Başbakan Erdoğan’ın siyaset yapma tarzını az çok bilenler için, Ömer Dinçer’in Bakanlıktan alınması sürpriz olmadı.
Çünkü, neredeyse toplumun tamamını ilgilendiren eğitim meselesi, son zamanlarda kamuoyunda ciddi dalgalanmalara neden olmaktaydı.
Plansız, hesapsız ve iyi düşünülmeden, sadece masa başında alınan radikal kararların sonucunda; öğrenci, öğretmen ve hatta velilerimizin yaşadığı mağduriyetlerin siyasi bir reflekse dönüşmeye başlaması AKP’de ciddi rahatsızlık oluşturmaktaydı.
Sekizyüzbini aşkın MEB camiasının, Ömer Dinçer’den sıtkını sıyırmış olması ve en sonunda rahatsızlıkların (Nizip’te olduğu gibi) artık doğrudan Hükümete ve Başbakana yöneliyor olması, Erdoğan için tahammül edilir bir gelişme değildi.
Sayın Erdoğan’ın, seçimlere bu psikolojiyi değiştirmeden gireceğini zaten kimse düşünmüyordu. Toplumun genelini ilgilendiren ve toplumsal etkisi yüksek olan eğitimcilerle barışmadan seçim sürecini sağlıklı yürütmek pek olası değildi.
İşte bunun için bir günah keçisi ilan ederek, “Vur abalıya” kampanyasıyla eğitim çalışanlarının ve toplumun gazının alınması gerekiyordu.
Sayın Başbakan da bunu yapmaya çalışıyor.
Bakalım ne derece başarılı olacak?
Göreceğiz.
Evet;
Ömer Dinçer, Cumhuriyet tarihimizin en başarısız Milli Eğitim Bakanı oldu,
“Küçük dağları ben yarattım” dercesine acayip bir tutum içerisine girerek herkesi ve özellikle öğretmenleri hakir gördü. “Öğretmenden yönetici olmaz” anlayışıyla Bakanlık idaresinin ekseriyetini öğretmen olmayanlardan oluşturdu,
En ufak yapıcı eleştiriyi dahi kendisine yönelik hasmane bir tavır gibi algılayarak, iletişim kanallarını kapattı,
Yanlışlarını dile getirenleri manipüle etmek için, milyonların gözü önünde doğru olmayan bilgilerle kamuoyunu yanılttı,
Okul idarecilerini yetkilerini suiistimal eden ve öğretmenleri de az çalışan fakat çok ücret alan kimseler olarak yansıtan açıklamalar yaparak eğitim çalışanlarının itibarını rencide etti,
İdarecileri ve öğretmenleri sürekli velilerle karşı karşıya getiren açıklamalar yaparak çalışma ortamlarındaki huzuru yok etti,
Eğitim hayatımızdaki en radikal kararları dahi paydaşlarla paylaşmadan ve pilot uygulamalar yapmadan hayata geçirerek sistemi içerisinden çıkılamaz bunalımlara sürükledi,
Sendikaları bir hasım gibi görerek, yüzbinlerin temsilcisi olan kuruluşların yapıcı ikazlarına kulaklarını tıkadı,
….
Evet, Sayın Ömer Dinçer’in, bunlar gibi düzinelerce yanlışını sıralayabiliriz.
Bundan dolayı Ömer Dinçer’in Bakanlık makamından alınmış olması kesinlikle eğitim hayatımız için bir kazançtır!
Lakin,
Yaşadıklarımızın tek suçlusu Ömer Dinçer midir?
Tüm bu marifetlerin(!) sebebi, sayın Dinçer’in tek başına aldığı kararlar ve akabinde tek başına eyledikleri midir?
Ömer Dinçer bir Derebeyi midir ki, tek vebal onun omuzlarındadır?
Toplum da kanıksamıştır ki; iktidar partisi, Genel Başkanın tek adam olduğu ve bu tek adamın tartışılmaz tahakkümünün yerleşik olduğu bir siyasi partidir.
Çok partili siyasi tarihimizde lider tahakkümünün en yoğun hissedildiği parti, Adalet ve Kalkınma Partisi’dir desek abartı olmaz.
Kamuoyumuz çok iyi biliyor ve partililer de bunu kabul ediyor ki; Hükümet ya da parti organlarında sayın Erdoğan’ın bilgisi ve oluru dışında “yaprak” bile kıpırdayamaz!
Bu gerçeği kimse inkar edemez.
İşte, son kabine revizyonunu anlamak ve başka anlamlar yüklememek için, bu noktadan hareket ederek değerlendirme yapmak daha doğru olur diye düşünüyorum.
Kimse aksini düşünmesin ki, Ömer Dinçer dönemi dahil olmak üzere AKP iktidarı süresince eğitimde atılan her adım sayın Başbakanın tasvibiyle projelendirilmiş ve hayata geçirilmiştir.
Hatırlanacağı üzere, 4+4+4 yasa teklifi TBMM komisyonuna sunulduğunda Sayın Ömer Dinçer basın mensuplarının sorusunu, sistemi 1+4+4+4 şeklinde ifade ederek yanıtlamıştı. Yani Sayın Bakan, o an için, Meclise sunulan teklifin içeriğinden dahi tam olarak haberdar değildi.
Bu durum gösteriyor ki, Parti organları ve dolayısıyla Erdoğan, kamu politikalarının belirlenmesinde yeri geldiğinde ilgili Bakanı dahi “es” geçerek “ilgili kurullarla” işini yürütmektedir.
Tabii ki, teknik konulardaki çalışmalar ve çalışmaları yürütecek teknik kadronun düzenlenmesinde Bakanın inisiyatifi sözkonusudur. Ya da çalışanlarla ilişkiler ve personele yönelik sergilenen yaklaşım tarzı Sayın Dinçer’in yoğurt yiyişi ile alakalıdır.
O noktalarda sadece ve doğrudan Ömer Dinçer tek başına sorumluluk sahibi olabilir.
Ancak, hem çalışanları hem öğrencileri ve hem de toplumun genelini ilgilendiren genel değişikliklerin doğurduğu sorunları, sadece Ömer Dinçer’e atfetmek Sayın Erdoğan’ın yaptığı bu son politik manevranın amacına hizmet etmek anlamını taşır.
Şu tartışılmazdır ki, eğitim sistemimizde yapılan ve özellikle çalışanları mağdur eden köklü değişiklikler; öğretmen alım politikası, ücret belirlemeleri, gibi düzenlemeler tamamen Hükümet ve Sayın Erdoğan’ın iradesi doğrultusunda hayata geçirilmiştir.
Ve Hükümet, ifşa ettiği bir “Günah Keçisi” ile bu sorumluluktan kaçamaz.
Demokrasiler hesap verebilme rejimleridir.
Hükümet ve sayın Başbakan, topluma karşı açık olmalı, eğitim çalışanlarını mağdur eden uygulamalardan ötürü özür dileyerek yanlıştan döndüklerini açıklamalıdır.
Saygılarımla.
Talip GEYLAN
twitter: @TalipGeylan
http://facebook.com/talip.geylan.7