Ülkemizde memur sendikacılığının çok uzun bir geçmişi yok. Uzun, meşakkatli ve çetin mücadeleler nihayetinde, 2001 yılında TBMM’de kabul edilen 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu, sendikal mücadelenin önemli köşe taşlarından birisi olmuştur. O dönem, sendikalar, bir çok eksiğine rağmen bu yasayı sendikal harekete yasal bir zemin ve yeni bir mevzii kazandırmış olmasından dolayı olumlu değerlendirmişlerdir. Çünki; yasal dayanaktan mahrum kalınması, çalışanların sendikalara olan ilgi ve sempatisini olumsuz yönde etkiliyordu. Diğer yandan kamu yöneticilerinin sendikalara ve üyelerine karşı kimi yaklaşımları da rencide edici düzeyde olabiliyordu.
İşte bu olumsuzlukların önemli bir kısmı 4688 sayılı yasayla birlikte ortadan kaldırılmış oldu. Pek tabi ki, mevcut yasanın eksikliklerinden kaynaklanan bir çok mesele henüz halledilebilmiş değildir. Ancak bugüne kadar elde edilen kazanımlar göstermiştir ki, azim ve kararlılıkla yürütülen mücadeleler neticesinde bu yolda mesafe katedilebilmektedir. Zaten sendikal başarılar da ancak bu şekilde elde edilmektedir. Yani birileri önünüze gelerek; “Ey sendikacılar, ey çalışanlar halinizi gördüm, haklılığınıza kanaat getirdim. Mücadele edip yorulmanıza gerek yok. Bütün taleplerinizi onaylıyorum ve kabul ediyorum…” demeyecektir. Sendikal anlamda elde ettiklerimiz birilerinin bize “VERDİKLERİ” değil; sendikalı çalışanların haklı mücadelesiyle “KAZANDIKLARIMIZDIR”.
Bu bağlamda, kamu çalışanları ve dolayısıyla eğitim çalışanları, 1992’den bugüne ve özellikle 4688 sayılı yasanın kabul edildiği 2001 yılından bu zamana kadar, bir çok hak KAZANMIŞLARDIR. Hem de olmadık engele rağmen. Yasadan kaynaklanan eksiklerin doğurduğu sıkıntılar, yöneticilerin sendikalara ve sendikalaşmaya karşı ortaya koydukları olumsuz tutumlar, sendikacılığa karşı toplumda oluşturulmuş olan haklı-haksız önyargılar bu engellerin başlıcalarıdır.
Ancak bunlardan daha önemli bir engel var ki, sendikacılığın önündeki en büyük problem olarak yaşamaktadır: Kamu çalışanlarının sendikalaşmaya karşı yeterli ilgiyi göstermemesi.
Sendika kanununun çıkmasının üzerinden yedi yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen henüz kamu çalışanlarının yarısından fazlası sendikalara üye olmuş değildir.
Sendikamızın faaliyet gösterdiği Eğitim, Öğretim ve Bilim Hizmetleri Kolunda da durum farklı değildir. Sendikalaşma oranları; MEB’de %51, Yurtkur’da %36 ve üniversitelerde %15’ler civarındadır. Dolayısıyla bu durum hem sendikaların etkili çalışmalar ortaya koymasını önlemekte hem de kamu yöneticileri üzerindeki yaptırım gücünü kırmaktadır. Hal böyle olunca da çalışanların sendikalardan beklentilerine yeterli cevap verilememektedir.
Sendikalı olmak ve çalışanların beklentilerini karşılamak. Bu aslında zincirleme bir döngüdür. Yani, çalışanların sendikalaşma oranları ne kadar yüksek olursa; sendikaların da çalışanların beklentilerini karşılaması o oranda yüksek olacaktır. Çünki, şu gerçektir ki, sendikaların gücü ve etkililiği sahip oldukları üye sayısıyla doğru orantılıdır.
İşte, bu yalın gerçek doğrultusunda, henüz sendikalı olmamış çalışanların bir kez daha düşünmeleri ve durumlarını gözden geçirmeleri gerekmektedir. Bu arkadaşlarımız, üye olmamakla hem muhtemel kendi kazanımlarını doğmadan öldürdüklerini hem de sendikal hareketin gelişimini farkında olmadan sabote ettiklerini görmelidirler.
Özellikle herhangi bir sendikaya üye olmayan kamu çalışanlarının, sendika temsilcilerine ve üyelerine sık sık sordukları bir sorudur: “Sendika ne işe yarıyor? Sendika ne yapar? Neden sendikaya üye olayım?” sorusu. Arkasından da sendikalı olmamalarını geçerli ve gerçekci gösterebilecek bir sürü mazereti sıralamaya başlarlar.
Aslında hem kendi hem de çalışma hayatının durumunu bir kez olsun gözden geçirseler sendikaların farkını fark edecekler. Sendika kanunu çıkmadan önce kamu çalışanları ne durumdaydı, şimdi hangi noktada? Bu anlamda yapılacak en basit bir değerlendirme dahi sendikalı olmamanın ne kadar büyük bir eksiklik olacağını gösterecektir.
Bu arkadaşlarımız, bir yandan sendikaları ve sendikalıları acımasızca eleştirirken, aynı zamanda sendikalıların örgütlü mücadeleleriyle elde edilen kazanımları da yaşamaya devam ederler. Hem de çoğu zaman bunun farkına varamayarak. Banka promosyonları, yolluklar, sicil affı, denge tazminatı, disiplin kurulları, keyfi atamaların iptal ettirilmesi, ek ders ücreti kazanımları, sözleşmeli öğretmenler için elde edilen kazanımlar…vs. sayabileceğimiz yüzlerce kazanımdan sadece küçük bir kısmıdır.
İşte bu noktada sendikasız bütün eğitim çalışanlarının şu soruyu kendilerine sormaları gerekmektedir:
BEN NE İŞE YARIYORUM? BEN NE YAPIYORUM?