Eğitim çalışanlarının çok iyi bildiği ve takip ettiği üzere; “eşit işe eşit ücret” kapsamında yapılan yeni düzenlemeler yeni bir takım adaletsizlikleri doğurdu. Çıkarılan 666 sayılı KHK sonucu getirilen ek ödemelerle, bazı çalışanların ücretleri diğer kurumlardaki emsallerine göre dengelenirken; kimi çalışanların ise muadilleri olmadığı gerekçesiyle ücretlerinde değişiklik yapılmadı.
Bu durum ise sonuçları itibariyle beklentileri karşılamayan ve adil olmayan bir tabloyu ortaya çıkardı. Özellikle öğretmenlerimizin ve akademisyenlerimizin aylık ücretleri, diğer çalışanlarla mukayese edildiğinde, hem yaşam standartları hem de meslek haysiyetleri açısından kabul edilemez bir seviyede bırakıldı. Öğretmenlerimiz, neredeyse kamuda en düşük maaşı alan meslek grubu haline geldi.
İşte bu durum, doğal olarak öğretmen ve akademisyenlerimiz arasında bir infial oluşturdu.
Varlık nedeni, temsil ettiği kesimin hak ve kazanımlarını korumak ve geliştirmek olan sendikaların da bu duruma kayıtsız kalması tabii ki mümkün değildi.
Bu bağlamda, ek ödeme adaletsizliğinin ortaya çıkmasıyla birlikte sendikamız hemen harekete geçmiştir. Genel Başkanımız sayın İsmail KONCUK, ilk andan itibaren konunun muhataplarıyla en üst düzeyde görüşmeler yaparak adaletsizliğin giderilmesini, öğretmen ve akademisyenlerin hak ettikleri ücrete kavuşturulmasını talep etmiştir.
Sendikamız, ayrıca basın açıklamaları yaparak bu talebin kamuoyu gündeminde de yer almasına gayret etti. Ve nihayet 23 Kasım’da yurt genelinde bir eylem gerçekleştirerek çalışanlarının bu talebinin karşılık bulmasını sağlamayı amaçladı.
Önümüzdeki Çarşamba günü, on gündür öğretmenlerimiz ve akademisyenlerimizden topladığımız dilekçeleri Başbakanlık makamına göndereceğiz. Gündeme getirdiğimiz bu meselenin çözümü gerçekleştirilinceye kadar da her Çarşamba günü Ankara’da Maliye Bakanlığı ve illerde valilikler önünde eylemlerimizin devam edeceğini ilan ettik.
Türk Eğitim-Sen her konuda olduğu gibi, bu son gelişmede de gerekeni anında yapmış, eğitim çalışanlarının cesur sesi olarak yine önceliği ele almıştır.
Fakat ne gariptir ki, Türk Eğitim-Sen’in bu gayretleri bazılarında rahatsızlık oluşturdu. Bu rahatsızlığın işveren pozisyonunda bulunan Hükümet ve çevresinde oluşmasını anlıyoruz. Ancak, adında “sendika” sıfatı bulunan bir yapının bu çalışmalarımızı eleştirmesini anlamlandırmak sağlıklı idrakler için mümkün görünmüyor.
Ortak amaçlar için mücadele eden sendikaların, temsil ettikleri kesimin sorunları için ortak tutum takınmaları gereklidir, hatta kimi zamanlarda bir zorunluluktur. Sendikaların, sendikacılığın gerekliliklerini yerine getirmediklerinde ya da işverenle paralel tavır aldıklarında birbirlerini eleştirmeleri ve ikaz etmeleri de anlaşılabilir. Fakat, bir sendika bir başka sendikayı “sendikacılık” yaptığı için eleştiremez, yargılayamaz! Eğer bunu yapıyorsa; biliniz ki, taşeronluk yapıyordur. İşveren adına, çalışanların örgütlü mücadelesini rencide etmek ve sendikal mücadeleyi sabote etmek amacını güdüyordur.
İşte, EBS’nin 16.11.2011 tarihli ve “Ek Ödemelerle İlgili Manipülasyona Dikkat!” başlıklı açıklaması bu taşeronluğun ve sabotajın son ve en somut örneğidir.
