Eğitim camiası iyi hatırlayacaktır..,
MEB Eski Bakanı Hüseyin Çelik, göreve geldiği ilk dönemde “Sen ne mutlu Türküm dersen diğeri de ne mutlu Kürdüm der…” gibi derin sosyolojik bir gerekçe ve pedagoji biliminin gerekleri(!) doğrultusunda Öğrenci Andı’nı tartışmaya açmıştı.
Sayın Nimet Çubukçu da göreve geldiğinin ilk günlerinde -katıldığı bir televizyon söyleşisinde sorulan bir soruya verdiği cevapla- bu tartışmaları yeniden resmi ağızdan alevlendirmişti. Her ne kadar, sayın Çubukçu, maksadını aşacak şekilde sözlerinin yanlış anlaşıldığını belirtmiş ve basına yansıyan ifadeleri şifaen tekzip etmiş olsa da bu konu uzunca bir süre Milli Eğitim Bakanlığı ekseninde kamuoyu gündemini işgal etti.
Özellikle eğitim sendikalarının, Öğrenci Andı’nın kaldırılması teklifleri çerçevesinde ortaya koydukları duruşları, bu süreçte kamuoyu ve eğitimciler tarafından dikkat ve ibretle izlendi. Medya programlarına konuk olan sendika temsilcileri, konuyla ilgili olarak görüşlerini paylaştılar.
Bu programların en ilgi çekicilerinden bir tanesi kuşkusuz, 21.05.2009 tarihinde SKY TÜRK’te yayınlanan SÖZ HAKKI isimli tartışma programıydı. Üç sendikanın Genel Başkanı programa konuk olmuş ve sorulan sorulara cevap vererek, sendikalarının görüşlerini ifade etmişlerdi.
Hatırlanacağı üzere;
Öğrenci Andı ve ana dilde eğitim konusunda görüşleri kurulduğu günden beri bilinen Eğitim-Sen’in Genel Başkanı Zübeyde Kılıç, programda bilindik iddialarını dile getirdi.
Genel Başkanımız İsmail KONCUK ise programdaki konuşmasında; öğrenci andının tartışmaya açılamayacağını belirterek, metinden aslında özellikle bölücü çevrelerin rahatsızlık duyduğunu belirtti. Genel Başkan; “Andımızı tartışmaya açıyorsak, Türkiye’nin adını da tartışmaya açmak lazım” diyerek andın içeriğindeki değerlerin kesinlikle tahrif edilmemesi, bilakis pekiştirilmesi gerektiğini vurgulayan bir konuşma yaptı. Genel Başkan Koncuk, Eğitim-Bir-Sen’in Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki şubelerinin, Şanlıurfa’da yaptıkları toplantıdan sonra yayınlanan sonuç bildirisinde, okullardaki “Öğrenci Andı”nın okutulmasının eleştirildiğini ve öğrenci andının etnik farklılıklar dikkate alınarak yeniden gözden geçirilmesi talebinde bulunduklarını hatırlatarak Eğitim-Bir-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu’ya bu düşünceye katılıp, katılmadığını sordu. Gündoğdu ise yaptığı konuşmada konunun çevresinden dolanarak açık ve net bir şekilde “öğrenci andının kaldırılmasına karşıyız” diyemeden basit kelime oyunlarıyla programın maksadını farklı yöne kaydırmaya gayret etti.
Tabii ki, garip olaylar silsilesi bunlarla da kalmadı..
MAZLUM-DER isimli insan hakları(!) derneği Öğrenci Andı’nın okutulmasının, bir kısım insanlarımızın temel hürriyetlerini(!) kısıtladığı inancıyla MEB aleyhine Danıştay nezdinde dava açtı. Öğrenci Andı’nın okutulmamasıyla ülkemizin temel bir insan hakkı ihlalinin sona erdirileceğine inanan Mazlumder’in bu girimine ise içerisinde Eğitim Bir Sen’in de bulunduğu bazı sivil(!) toplum kuruluşları da destek verdi ().
Bu arada, Mazlumder’in bu maksatlı ve bölücülüğe hizmet eden girişimi karşısında, sendikamızın 14 Temmuz’da Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunduğunu da belirtelim.
Yukarıda bahsedildiği gibi, ana dilde eğitim ve Öğrenci Andı’nın içeriği hakkında başta Eğitim Sen olmak üzere; ülkemizdeki bazı kuruluşların, etnik-ayrımcı ideolojik yapıların tavırlarını ve mücadelelerini öteden beri biliyoruz.
Fakat ne gariptir ki, bu konularda uzun zaman hiç renk vermeyen Eğitim Bir Sen’in, son yıllarda (Sanırım yeterince büyüdüklerine! kanaat getirmiş olacaklar ki..) ana dilde eğitim taleplerini ve Öğrenci Andı’nın kaldırılması iddialarını, hem de toplantı sonuç bildirileriyle kamuoyuna ilan edecek cesaretle, dillendiriyor olması oldukça manidardır.
