Kamu kurumlarına memur alımı yıllardır KPSS ile yapılmaktadır. Yüzbinlerce aday, sınavda elde ettikleri başarıya göre, devlet memuru sıfatıyla kamu kurumlarında görev alarak geleceklerini inşa etme imkanını yakalamıştır.
Binbir zorluk ve sıkıntıyla üniversiteyi kazanan ve aynı zorluklarla okulunu bitiren yüzbinlerce mezun gencimiz, yılların yorgunluğu üzerine bir de KPSS hazırlığına zaman ve para harcayarak “Ekmek kapısı” bulmaya gayret göstermektedir.
Her yıl milyona yakın üniversite mezunu (ki bu sayı diğer eğitim düzeyleri dahil edildiğinde daha da artmaktadır) heyecan, kaygı, ümit ve tedirginlikle bu süreci birebir yaşamaktadır.
Fakat 2010 yılı KPSS süreci, belki de on yıllar boyu hafızalardan silinmeyecek bir skandala dönüştü. Yüzbinlerce adayın hakkını gasp eden bir hırsızlık organizasyonu, hem sınavın iptaline hem de adayların sınavlara olan güveninin sarsılmasına neden oldu.
Eğitim Bilimleri Sınav soruları, sınavın yapılacağı tarihten beş gün önce -sayısı binlerle ifade edilen- bir kısım adaylara ulaştırıldığı için, bu seneki sınav, sonuçları itibariyle istatistik biliminin sınırlarını zorlayan bir tabloya vesile oldu.
Şöyle ki; ÖSYM’nin açıkladığı verilere göre, 2008 yılında 98 ile 105 arasında net çıkaran aday sayısı sadece 21 kişi. Bu sınavda bırakın 120 neti 105’in üzerinde net çıkaran bile olmamış. Fakat 2010 yılında ise 115 ile 120 net çıkaranların sayısı 4.350 kişi. Ki, bu sayıya 2008’de olduğu gibi 98 netten fazla çıkaranları da dahil ettiğimizde sanırım toplam sayı on binlerle ifade edilebilecektir. Ayrıca 350 adayın da 120, yani tam net çıkardığını ve bunların dikkate değer bir kısmının karı koca, aynı evde kalan arkadaş ya da aynı işyerinde çalışan mesai arkadaşı olduğunu da belirtmek gerekir.
Bu istatistiki tablonun iki anlamı vardır: Ya 2008 yılında sınava giren adaylara nispeten 2010 yılında sınava girenler süper zekaydı; ya da 2010 yılındaki sınavda “Hırsızlık” yapıldı.
İkinci ihtimalin gerçek olduğuna tüm Türkiye kamuoyu şahit oldu.
Hırsızlık Tespit Edildi.., Hırsız Nerede!?
Devletin istihbarat birimlerinin, ilgili kamu kurumlarının ve konunun birinci derecede muhatabı olanların “Uyuduğu” bir ortamda hırsızlığı ortaya çıkaran ve belgesini ortaya koyan ise bir sivil toplum kuruluşu oldu. Sorumlu tüm kişi ve kuruluşların kulaklarını tıkadığı ve skandalın örtbas edilmesine neden olacak bir aymazlık içerisinde bulunduğu bir ortamda; Türk Eğitim-Sen cesaretle öne çıkarak, toplumun ve üyelerinin kendisine yüklemiş olduğu sorumluluğun gereğini yerine getirdi.
Hatırlanacağı üzere, KPSS ile ilgili olarak şikayet, itiraz ve söylentilerin sıklıkla önümüze geldiği günlerde, gerek YÖK Başkanı Yusuf Ziya ÖZCAN ve gerekse ÖSYM Başkanı Ünal YARIMAĞAN’ın gündeme ilişkin sergiledikleri tutumları çok yadırganmıştı. Türkiye kopya iddialarıyla çalkanırken, YÖK Başkanının uzunca bir süre olaya kayıtsız kalması ve ÖSYM Başkanı Yarımağan’ın da, Hürriyet gazetesine yaptığı açıklamada olduğu gibi, iddiaları "Mutsuz insanların feryadı" sözleriyle değerlendirmesi anlaşılmaz bir tutumdu.
İddiaları ciddiye alması ve konunun tüm yönleriyle araştırılarak, varsa sorumluların ortaya çıkarılacağını söylemesi gerekenlerin, bu aymaz tavırları kamuoyunda şüpheler uyandırmıştı.
Birinci derecede güvenilir bir kurum olması gereken ÖSYM’nin; adeta herkesin bildiği fakat sustuğu bir rezaletin üzerine gidecek cesarete sahip olmayanlar tarafından yönetildiği ayan beyan ortadaydı. Dile düşen hırsızlık organizasyonuna, sadece YÖK ve ÖSYM değil; devletin ilgili tüm kurumları ve özellikle de ülkeyi idare eden siyasi iradenin kulaklarını tıkaması çok manidardır. Adaletsizliğe ve hırsızlığa göz yumarak, adeta hırsızlığı yapanların ödüllendirilmesinin ne ahlaki, ne siyasi ne de insani izahı vardır.
