2009 Yılının ilk üç ayı yerel seçim sürecinin, tüm kesimlerin gündemini işgal ettiği bir dönemdi. Neredeyse en hayati meseleler dahi seçim konularının önüne geçemedi.
Bu süreçte, iktidarı ve muhalefetiyle tüm siyasi partiler, medya organları ve bütün sosyal etki kuruluşları; değişik toplum kesimlerinin sorunları ve beklentileri üzerinden seçmen kanaatlerini etkileme gayretini sergilediler. Özellikle hükümet edenler, icraatları ve yapamadıklarıyla değerlendirmeye tabi tutuldular.
Keza, seçim sonrasında da sonuçlar hem iktidar hem de muhalefet partileri açısından muhakeme edildi. Günler boyu uzun tartışmalar ve yorumlar yazılı ve görsel basın organları aracılığıyla ülke gündemini meşgul etti.
Övgüler, yergiler, ibret almalar, sonuçlardan ders çıkarmalar, yapılanlar, başarılamayanlar…
Hatta kabine değişikliği isteyenler, bekleyenler.
Bu bağlamda, biz de alanımız itibariyle Milli Eğitim Bakanlığı açısından beklentilerimizi ifade etme hakkına sahibizdir sanırım.
Milli Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin Çelik görevden ayrılır, yerine yeni bir isim gelir mi bilemem. Bu tasarruf doğal olarak iktidar partisinin.
Sayın Çelik görevine devam etse de yeni bir Milli Eğitim Bakanı ile muhatap olsak da önümüzdeki dönemle alakalı beklentilerimiz aynı olacaktır.
Makamdaki isim değişse de değişmese de seçim muhasebesiyle, yeni bir dönemin başlaması gerektiğine inanıyorum.
Bu noktada soruyorum: Nasıl bir Milli Eğitim Bakanı olmalıdır?
Milli Eğitim Bakanı, eğitimimizin yıllardır dağ gibi birikmiş olan sorunlarının farkında olmalı; günlük politikalarla yap-boz tahtasına çevrilen, her hükümet değişikliğinde politik tatmin aracı olarak görülen eğitim sistemimizin sorunlarına, yeni bir vizyonla bir devlet politikasıyla yaklaşmalıdır.
Milli Eğitim Bakanı, milli eğitime çağ atlatmayı politik propaganda aracı olarak görmemeli; derslik ve öğretmen açığının giderilmesi, taşımalı eğitimin sonlandırılması, teknolojik donanımların yeterli hale getirilmesi, tüm kademelerde çağ nüfusun okullaştırılması, eğitim istihdam dengesinin kurulması ve uluslar arası rekabet seviyesinin olgunlaştırılması vs. gibi somut ve nesnel kriterler doğrultusunda hedefler belirlemelidir.
Milli Eğitim Bakanı, yüz bini aşkın öğretmen ihtiyacının ve birkaç yüz bini bulan öğretmen adayının olduğu ve bu gerçeklere kamuoyunun vakıf olduğu bir ülkede “öğretmen ihtiyacımız yoktur” gibi gerçek dışı söylemlere saplanmamalı; eğitim kurumlarının tüm personel ihtiyacını görmeli ve telafi yollarını aramalıdır. Ve özellikle bu konuda beyanlar dile getiren kişi ve kuruluşları da düşman bellememelidir.
Milli Eğitim Bakanı, matematik formüllerle rakamlarla oynayarak Milli Eğitim bütçesinin ne kadar artırıldığını ispat etme çabasını bir yana bırakarak; bütçeden eğitime ayrılan pay açısından OECD ülkelerinin ortalamasını hedef almalıdır. Bir yandan okullara yeterli ödenek göndermezken diğer yandan okul idarecilerini ve öğretmenleri velilerle karşı karşıya getirmemelidir.
Milli Eğitim Bakanı, eğitim çalışanlarının bakanı olduğunu unutmamalı; çalışanların ekonomik talepleri karşısında onları kamuoyu nezdinde tahkir etmemelidir. Temsil ettiği kesimin ekonomik durumlarının iyileştirilmesi isteklerini, Maliye Bakanı edasıyla savuşturmak yerine, bizzat Maliye Bakanlığı’na karşı kalkan vazifesini icra etmelidir.
Bilindiği gibi kamu çalışanlarının görevlendirilmeleri ve kamu yöneticilerinin atamaları, yıllardır politikacıların siyasi tatmin aracı olmuştur. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığı, son yıllarda, bu manada ortaya çıkan somut örnekler ve yaygınlaşan uygulamalar nedeniyle kamuoyu ve çalışanlar nezdinde ayıplı bir imaj oluşturmuştur. İşte bu bağlamda, Milli Eğitim Bakanı, yeni dönemde tüm nakil, atama ve görevlendirmelerde; mevzuat hükümleri, liyakat, beceri ve birikimi esas almalıdır. Kamu çalışanlarını, “Hükümet memuru” olarak değil “Devlet memuru” olarak algılamalıdır.
Milli Eğitim Bakanı tarafından, öğretmenler arasındaki ayrımcılığa son verilmeli; sözleşmeli, vekil, ücretli çalışanlar tarihin tozlu raflarına atılmalıdır. Yeni dönemde, tüm çalışanlar sorumlulukları oranında yetkiyle donatılmalı ve “Eşit işe eşit ücret” prensibi doğrultusunda hak ettikleri ücretleri almalıdırlar. Öğretmenler arasında huzursuzluğa neden olan “Kariyer Basamaklandırma” uygulaması iptal edilmeli, hizmet yılı ve objektif performans esaslarına dayalı olarak hazırlanan kriterlere göre yeni bir personel yasası hayata geçirilmelidir.
Milli Eğitim Bakanı, sendikaları bir sosyal paydaş olarak kabul etmeli, demokratik bir uyum içerisinde çalışılmalıdır. Her türlü uygulama öncesi, sendikaların ve dolayısıyla çalışanların görüşlerini almalı; çalışanlar ve eğitim için en faydalı olan uygulamaları birlikte hayata geçirmelidir. Her yıl iki defa toplanan Kurum İdari Kurulu toplantılarında karşılıklı iyi niyet çerçevesinde bir araya gelmeli ve alınan kararları zamanında ve harfiyen uygulamalıdır.
Milli Eğitim Bakanı, üniversitelerle uyum ve işbirliği içerisinde olmalı; üniversiteleri politik manevralarına alet etmemelidir. Yüksek öğretimin, bilimsel ölçütler doğrultusunda yeniden düzenlenmesi ve dünyadaki emsalleriyle yarışabilir hale getirilmesine gayret etmelidir. Üniversitelerimizi, bağımsız ve özerk bir yapıya kavuşturmalı; mali ve maddi kaynaklarını artırmalıdır.
Vesselam..,
Milli Eğitim Bakanı, Başöğretmen Atatürk’ün işaret ettiği “Muasır medeniyetler seviyesine” eğitim alanında ulaşmayı kendine vazgeçilmez bir hedef olarak kabul etmelidir.
İşte o zaman, tüm eğitim çalışanları olarak, Mili Eğitim Bakanı’na minnet ve şükranlarımızla sonuna kadar destek olur ve her zaman hayırla yad ederiz.