Düşünebiliyor musunuz? Çalışanların önemli bir kısmını ilgilendiren bir mağduriyet sözkonusu olacak, bir sendika bu durumla ilgili basın açıklaması yaparak kamuoyu oluşturmaya gayret edecek ve problemin çözümü sağlanıncaya kadar eylem yaparak muhatabı olduğu Hükümet üzerinde baskı oluşturmayı amaçlayacak; bir sözde sendika da bu gayretleri eleştirerek yargılayacak! Adeta icranın temsilcisiymiş gibi, adeta eylemimizin muhatabı olan Hükümet adına hareket eder gibi!
Böyle bir şey olabilir mi?
Bir sendika, sendikacılık yaptığı için yargılanabilir mi? Hem de sendika olduğunu iddia edenler tarafından?!
Sözkonusu bir problemle ilgili olarak; icra makamında olanlara yönelik basın açıklaması yapmak, kararlılığı göstermek için eylem kararı almak bir sendika için ne zamandan beridir “manipülasyon” olarak nitelendiriliyor?
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde manipülasyon; “Yönlendirme. Seçme, ekleme ve çıkarma yoluyla bilgileri değiştirme.” olarak tanımlanıyor.
Bu tanımdan yola çıkarak Türk Eğitim-Sen’i itham etmek en azından akademik ahlak açısından mümkün değil.
Biz hiçbir konuda gerçekleri saptırarak, kelime oyunlarıyla olduğundan farklı göstererek iş yapmadık.
İktidar sahiplerini memnun edeceğiz diye eğitim çalışanlarını sömürmedik.
Temsil ettiğimiz kesimin aleyhine olan uygulamaları eğip bükerek pazarlamaya çalışmadık.
Akşam aldığımız eylem kararlarını, zılgıtı yiyince, orasından burasından kıvırarak iptal etmedik.
Alanlara inme cesaretini gösteremediğimizden, siyasi vesayetten tırstığımız için ve bundan dolayı karşı eylem gerçekleştiremediğimizden dolayı süslü kelimelerle durumu kurtarmaya çalışmadık.
Ankara’da farklı, Diyarbakır’da farklı iddia ortaya koymadık; Yozgat’ta ayrı, Bingöl’de ayrı konuşarak fırıldamadık.
Şimdi kimin manipülasyona başvurduğunu sanırım daha iyi anlayabiliriz.
Bu arkadaşlarımıza tavsiyem; bırakın böyle süslü kelime oyunlarını da bağımsız bir araştırma şirketine anket yaptırın. Anketörler gitsinler EBS üyelerine sorsunlar; “Hangi sendika ilkeli ve kararlı sendikacılık yapıyor” diye; şıklara da sadece iki sendika ismi yazsınlar; “a) EBS b) Türk Eğitim-Sen”.
Eminim anketin sonuçlarını açıklamaya yürekleri yetmez!
Yeni tarz ucube sendikacılığın adresi olan bu arkadaşlarımız, süslü kelimelerle Türk Eğitim-Sen’i eleştiriyor ve ortaya koyduğumuz mücadeleyi “rol çalma girişimi” olarak değerlendiriyorlar: Neymiş efendim; bunlar, zaten masada sorunu çözeceklermiş de biz öncesinde eylem yaparak rol çalıyormuşuz! Bu arkadaşlara göre, Sözleşmeli öğretmenlik konusunda da aynı şeyi yapmışız. 2005 Yılından itibaren yapılan yüzlerce eylemin, yüzlerce açıklamanın; kar, soğuk, ayaz demeden yapılan mitinglerin, kampanyaların vs. hiçbir anlamı yokmuş. Sözleşmelilerin kadro almasının sihirli formülü EBS’nin Hükümetle masa başında yaptığı görüşmelermiş. Nitekim ek ödeme konusunda da –kendi ifadeleriyle- Maliye Bakanlığı üst düzey bürokratları ile hafta içinde yaptıkları görüşmede konuyu ilgililerin dikkatine sunmuşlar. Beraberinde bu mağduriyetin giderilmesi için gerekli yasal düzenlemeye ilişkin talep ve önerilerini de gerekli mercilere iletmişler.
Sanki ortaya çıkan bu ucube durumun müsebbibi o merciler değilmiş gibi. Kardeşim siz sendika mısınız; yoksa o kutsal mercilerin AR-GE birimi misiniz?
