“Meclis’te yoğunlaşan ulusal iradenin, doğrudan doğruya vatanın mukadderatına el koyduğunu kabul etmek temel ilkedir. TBMM’nin üstünde güç yoktur.” Atatürk.
Büyük Atatürk, 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktığında bir yanda Mavri Mira, Pontus, Kürt Teali gibi zararlı cemiyetler iş başında, illerde çeteler kurmak suretiyle propagandalar yaparken; diğer yanda İstanbul işgal altındaydı. Çepeçevre sarılan sadece İstanbul değildi. Adana’da Fransızlar, Urfa, Maraş ve Antep’te İngilizler, Antalya ve Konya’da İtalyanlar, Samsun’da İngiliz birlikleri bulunmaktaydı. Mustafa Kemal’in de dediği gibi “Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı.”
Bu tarumar manzara karşısında kurtuluş meşalesinin yakılmasıyla milli mücadele ete kemiğe büründü, millet egemenliğine dayanan yeni bir Türk devleti kurulması için harekete geçildi. Peş peşe Havza ve Amasya Genelgeleri yayınladı, yurdun dört bir yanında milli hafızayı diri tutmak, halkı işgallere karşı harekete geçirmek, egemenlik haklarına sahip çıkmalarını sağlamak için toplumun önde gelen kanaat önderleri mitinglerle milli bilinci uyandırdı. Erzurum ve Sivas Kongreleri ile manda ve himaye reddedildi, Misak-ı Milli esasları belirlendi, ata yurdumuzun düşman işgalinden kurtarılması için yekpare olundu.
Bu süreçte milli mücadelenin sloganı ise “Ya istiklal ya ölüm!” oldu. Türk milleti haysiyeti, yüceliği, onuru için manen mücadeleye hazırdı, mevcudiyetine ve istiklaline her kim saldırıda bulunursa gereken cevabı layıkıyla alacaktı. Tıpkı 1071 Malazgirt Zaferi’nde, çağ kapatıp çağ açan İstanbul’un Fethi’nde, mefkûresi Türk birliği olan ve destan yazılan Çanakkale’de olduğu gibi… Tarihin her döneminde bilgisi, donanımı, cesareti, askeri kabiliyeti yüksek serdarlar öncülüğünde elde edilen başarılar Türk’ü daima yukarıya taşıdı. Nitekim Kurtuluş Savaşı’nda da böyle olacaktı.
Türk milleti tarih sahnesinde bir kez daha parçalanmaya, un ufak edilmeye ve sömürülmeye karşı, içinde bulunduğu vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmedi ve en büyük varlığını, istiklal tutkusunu harekete geçirdi. Milli mücadele yürütülürken, Mustafa Kemal Paşa ve mücadele arkadaşları yeni devletimizin temellerini oluşturan Büyük Millet Meclisi’ni açtı. Önce 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayramı Veli Camii Şerifi’nde milletvekilleri ile beraber cuma namazı kılındı. Namazdan sonra Peygamberimiz Hz. Muhammed’in sakalı ve ay yıldızlı al bayrağımız taşınarak Meclis binasına gidildi. Atatürk’ün Nutuk’ta da ifade ettiği gibi Meclis’e girmeden önce dualar okundu, kurbanlar kesildi. 21 Nisan gününden başlayarak hatim indirildi ve Buhari-i Şerif okundu. Hatmin son kısımları ise Cuma günü namazdan sonra Meclis binası önünde tamamlandı. Büyük Millet Meclis’inin açılışı işte böyle hayırlar içinde gerçekleşirken, o kutlu gün, millet egemenliğinin de tescillendiği tarih oldu.
Meclis açıldıktan sonra daTürk milletinin esenliğine düşmanı gaddar olanlar tarafından iç ayaklanmalar tüm hızıyla sürdü. Bir taraftan Anzavur, Düzce, Yenihan, Yozgat, Boğazlıyan, Konya ayaklanmaları bastırılmaya çalışılırken, diğer yanda cephelerde savaş son hızla sürüyordu. Mustafa Kemal’in etrafında birleşen Türk milleti, bu kez Gazi Meclis’in yönetiminde milli mücadeleyi bağımsızlık ülküsüyle sürdürdü. Nihayetinde sayısız acıya gark olan, nice şehitler veren Türk milletinin topraklarının üzerine beklediği afitab doğdu, Türk yurdunun aydınlık semalarına çöreklenen gafil, müsta’mir ve müstemleke seviciler bertaraf edilerek, Kurtuluş Savaşı kazanıldı ve yeni Türk devleti kuruldu.
İşte milli mücadeleyi yöneten ve milli aklın, milli birikimin, milli donanımın en kalıcı örneği olan Gazi Meclis ve ilk Hükümet, Türk’ün hem içte, hem dışta mücadele kazanmasında, Cumhuriyetin kuruluşunda, sonrasında da ülkemizin muasır medeniyetler seviyesine yükselmesinde büyük rol üstlenmiştir. Ekonomik, hukuki, ticari, sanayi, tarım, eğitim, sağlık alanlarında önemli çalışmalar yapmış, topyekûn kalkınma seferberliği başlatmış, demokrasiyi ilmek ilmek işlemiştir. Sadece askeri başarılar değil, milletin geleceğine dokunan her alanda büyük atılımlar yapan Gazi Meclis, yeni Türkiye’nin anahtarını millete vermiştir.
Bu Meclis tam 102 yıldır demokrasiye tam bağlılıkla yönetilmektedir. İhtilallere, post modern darbeye, 2016 yılında millet egemenliğine kast eden Fetöcü hain darbe girişimine, bütünlüğümüze yönelen terör örgütlerinin Meclis’i de hedef alan faaliyetlerine, Türk milleti kalkanlaşmış iradesiyle cevap verdi.
