Elli yılı aşkın bir geçmişe sahip olan sendikal hayatımızda, sendikaların işlevleri ve çalışanların sendikalarından beklentileri belirli çerçeveyle sınırlı bulunmaktaydı. Sendikacıların “işleri” ve üyelerinin sendikalarından talepleri “kitapta” yazdığı şekliyle sınırlıydı. Bir sendika üyesinin sendikasından beklediği şundan ibaretti: “Toplu sözleşme vakti geldiğinde, sendikam benim adıma işverenimle muhatap olsun, ücret ve çalışma hayatımla ilgili isteklerime yönelik kazanımlar elde etsin.”
Bu durum, zaman içerisinde sendikal bilinci yalnız “Ücret sendikacılığıyla” sınırlı bırakmıştır. Bundan dolayı da sendikal kültür sosyal bir yapıya kavuşamamış; hatta kimi dönemlerde sendikalarla diğer toplum kesimleri karşı karşıya gelmiştir. Toplumumuzda sendikacılığa ve sendikalara karşı bir önyargının da oluştuğuna zaman zaman şahit olunmuştur.
Türk sendikacılığının bu eksikliği günümüzde memur sendikalarıyla nispeten giderilmiştir. Memur sendikalarıyla birlikte ülkemizdeki sendikacılık anlayışında köklü bir değişim yaşanmıştır. Memur sendikalarının kurulmasıyla ve özellikle de 2001 yılında çıkarılan 4688 sayılı kanunla birlikte “Kuruş sendikacılığı” yerini toplumsal bir işleve bırakmıştır. Artık sendikalar, üyelerinin sosyal ve ekonomik haklarının mücadelesini vermenin yanı sıra; mensubu oldukları toplum adına taraf olan ve onlar adına söz söyleme sorumluluğundaki “Sivil toplum kuruluşları” hüviyetine kavuşmuşlardır.
Bu gerçeğin en somut ve en başlıca göstergelerinden biri de Türk Eğitim-Sen’dir. Üye sayısı bakımından ülkemizin en büyük memur sendikası olan Türk Eğitim-Sen, eğitim çalışanlarını, eğitimi ve toplumu ilgilendiren her gelişmede müdahil olmaya gayret gösteren ciddi bir sivil toplum kuruluşudur. Eğitim çalışanları, mesleki sıkıntılarının gündeme getirilmesinde ve çalışma hayatından doğan problemlerinin çözümünde sendikamızın etkin olmasını beklemektedirler. Ancak bunun yanında, hem eğitim çalışanları hem de toplum, Türk Eğitim-Sen’e farklı misyonlar yüklemektedirler. Türk milli eğitiminin yeniden düzenlenmesinden tutunda ülkemizin iç politikasındaki ve dış ilişkilerimizdeki gelişmelere kadar çok farklı durumlarda da kendileri adına sendikanın taraf olmasını beklemektedirler. Sendika yöneticilerimiz, “Yeni müfredatla ilgili nasıl bir çalışma yaptınız? Öğretmen yetiştirme sisteminin yeniden düzenlenmesi anlamında ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Ülkemizin AB ilişkilerinde bizim adımıza nasıl bir tavır geliştiriyorsunuz? Irak’ta işgalden bu yana yaşanan gelişmeler karşısında Türk toplumu adına söz söylemiyor musunuz?..vs.” gibi soru ve taleplerle karşılaşmaktadırlar. İşte temsil ettiğimiz kesim ve içerisinde yaşadığımız toplumun bizlere atfettiği konum bu noktalara gelmiştir.
Zaten bu durum, modern sendikacılığın ve sorumlu sivil toplum kuruluşu olmanın da doğal bir gereğidir.