Ve hal böyleyken hala bizleri “rol çalma girişimi” içerisinde olmakla itham ediyorlar.
Güler misin, ağlar mısın?
Bu noktada belirtmek isteriz ki, gönülleri ferah olsun. Değil Türk Eğitim-Sen, kendini sendika olarak nitelendiren hiçbir kuruluş bu yapının rolünü üstlenmeyi tercih etmez.
Çünkü;
Onurlu sendikal mücadeleyi yürüten her kuruluş, Hükümetin taşeronluğunu yapmayı ve sendikal mücadeleyi sabote etmeyi en büyük onursuzluk olarak kabul eder.
Çalışanların teveccühüne mazhar olmuş hiçbir sivil toplum örgütü, sarı sendikacılığı uluslar arası meslek kuruluşları tarafından tescillenmiş bir yapıdan rol çalma girişimine bulaşmaz.
Ülkemizde hiçbir sendika; grev kırıcılığıyla ün salmış olan, Hükümete yönelik bir eylem ortaya koymayı bir yana bırakın tek bir eleştirel söylem dile getiremeyen, siyasi iktidarın politikalarının alt yapısını hazırlamakla görevlendirilmiş olan ve tüm bunları şehvet ölçüsünde bir arzuyla yapan sözde sendikanın rolüne talip olabilir mi?
EBS’nin yöneticisi değerli arkadaşlar şunu bilmeliler ki; sendikal mücadelesi her kesim tarafından takdirle karşılanan, ilkeli duruşuyla muarızlarının dahi imrenerek izlediği, mensuplarının övgüyle ve yüksek sesle “Ben, işte bu sendikanın üyesiyim” diyerek gururlandığı Türk Eğitim-Sen’in sendikanızdan “rol çalma girişimi” içerisinde olması sizlerin ancak hayali, “ah keşke”si ve duası olabilir.
Bir konu daha var ki, yeter artık diyoruz.
Biz söylemekten bıktık, kamuoyu yalanlarını dinlemekten bıktı; fakat EBS iftiradan haz alma düşkünlüğüne devam ediyor. Sözkonusu açıklamalarında sendikamızı KCK, KESK, PKK, BDP ve avanesiyle birlikte olmakla itham ediyorlar. Buna mesnet olarakta referandum sürecinde ortaya konulan tavrımızı göstermekteler. Oysa ki, bütün kamuoyu bizim tavrımız ile bahsi geçen örgütlerin tavrının gerekçelerini çok iyi biliyor. Anayasa değişikliğinde Toplu Sözleşme taahhütüyle kamu çalışanlarının nasıl kandırıldığını son hazırlanan sendika kanunu tasarısı ortaya koydu. Toplu Sözleşme metnini sadece tetikçi konfederasyonla imzalayarak, kamu çalışanlarını Hükümetin öngörülerine mahkum etmeyi amaçlayan bu tasarıyla, sendikal hakların şimdi hangi noktaya gerilediğini çok daha iyi görebiliyoruz. Hükümet talimatını verecek, itiraz etme cesaretini hayallerinde bile yaşayamayanlar imza atacak. Yüzbinleri temsil eden diğer hiçbir sendikanın itiraz etme ya da Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvurma hakkı olmayacak; yani bütün kamu çalışanları bu mizansene mahkum kalacak. Hani sendikal özgürlükler genişleyecekti?
Öte yandan Öğrenci Andı konusunda, Anayasamızın 66. maddesinde ifade edilen milli kimlik konusunda, ana dilde eğitim konusundaki kanaatler hususunda KCK-PKK-BDP-KESK dörtlüsüyle EBS’nin mi yoksa Türk Eğitim-Sen’in mi kanının uyuştuğunu kamuoyu iyi biliyor. Yüreğiniz yetiyorsa bu konulardaki fikirlerinizi açık şekilde ifade edin. Lakin sadece kapalı kapılar arkasında değil; ülkenin her bölgesinde ve her ilinde aynı renkte konuşun. Konuşun ki, halkımız görsün; kim kimin yoldaşı.
Her işin olduğu gibi sendikacılığın da bir ahlaki standartı vardır.
Saygılarımla.
Talip GEYLAN
Genel Teşkilatlandırma Sekreteri