem de evrensel eşitlik ve adalet ilkelerine aykırı bir durum teşkil etmektedir. Bazı sendikalar, bunu zaman zaman gündeme taşıyarak sendikal rant elde etme, kolay yoldan üye kazanma, kamu görevlilerine ekonomik baskı unsuru olarak kullanmak istiyorlar. Bu gayri ahlaki bir yaklaşımdır. Biz Türkiye Kamu-Sen olarak tüm sendika üyelerine ayrım yapılmaksızın 3 ayda bir 421 TL. Toplu Sözleşme ikramiyesi verilmesini talep ediyoruz. Toplu Sözleşme ikramiyesinin aidat olarak görülmesini istemiyoruz.
Dayanışma aidatı ise, başka bir taleptir. Memur-Sen’in şu anda gündeme getirdiği dayanışma aidatı değil, adeta kendi üyelerini 1. sınıf sendika üyesi olarak tescilletme gayretidir. Böyle bir ayrım kabul edilemez.
GAZETEKAMU: 4+4+4’ün geldiği noktayı öğrenciler ve öğretmenler açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
KONCUK: 4+4+4 Şeklinde kademelendirilerek hayata geçirilen yeni eğitim sistemi maalesef yeni bir takım sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; Türk eğitim sisteminde böylesine köklü bir değişiklik yapan iktidar partisi, bu yeni düzenlemeyi sosyal taraflarla ve eğitimcilerle istişare etmemiş, tamamen kendi mutfağında hazırlayarak TBMM gündemine getirilmiştir. Başta sendikamız olmak üzere, bir çok kuruluş haklı ikazlarda bulunmuş, fakat bu yapıcı uyarılar Hükümet tarafından muhatap dahi alınmamıştır. AKP Hükümeti adeta yangından mal kaçırırcasına bir acelecilikle yeni düzenlemeyi hayata geçirmiştir. Bir diğer gariplikte şudur ki; eğitim sisteminde yapılacak böylesi geniş kapsamlı ve köklü değişikliklerin bilimsel yöntemlerle yapılması gerekliliğidir. Öncelikle yapılması gereken, bir pilot uygulamanın gözlenmesi olmalıydı. Uygulamanın eksikleri ve fazlalıklarının görülmesi, sosyal tarafların görüş ve değerlendirmelerinin alınması ve en önemlisi personel ve fiziki alt yapının hazırlanması neticesinde değişikliğin gözden geçirilmesi gerekirdi. Olması gereken ve Türk milli eğitiminin ihtiyacı bu idi. Fakat ne hazindir ki, bırakın bu gerekliliklerinin yerine getirilmesini, Milli Eğitim Bakanlığı bürokrasisinin bile devre dışı bırakıldığı bir süreci yaşadık.
Gelinen noktada ise eğitim hayatımız, hem personelimiz hem de sistem açısından içerisinden çıkılmaz bir duruma mahkum edilmiştir. Türk Eğitim-Sen olarak iyi niyetli olarak dile getirdiğimiz tüm uyarılarımız maalesef gerçekleşmiştir. Yeni sistem, orta okulun dört yıla çıkarılması ve liselerin zorunlu hale getirilmesinden dolayı zaten var olan branş öğretmeni ihtiyacını daha da artırmış, bunun yanı sıra ilkokulun beş yıldan dört yıla düşürülmesiyle onbinlerce sınıf öğretmenini norm fazlası durumuna düşürmüştür. Bu fazlalıktan dolayı geçtiğimiz yıl iller arasa nakiller ve özür grubu tayinlerinde hiç olmayan sıkıntılar yaşanmıştır. Binlerce öğretmenimiz tayinlerini yaptıramamış ve büyük mağduriyetler yaşamıştır.
Hatta Ağustos ayında yapılan 40.000 ilk öğretmen atamasında sadece 346 adet sınıf öğretmeni atanabilmiş, binlerce öğretmen adayımız büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır.