Yaşadığımız zamanda gelişmiş toplumların en belirgin özelliği, yönetim anlayışında katılımcı demokrasinin hakim kılınmış olmasıdır. Bu tür ülkelerde halk, yönetime her an müdahil olabilmektedir. Bu müdahale ise toplumun oluşturduğu sivil kuruluşlar eliyle yapılmaktadır. Ancak bizde öyle midir? Hayır! Bizim gibi ülkelerde millet yönetime ancak beş yılda bir, yani seçim vakti geldiğinde oyuyla müdahale eder. Bir dahaki seçime kadar da ne bir söz hakkı ne de inisiyatifi söz konusu olabilmektedir. Fakat ülkemizde de işleyen bir demokrasi süreci vardır. Bu sürecin neticesinde Türkiye’mizde de modern-katılımcı demokrasiyle yönetilen bilinçli bir toplum huzurlu bir yaşamı sürdürüyor olacaktır.
İşte bu özlemle beklenen tablo, başta Türk Eğitim-Sen olmak üzere, Türk toplumunun öz değerlerinden beslenerek vücut bulan sivil toplum kuruluşlarının üstün gayretleriyle gerçekleşecektir. Günümüzde bir takım çok uluslu operasyonların taşeron örgütü olan sivil toplum örgütlerinin varlığı ve uygulamaları göz önüne alındığında; “Toplumun öz değerlerinden beslenerek güçlenen” sivil kuruluşlarının önemi biraz daha net anlaşılacaktır.
Türk Eğitim-Sen’i değerli kılan da bu vasfıdır. Sendikamızın karakterini, Türk Milletinin öz değerleri beslemekte ve varlık hedefini de milli varlığın ebedi bekasını sağlamak oluşturmaktadır.
Ayrıca şu gerçek de hiç gözden kaçırılmamalıdır: Türk toplumunu oluşturan vatandaşlarımızın ortak paydaları bulunmaktadır. Nitekim bu ortak paydalar en özet ifadesini, Anayasamızın başlangıç maddelerinde ve Türk Eğitim-Sen tüzüğünün amaçlar kısmında bulmaktadır. Ama şu da bir gerçektir ki, uzun yıllardır toplumumuz suni bölünmeler, kamplaşmalar ve kutuplaşmalarla çatıştırılmıştır. Aynı ruh yapısına sahip insanlarımız bir araya gelememişlerdir. İşte bu anlamda Türk Eğitim-Sen; ortak paydaya sahip insanlarımızı ortak davranışa sev edecek bir düzlem oluşturmuş, aynı çatı altında birleştirmiştir. Bugün sendikamız üyeleri arasında; seçim vakti geldiğinde farklı siyasi partilere oy veren, gelişen toplumsal hadiseler karşısında farklı tepkiler ortaya koyan, dünya görüşleri itibariyle farklı duruşlar sergileyebilen çalışanlar vardır. Fakat tüm bu üyelerimiz aynı temel değerleri ortak payda olarak kabul etmişlerdir. İşte bu yapı, ülkemiz ve toplumumuz üzerine ihanet senaryoları kurgulayanların önündeki en büyük engeldir. Nitekim, özellikle son yıllarda ortaya koyduğu faaliyetleri ve duruşuyla sendikamız, hem toplumu bilinçlendirmek hem de kamuoyu oluşturmak anlamına ciddi bir milli direnç merkezi olmuştur. Bu bakımdan da çok iyi görüldüğü üzere bir takım güç merkezlerinin hedefi haline gelmiştir.
Kurumsal varlığımız ve işlevimiz bu bağlamda değerlendirildiğinde, Türk Eğitim-Sen’in ifa ettiği tarihi ve milli görev daha iyi anlaşılacaktır.
Türk Eğitim-Sen’in her kademedeki tüm mensupları şundan çok emin olsunlar ki; ileride tarihi yazanlar bu süreçten minnet ve övgüyle bahsedeceklerdir.
Yaşadığımız bu zamanda, milli bir sivil toplum kuruluşunun mensubu olarak “Tarih yapan” Türk Eğitim-Sen’liler, ileride birer “Adsız kahramanlar” olarak şükranla yad edileceklerdir.
Aynen kahraman ataları gibi…