Hiçbir kuruluşun politikalarını tayin etmek ve yönetmek durumunda ve niyetinde değiliz tabii ki..
Her kuruluş, ilkelerini ve değerlerini özgürce belirler, kamuoyuna ilan eder. Bu fotoğrafı tasvip edenler de o çatı altında toplanırlar.
Fakat Eğitim Bir Sen’in sayın yöneticilerine iki tavsiyede bulunmanın; hem kendileri, hem eğitimimiz hem de memleketimizin geleceği için hayırlı olacağı kanaatindeyim:
Birincisi,
Güzel ülkemizin istisnasız her köşesinde aynı his ve görüşlerin savunulması gerektiğidir. Yani Şanlıurfa’da ne konuşuyorsanız, Yozgat’ta, İzmir’de ya da Trabzon’da da aynı tezleri gündeme getirmelisiniz. Aydın, Mersin, Samsun, Kayseri ya da Diyarbakır şube Başkanının savunduğuna Genel Başkan başta olmak üzere bütün teşkilat yapısı sahip çıkabilmeli, savunabilmelidir.
İkincisi ise,
Sendikalarımız farklı olsa da aynı sorumluluğu paylaşmakta olduğumuzdan dolayı hatırlatmak istiyorum ki; memleketimizin geleceğini taşıyacak olan çocuklarımızı yetiştiriyoruz. Hepimiz, Milli Eğitim Temel Kanunu’nun amaçlar kısmında ifade edildiği gibi; “Türk Milleti’nin bütün fertlerini, Atatürk inkılâp ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı; Türk Milleti’nin millî, ahlâkî, insanî, manevî ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren; ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan; insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş yurttaşlar olarak yetiştirmek” gibi milli bir ülkünün peşindeyiz.
Ya da en azından öyle olmalıyız…
Öğrenci Andı tartışmaları düzleminde ve son zamanlarda da malum “Açılım”la birlikte hararetlenen süreçte söylemekten dilimizde tüy bitti;
“Türk” tanımlaması, bu memleketi ortak fedakarlıklarla vatan yapan, aynı kaderi paylaşarak birlikte yaşama arzusunu tüm dünyaya gösteren halkımızın milli kimliğinin adıdır. Bunu, etnik bir niteleme olarak yansıtmak ve bunun üzerinden proje üretmek, en başta bu millete ihanettir. Türk Milli Kimliği, yeni icat edilmiş bir kavram da değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran kadro, devletin temellerini bu şekilde kodlamıştır.
Büyük Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” vecizesiyle tanımını yaptığı milli kimliğimiz, Anayasamızın 66. maddesinde de “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” şekliyle anlamını bulmuştur.
Şimdi;
Milli Eğitim Temel Kanunu’nun biz eğitimcilere yüklediği vazifenin ışığında ve Büyük Önder Atatürk’ün vecizesi ve Anayasamızın 66. maddesinde ifade edilen anlayış çerçevesinde Öğrenci Andı’nı tekrar okuyalım;
Türküm,
Doğruyum,
Çalışkanım,
İlkem;
Küçüklerimi korumak,
Büyüklerimi saymak,
Yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ey büyük Atatürk;
Açtığın yolda,
Gösterdiğin hedefe,
Durmadan yürüyeceğime and içerim.
Varlığım;
Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!
Bu noktada, hangi vatansever Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, bu andın içeriğinden rahatsız olabilir ki?
Hele ki, öğrencilerimize her sabah okuttuğumuz bu metinde bulunan temel değerler ve aidiyet şuuru; biz eğitimcilerin, öğrencilerimizde oluşturmaya çalıştığımız davranış değişikliklerinden değil midir?
Bu bağlamda, Öğrenci Andı’nda ifade edilen değerlerden rahatsız olmak ve metnin okutulmamasını savunmak, Türk Milli Eğitimi’nin amaçlarından rahatsız olmak demektir.
Yani, Eğitim Bir Sen yetkililerinin savunduğu gibi, “Öğrenci andı ya okutulmamalı ya da etnik farklılıklar dikkate alınarak yeniden düzenlenmelidir” şeklindeki bir iddianın meali, milli eğitimin amaçları gerçekleştirilmesin demektir.
Dolayısıyla..,
Böylesi iddianın sahibi olanlar, hem de milli ve manevi değerlerin referansıyla eğitim çalışanlarına hitap edenler bir kez daha düşünmelidirler.
Günlük siyasal ya da sendikal kaygılarla politika üretmenin veya ithal projelere taşeronluk yapmanın nelere mal olabileceğini iyi hesap etmelidirler.
Onlar bu hesabı yapmıyorlarsa…
Bu yapıları şu ve ya bu nedenle destekleyenlerin, yeni bir hesabın sorumluluğunu yüklenmeleri manevi bir vebal olacaktır.