Öte yandan 23 Nisan hem demokrasinin tecelligahı TBMM’nin kuruluş tarihidir hem de Büyük Atatürk’ün çocuklarımıza armağan ettiği büyük gündür. Himaye-i Etfal Cemiyeti Başkanı Dr. Fuat Umay Bey’in girişimleri ve Büyük Atatürk’ün himayelerinde 1927 yılından itibaren çocuk bayramı olarak kutlanan 23 Nisan, yetim çocuklarına gelir etme amacı da taşıyordu. 23 Nisan’da tüm halkın iştiraki açısından geniş kapsamlı programlar düzenlenmesi, Ankara Palas’ta “Çocuk Balosu” gerçekleştirilmesi, “Gürbüz Türk çocuğu” yarışmaları, 1929 yılında 23-30 Nisan haftasının “Çocuk Haftası” ilan edilmesi, 1932 yılında Çocuk Haftasında mektup ve telgraflara çocuk şefkat pulu bastırılması, Atatürk’ün 1933 yılında 23 Nisan sabahı çocukları Cumhurbaşkanlığı makamında kabul etmesi, kendi makamını çocuklara bırakması, 1933 yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in kaleme aldığı Öğrenci Andı’nın 23 Nisan kutlamalarında okutulması ve dünyada ilk olan Türk çocuk bayramının günümüze kadar sirayet etmesi ve dünya çocukları ile kutlanması gurur vericidir.
Çocukları geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığı olarak addeden Atatürk, çocukların eğitimine, yetiştirilmesine ayrı bir önem veriyordu. Himayesine aldığı manevi çocuklarını şefkat ve ilgiyle yetiştiriyor, onların eğitiminden, bakımına kadar her türlü ihtiyacı ile ilgileniyor, tüm çocukları bağrına basıyordu. Atatürk; Kurtuluş Savaşı sırasında dahi eğitimi ikinci plana atmamış, I. Maarif Kongresi’ni düzenlemişti. Öte yandan eğitimde birliği sağlayan Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu çıkarmış, Harf inkılabını gerçekleştirmiştir. Eğitimin milli olması gerektiğini her fırsatta vurgulayan Atatürk, genç Türkiye’nin ihtiyacı olan eğitilmiş insan gücünün yetiştirilmesine öncelik vermiştir.
O günlerden bugünlere geldiğimizde, eğitimde istenilen düzeyde başarıyı yakaladığımızı söylemek mümkün değildir. Eğitimi kalkındıracak olan en önemli unsurların başında okullaşma oranları gelmektedir. Ancak MEB istatistiklerine baktığımızda, 2020-2021 eğitim-öğretim yılında okullaşma oranlarının ilkokulda yüzde 93,23, ortaokulda yüzde 88,85, ortaöğretimde ise yüzde 87,93 olduğunu görüyoruz. Cumhuriyetin kuruluşunun üzerinden geçen 99 yılda Atatürk’ün bu kadar önem verdiği eğitim alanında hala okullaşma oranlarının yüzde 100 düzeyinde olmaması eğitim hedeflerimizin eksik kaldığının göstergesidir.
Kaçırılarak, ailesinden koparılarak teröre maşa yapılan çocuklar, vatanımızın selameti için şehit olan yiğitlerimizin çocukları, okuma hakkına ambargo konulan, çalıştırılan, eğitimsizliğe itilen, sokaklarda başı boş bırakılan, küçük yaşta yasa dışı evlendirilen, şiddet gören, istismara uğrayan, çocukluklarını yaşayamayan çocuklar var ülkemizde… Çocuk sorunlarına daha çok eğilmek, çocuklarımızın başta eğitim, sağlık, yaşama, barınma hakkı olmak üzere tüm haklarından faydalanmasını sağlamak, onları her türlü istismara karşı korumak, çocuk hakkı ihlallerinin önüne caydırıcı tedbir ve yasal düzenlemelerle geçmek toplumsal bir sorumluluktur.
Sadece ülkemizde değil, tüm dünyada çocuk olarak var olmak zordur. Savaşın gölgesinde hayatta kalmaya çalışan, eğitim, sağlık, beslenme, barınma gibi en temel hakları elinden alınan, sevdiklerinden koparılan çocuklar içimizde derin bir sızı bırakmaktadır. Suriye’de, Irak’ta çocukların yaşadığı dram dün gibi belleklerdeyden, şimdi de Ukraynalı çocukların namlunun ucunda bir hayat sürmeleri vicdanları kanatmaktadır. Kimisi mülteci konumuna düşmüş, kimisi anne, babasını kaybetmiş, kimisi öldürülmüş, kimisinin de akıbeti meçhuldür. Güç savaşının tam ortasında kalan, masumiyetleri oyuncaklarıyla birlikte toprağa gömülen savaş çocukları bizlere, topraklarımıza sımsıkı sarılmamız, vatanımızın kıymetini bilmemiz, bayrağımıza sahip çıkmamız ve gelecek kurgumuzu Atatürk’ün ilkelerinin yol göstericiliğinde belirlememiz gerektiğini bir kez daha ortaya koymaktadır. Unutulmamalıdır ki; mutlu gelecek ancak kendi ülkesinde özgürce yaşayan mutlu çocuklar ile mümkün olabilir.
Bu vesileyle milli iradenin teminatı TBMM’nin açılışının 102’inci yıl dönümünü ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı gururla kutluyor; Ulu Önder Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi bir kez daha saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.