İşte böylesi bir aymazlık ortamında tek bir kurum üstün cesaret örneği gösterdi.
Herkesin sustuğu, korktuğu, varlığını ve konumunu riske etmemek için görmezden gelmeyi tercih ettiği bir durumda, Türk Eğitim-Sen ve Genel Başkanı İsmail KONCUK onurlu duruşun sembolü oldu. Adaletsizliğin, suistimalin ve çıkar sağlamanın “Nizam” haline getirildiği ve bu “Müesses Nizam” yokmuş gibi davranılarak “İşlerin bir şekilde yürütüldüğü” bir organizasyon, Türk Eğitim-Sen’in cesur girişimleri ve ortaya koyduğu belgelerle ifşa oldu.
Genel Başkan Koncuk, 28 Ağustos’ta yaptığı basın toplantısında, daha basıma girmeden önce Eğitim Bilimleri sınav sorularının temin edildiğini ve sınavdan beş gün önce geniş bir gruba servis edildiğini belgesiyle ispat ederek; Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu ve Cumhuriyet Başsavcılığı başta olmak üzere ilgili kurumların harekete geçmesini sağladı.
Hırsızlığın belgesinin ortaya konulduğu gün bile kamuoyu algısını manipule etmeye ve Türk Eğitim-Sen’in iddiasını saptırmaya çalışanlar, Yalvaç’lı B.S.’nin savcılıktaki itirafından sonra özür dileme erdemini dahi gösteremediler.
Hele ki, bir yayın grubunun birkaç kez Genel Başkanımız İsmail Koncuk’u ve sendikamızı itham edici, töhmet altında bırakma maksatlı yayınlar yapması ise ölçüsüzlüğün dahi ölçüsünün yitirilmesine en güzel örnektir. Oysa ki, sayın Genel Başkan; süreç içerisinde yaptığı yüzlerce konuşmasında, açıklamasında ya da TV programlarında hırsızlığı gündeme taşımaya gayret ederken; ne bir grup adı, ne bir kişi ismi ne de bir sosyal oluşum ifadesi zikretmemiş; hatta bu yönde kendisine yöneltilen maksatlı ve ısrarlı sorulara da prim vermemiştir.
Genel Başkanın tek bir ısrarı vardı; “Bu işin sonu kime ve nereye kadar giderse gitsin ortaya çıkarılsın. Kim yaparsa yapsın bu bir namussuzluktur. Namussuzluğa sahip çıkmak ve üzerine gitmemekte en az bunun kadar namussuzluktur.” diyerek, yüzbinlerce adayın hak gaspına neden olan KPSS hırsızlığının perdelenmesine izin verilmemesiydi.
Takdir edilmesi ve desteklenmesi gereken bu onurlu duruşun, bir yerlerde garip şekilde yankı bulmasını ve rahatsızlık yaratmış olmasını anlamak mümkün değildir.
Ancak, bu olayda da bir kez daha şahit olundu ki, milletimiz üstün bir irfan sahibidir. Toplumumuzun ekseriyeti, namuslu duruşun erdemini takdir etmekte ve destek olmaktadır. Sendikamızın, hırsızlığı belgelemesiyle başlayan süreçte, sadece KPSS mağdurları tarafından değil, toplumun değişik kesimlerindeki vatandaşlarımız tarafından da sendikamıza ve Genel Başkanımız İsmail Koncuk’a yönelik sergilenen olumlu tepkiler ve destek mesajları, en azından ülkemizin geleceği açısından ümit verici bir tablo oluşturmuştur.
Fakat şunu da belirtmek gerekir ki; bu süreçte hükümet ve iktidarda bulunan AKP yetkililerinin kayıtsız duruşları da merak konusudur. Hükümet ve AKP yöneticileri, marjinal gruplar kadar bile sürece ilgili olmamışlar, basın mensuplarının soruları karşılığında “öylesine” yaptıkları geçiştirmeye yönelik açıklamalarla yetinmişlerdir. Hatta bazı hükümet yetkilileri, adeta skandalın ört bas edilmeden sınavın iptal edilmiş olmasını dahi eleştirmişlerdir. Örneğin Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç “Sadece birkaç kişinin, yaptığı hırsızlık veya haksızlık sebebiyle herkesin sınavının iptal edilmiş olması büyük bir faciadır. Gözü yaşlı pek çok insanın bu sınavların sonuçlarıyla iptal edilmesinden üzüntü duyduğunu biliyorum.” şeklinde, duyanları hayretler içerisinde bırakan bir açıklama yapmaktan çekinmemiştir. Sayın Arınç Başbakan Yardımcı sıfatıyla; hırsızlık organizasyonu neticesinde birkaç kişinin değil 5-10 bin kişinin nemalandığını ve öncelik kazanarak on binlerce masum memur adayının hakkının elinden alındığını bilmiyorsa makamını sorgulaması gerekir. Eğer gerçeği bildiği halde böyle bir açıklama yapmışsa o zaman da siyasi ahlak anlayışını sorgulaması gerekir.