Bakanlık bu şişkinliği eritebilmek için, önce MEB mevzuatında bulunmayan becayiş yoluyla yer değiştirmeye yönelmiş, bununla da netice alamayınca tam bir garabet uygulama olarak mağdur olan öğretmenlerimizi, alanlarını değiştirmek ya da eşlerinden ayrı kalmak tercihine zorlamıştır. Binlerce öğretmenimiz, istemedikleri halde uzmanı oldukları kendi alanlarını bırakarak branş değiştirmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu durum sadece öğretmenlerimizi değil öğrencilerimizi de sıkıntıya sevk eden bir açılım olarak tarihte yerini almıştır.
Okullarımızın fiziki alt yapısının yeni sisteme hazır olmaması da başka sorunlara neden olmuştur. Özellikle büyük şehirlerde kalabalık sınıf mevcutları oluşmuş, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı açısından OECD ortalamasının çok üzerine çıkılmıştır. Hala binlerce okulumuzda fiziki mekan yetersizliğinden dolayı ilkokul ve orta okul aynı binada eğitim vermektedir.
Okullarımızın yüzde yetmişinden fazlasının ikili eğitim yaptığını düşündüğümüzde küçük yaş gruplarıyla yüksek sınıftaki çocuklarımızın aynı mekanlarda ve aynı fiziki imkanlarla eğitime devam ediyor olması, kesintili eğitim sisteminin amacıyla çelişen bir durumdur. Tüm ikazlara rağmen fiziki alt yapı hazırlanmadan apar topar geçilen yeni sistemin bu sonuçlarının beklenen bir durum olduğunu da söylemek lazımdır. Öte yandan özellikle okula başlama yaşının düşürülmesiyle birlikte 60-66 aylık çocuklarla 72-84 aylık çocuklarımızın aynı sınıflarda eğitime alınması da çok ciddi pedagojik sıkıntılara neden olmuştur. Nitekim daha önce yaptığımız ikazları dikkate almamış olan Bakanlık yönetimi bu problemi çözmeye yönelik pansuman müdahalelere başvurmuştur.
Yeni sistemin bir diğer önemli eksiği de okul öncesi eğitimi zorunlu eğitim kapsamından çıkarmış olmasıdır. Bilindiği üzere geçen yıla kadar, 71 ilimizde okul öncesi zorunlu idi. Ülkemizde 2005 yılında okul öncesini zorunlu eğitim kapsamına alan yine bu iktidardır. Hatta Milli Eğitim Bakanlığı, 2013 strateji planında tüm yurt genelinde okul öncesi eğitimini zorunlu eğitim kapsamına almayı hedeflemiştir. Ancak ne gariptir ki, aynı iktidar getirdiği yeni sistemle bu hedefinden vazgeçmiştir. Okul öncesi eğitime büyük önem verdiğini ifade eden iktidarın bu uygulaması da Hükümetin tutarlı ve sağlıklı bir eğitim planlaması olmadığının işaretidir diye düşünüyoruz.
GAZETEKAMU: Öğretmenlerin sosyo-ekonomik durumlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
KONCUK: Eğitimin taşıyıcı unsuru hiç şüphesiz eğitimin uygulayıcısı olan öğretmenlerdir. Öğretmenlerimizin sosyo-ekonomik koşullarının iyileştirilmesine dönük yapılacak her türlü girişim, aynı zamanda eğitime yapılan önemli bir yatırımdır. Eğitim çalışanlarının problemleri giderilmeden ve talepleri karşılanmadan eğitime ne kadar büyük yatırımlar yaparsanız yapın, eğitim hizmetinden hedeflenen verimi alamazsınız.
Fakat üzülerek söylemliyim ki, bugün ülkemizde öğretmenlerimiz hak ettiklerini alamamaktadır. Öğretmenlerimiz aldıkları maaş itibariyle, neredeyse en düşük ücreti alan memur konumuna mahkum edilmişlerdir. Özellikle 666 sayılı KHK ile memurların genelinde ek ödeme oranları artırılmış, fakat öğretmenlerin ek ödeme oranları aynı bırakılmıştır. Bu da öğretmenlerimizin aylık ücretlerinin kamu çalışanları içerisinde en düşük ücret olmasına neden olmuştur.
