Zaman zaman çıkışlarıyla, hem şaşırtan hem de “Bu kadar da olmaz” dedirten bir Milli Eğitim Bakanımız var.
Milli Eğitim Bakanı sayın İsmet Yılmaz son olarak 20 Eylül günü yaptığı açıklamayla pes dedirtti. Ailelerinden ayrı yaşamak zorunda bırakılan sözleşmeli öğretmenlerimizin taleplerini değerlendirdiği konuşmasında sarfettiği şu sözler inanılası değil:
“Sözleşmeli öğretmenlerden, eğer ikisi de sözleşmeliyse, aileleri birleştiriyoruz. Eşi mühendis ise kusura bakmayın eşi öğretmenin yanına gelsin. Kanuna yazdık, aile birliği öğretmenin yanında sağlanır dedik, aksi durumda sözleşmeli öğretmen ya eşini, ya işini tercih edecek.”
Bu değerlendirmeyi neresinden ele alalım bilemiyorum;
Mesela, öğretmenin eşi Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde memur olarak çalışıyorsa, Melih Gökçek’ten Bitlis Ahlat’a ek hizmet binası kurmasını mı isteyeceksiniz?
Ya da eşi İzmir limanında mühendis olan öğretmenimize “Enişte rahat olsun, Hekimhan’a da deniz getiririz” taahhütünde mi bulunacaksınız?
Benzer yüzlerce örnek sıralayabiliriz.
Ama bence bu gerçeklerden daha önemlisi olayın ahlaki ve vicdani boyutudur.
Bir öğretmeni “Kırk satır mı kırk katır mı?” cenderesinde boğmanın, “Ya işini ya eşini seçeceksin. İşini tercih edersen eşinden, yavrundan, ailenden ayrı kalacaksın; yok istemiyorsan evde örgü örmeye devam edeceksin” demeyi hangi insani ve medeni ölçüyle değerlendirmek lazımdır?
Bizim inancımız, töremiz ve geleneklerimiz aile kurumunun kutsaliyetini önemser ve aile varlığının sıhhatli devamı için tedbirler öngörür. Ki, bunun da ötesinde Anayasamızın 41 inci maddesi “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir” hükümleriyle aile kurumunun korunması yükümlülüğünü bizzat Devlete vermiştir.
Hal ve gerçek böyleyken Devletimizi yönetenlerin anlamsız demeç ve yaklaşımları “Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” tepkimize neden olmakta.
Tabii sayın Bakanın söyleminden sonra konu kamuoyunda yoğun şekilde tartışılıyor. Sorumluluk ve vicdan sahibi kişi ve kuruluşlar şu veya bu ölçüde sürece müdahale ediyor.
Diğer pek çok konuda olduğu gibi sendikamız ve Genel Başkanımız sayın İsmail Koncuk da ilk andan itibaren etkili bir tepki geliştirmiş durumda.
Fakat tam bu noktada eğitim çalışanlarının ve özellikle sözleşmeli öğretmen meslektaşlarımızın dikkatini çekmek istiyorum:
Lütfen sayın İsmet Yılmaz’ın sizlere yönelik açıklamasından sonraki birkaç gün içerisinde İsmail Koncuk ile Ali Yalçın tarafından yapılan sosyal medya paylaşımlarını ve açıklamalarını mukayese edin.
Ne göreceksiniz?
Bakın, Milli Eğitim Bakanı sayın İsmet Yılmaz eş durumu tayini isteyen sözleşmeli öğretmenler için “Sözleşmeli öğretmen ya eşini, ya işini tercih edecek” diyerek, yani ya EŞ ya İŞ tercihini sunarak sizlerle hem alay hem de hakaret etti.
Bunun üzerine Genel Başkanımız İsmail Koncuk ilk andan itibaren yüksek perdeden bu densizliğin karşısında durarak gündem oluşturdu, Twitter’dan bir kampanya başlattı, adeta ortalığı ayağa kaldırdı. Mesele, bir anda eğitim kamuoyunun ve akabinde medyanın öncelikli gündem maddesi haline geldi.
Değil mi?
Peki sözleşmeli öğretmen arkadaşlarım, İsmail Koncuk sizin hak ve haysiyetinize samimiyet ve cesaretle sahip çıkarken, önemli bir kısmınızın üyesi olduğu sendika görünümlü örgütün başı Ali Yalçın ne yapıyordu?
Kocaman bir HİÇ tabii..!
“Yetkili” sendikanın acemi Başkanı, Genel Başkanımız İsmail Koncuk’un sözleşmeli öğretmenlerimizle birlikte gündem oluşturması üzerine ertesi gün, zoraki ve lütfen modunda bir açıklama yapıyor..
Açıklama dedimse o da “Ayıp olmasın” formatında; ne sözleşmeli öğretmenlerimizin isyanına tercüman olacak, ne de densizliğin adresine esaslı bir duruş sergileyecek hüviyete sahip olmayan lakırdılardan ibaret..
Yapılan hakareti “… öğretmenleri işleri ve eşleri arasında tercihte bulunmaya zorlamak, hukukun ihlali olduğu kadar insan haklarına saygı göstermeyen eski Türkiye’den kalma kötü bir alışkanlık örneğidir.” diye geçiştirerek, sanki yapılan hakaret ve uygunsuzluğun yıllardır süregelen bir sürecin doğal sonucuymuş gibi göstermeye çalışan bu yaklaşımın anlamı nedir? Muhterem, sırtını iktidara dayadığı için, böylesi aleni saygısızlığın karşısında bile Hükümete şöyle esaslı bir laf söyleyemiyor.
Ne eski Türkiye’si kardeşim? Muhatabın, 15 yıllık iktidarın Milli Eğitim Bakanı! Niye lafı geveliyorsun?
Ayrıca senin o “Eski Türkiye” dediğin zamanlarda ülkemizde sözleşmeli öğretmenlik mi vardı? Sözleşmeli ve mülakatlı öğretmenliğin mucidi de sorumlusu da varlığını borçlu olduğun “Yeni Türkiye” mimarları değil mi?
Ayrıca, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına ve mülakatla öğretmen alımına dava bile açmaktan imtina eden bir sendikanın(!) başı olarak, hangi yüzle sözleşmeli öğretmenlerin sözcülüğüne soyunabiliyorsun?
Bir defa olsun sendika olduğunu hatırla ve adam gibi tavır koy be!
Sözleşmeli öğretmen arkadaşlarım; tablo bu işte. Üye olarak destek verdiğiniz bu yapıya siz tavır koymazsanız, yarın daha iyi olmayacak!
Şüpheniz olmasın.
İyi ki Türk Eğitim-Sen var…
Talip GEYLAN