Keza, Hükümetin diğer makam mensupları ve iktidar partisi AKP yetkililerinin bu hırsızlık olayı karşısında takındıkları tutumlarının da sayın Arınç’tan farklı olmadığını belirtmek gerekir.
Artık bu noktadan sonra yapılması gereken; Eğitim Bilimleri sınavının iptaline neden olan hırsızlığın, ana aktörleriyle birlikte, sorumlularının tespit edilerek cezalandırılması ve kamuoyuna ifşa edilmesidir. Eğer, geçtiğimiz yıl kopyadan dolayı iptal edilerek yeniden yapılan Polis Okulu sınavındaki gibi sorumlular ifşa edilmez ve cezalandırılmaz ise; önümüzdeki yıllarda da bu tür skandalları yaşayacağımız kuvvetle muhtemeldir.
Benim Hırsızım İyidir!
Hem insanlık tarihi boyunca ve hem de günümüzde toplumsal yaşamı düzenleyen bütün din ve ahlak anlayışlarının hepsinde “Hırsızlık” bir kabahat olarak kabul edilmekte ve toplumda tecrid edilmektedir. Hiçbir din anlayışının ya da ahlak öğretisinin, şu ya da bu gerekçeyle hırsızlığı meşrulaştırdığına şahit olunmamıştır. Çünkü, böylesi bir değerlendirme “Din” veya “Ahlak” sisteminin varoluş nedenine aykırıdır.
Fakat ne üzücüdür ki, günümüz Türkiye’sinde kimilerinin, hırsızlığı bir şekilde meşrulaştırmaya, normalleştirmeye hizmet edecek tutumları sergilemekten kaçınmadıklarına şahit oluyoruz. Bu anlaşılmaz tutumun örneklerine; siyasetten ekonomiye, seçmen tercihlerinden sosyal ilişkilere ve kişisel münasebetlere kadar her alanda şahit oluyoruz.
“Hırsız ama, bedava kömür dağıtıyor.”,
“Hırsız ama iaşe yardımında bulunuyor.”,
“Hırsız ama siyasi/ekonomik/sosyal/bürokratik kariyerim için destek olmalıyım, yanında yer almalıyım.”,
“Hırsız ama benimle aynı ideolojiyi paylaşıyor/aynı amaca hizmet ediyor.”,
“Hırsız ama ulvi hizmetler için yapıyor.”,
“Hırsız ama benim adamım!”,
Bu gerekçeleri düzinelerce sıralayabiliriz.
Yani “Benim hırsızım iyidir.” mantığı, maalesef, bir çok alanda yerleşik kanaat olarak yerini bulmuş durumda.
Bu sapık anlayış, öylesine yaygınlaşmış ki, manevi değerleri referans aldığını iddia eden kimileri için dahi geçerli bir mazeret olarak kabul edilir hale gelmiş.
İşte bu sapık anlayışın tezahürlerine KPSS skandalında da şahit olundu. Kimileri, neredeyse hırsızlığı ifşa ve ihbar ettiği için sendikamıza yönelik bir linç ve iftira kampanyası başlatmaya cüret ettiler. Utanmasalar, hırsızlığın belgesini ortaya koyduğu için Genel Başkan İsmail Koncuk’un yargılanması talebiyle adliyeye başvuracaklardı. Çok şükür ki; toplumumuz bu saçma girişimlere prim vermedi, itibar etmedi.
Hırsızlık organizasyonunun sahipleri tarafından yönlendirilen ya da haksız bir şekilde elde ettikleri puanları ellerinden kayanların tepkilerini değerlendirmek bile gereksiz. Onları, kendi vicdanlarının muhasebesine havale etmek yeterlidir sanırım. Gün gelecek yaptıklarının vebali, vicdanlarını sarmalayacak ve ebedi azabı yaşayacaklardır.
Fakat asıl dikkate alınması gereken tepki, sınavda hakkıyla yüksek puan alan adayların feryadıdır. Bu arkadaşlarımızın duygusal tepkilerini anlıyoruz; ama Nasrettin Hoca misali, “Hırsızın hiç mi kabahati yok” dedirtircesine sendikamıza saldırmalarını da anlamak mümkün değil. Hiçbir ahlaki gerekçe, Türk Eğitim-Sen’in bu olaydaki tutumunu yargılamaz. Fakat bu arkadaşlarımızın kendi tutumlarını gözden geçirmelerini ve Türk Eğitim-Sen’e karşı haksızlık etmemelerini tavsiye ediyoruz. Yürekten inanıyorum ki; bu arkadaşlarımız salim kafayla değerlendirdiklerinde, Türk Eğitim-Sen’in onurlu ve ahlaki duruşunu takdir edecek ve hatta minnetle anacaklardır.
Türkiye; dürüst, namuslu ve ahlaklı insanların gururla yaşadığı; namussuzluğun, hırsızlığın ve ahlaksızlığın prim yapmadığı ve her düzeyde tecrid edildiği mutlu bir ülke olmayı hak ediyor.
Talip GEYLAN