Bakın, 2013 Temmuz artışları itibariyle, 7/1 derece/kademesinde görev yapan bir öğretmenimizin maaşı 1.951 TL’dir. Türkiye Kamu-Sen Araştırma Geliştirme Merkezi’nin yapmış olduğu 2013 Haziran ayı asgari geçim endeksi sonuçlarına göre; çalışan tek kişinin yoksulluk sınırı 1.798,08 TL’dir. Dört kişilik bir ailenin asgari geçim haddi ise 3.605,52 liradır. Türkiye’de TÜİK verilerine göre 4 kişilik bir ailenin ortalama gıda ve barınma harcamaları toplamı ise 2013 yılı Haziran ayında 1.386,9 Lira olarak tahmin edilmiştir. Tek maaşlı ve dört kişilik bir öğretmen ailesinin aldığı aylık ücretiyle bu koşullarda geçinebilmesinin zorluğunu düşünebiliyor musunuz?
Bahsedilen ekonomik sorunların yanı sıra, öğretmenlerimiz, daha başka sıkıntılarla da boğuşmaktadır. Öncelikle Bakanlığın uygulamalarının getirdiği problemler ve kazanılmış hakların gasp edilmesi öğretmenlerimizin çalışma şevkini kırmakta ve geleceğe dair ümitsizliklere neden olmaktadır. MEB’in, öğretmenlerimize yönelik dostane olmayan yaklaşımları, çalışanların Bakanlığa olan güvenini rencide etmiş ve öğretmenlerimizde MEB’in kendilerine değer vermediği algısına yol açmıştır. Bakanlık yönetimi, planlama ve politikalarında öğretmenlerin görüşlerini dikkate almamakta, eğitimin meselelerini politik bir manevra aracı olarak kullanmaktadır. İşte 4+4+4 kademeli eğitim sisteminin getiriliş şekli buna somut bir örnektir. Hükümet, öğretmenlerimizin ve onların temsilcisi sendikaların uyarılarını dikkate almamış ve on binlerce öğretmeni mağdur eden yeni sistemi yangından mal kaçırırcasına hayata geçirmiştir. Öğretmenler, atama ve nakil gibi rutin işlemlerde dahi içinden çıkılamaz problemlerle başbaşa bırakılmıştır.
Bakanlığın ve iktidarın öğretmenlere hak ettikleri değeri atfetmiyor olması çalışanlarda ciddi rahatsızlıklara neden olmaktadır. Bakın gün geçmiyor ki, öğretmene şiddet haberleri gazete ve televizyonlarda yer almasın. Hatta geçtiğimiz yıl İzmir’de bir öğretmenimiz okulda uğradığı saldırı neticesinde hayatını kaybetti. MEB, maalesef, şiddet konusunda dahi personeline sahip çıkacak somut adımları atamamıştır. O zaman bize de sorma hakkı doğuyor: Milli Eğitim Bakanlığı, kimin bakanlığı? Milli Eğitim Bakanlığı, kime hizmet ediyor?
Sözün kısası, Hükümet ve özellikle MEB idaresi, öğretmenlerin eğitim sürecindeki ehemmiyetini kavramaktan çok uzak bir yönetim anlayışı sergilemekte, bundan dolayı da hem öğretmenlerimizin motivasyonunu olumsuz etkilemekte hem de eğitim hizmetinin verimini düşürmektedir. Dileriz, başta sendikamız olmak üzere, ilgili tarafların iyi niyetli ikaz ve eleştirileri dikkate alınır ve bundan sonraki süreçte yapılması gerekenler hayata geçirilir. Aksi taktirde eğitim hayatımız her geçen gün daha da büyük problemler yaşayacaktır.
GAZETEKAMU: Toplu sözleşme öncesi bu yoğunluğunuzda bizleri kabul edip sorularımız içtenlikle yanıtladığınız için teşekkür ediyoruz.
KONCUK: Ben de ilginizden dolayı sizlere teşekkür ediyorum.