KADINLARA SEÇME VE SEÇİLME HAKKI TANINMASININ YILDÖNÜMÜ KUTLU OLSUN

5 Aralık 1934 tarihinde Türk kadınına hakların en büyüğü olan “Seçme ve Seçilme” hakkı tanınmıştır. Atatürk, Türk kadınının seçme ve seçilme hakkının verilmesinin ardından şöyle seslenmiştir: “Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasî hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medenî mevkiini salahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasî hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını, bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medenî memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu salahiyet ve liyakatle kullanacaktır”

 

Kadına Fransa’da 1944, Japonya’da 1945, İtalya’da 1946, Arjantin ve Meksika’da 1946, İsviçre’de ise 1971 yılında tam olarak seçme ve seçilme hakkına tanınmasına rağmen; bundan tam 78 yıl önce Atatürk’ün bu sözleriyle ve medeni olarak addedilen pek çok ülkeden önce, seçme ve seçilme hakkı kazanan kadınlarımız, acaba bugün toplumda hak ettikleri değeri bulabiliyorlar mı? 1934 yılından bugüne kadar geçen sürede kadının toplumsal statüsü ne ölçüde değişti?

 

TÜİK tarafından yayınlanan son istatistiklere göre Türkiye’de toplam çalışanların %29,4’ü kadın. Türkiye’deki 3 milyon 759 bin ücretsiz aile işçisinin %71’i yani 2 milyon 681 bini kadın. Bunların da %94,6’sı kayıt dışı çalışıyor. Toplam kayıt dışı çalışanların %73’ünü kadınlar oluşturuyor. Türkiye’de kadınların işgücüne katılma oranı yalnızca %30. 12 milyon 55 bin kadın, ev işleriyle meşgul olduğu için işgücüne katılamıyor. Türlü nedenlerden çalışamaz halde olan 3 milyon 404 bin kişinin 2 milyon 209 bini kadın. Avrupa ülkelerinde dahi kadınlar, erkelerden %12 ile %25 arasında daha düşük ücret alıyorlar. Geçtiğimiz yıla ait istatistiklere göre Türkiye, OECD içinde kamuda kadın istihdamı alanında en son sıralarda bulunuyor. OECD ülkelerinde kamuda kadın istihdamı ortalama %40-50 arasında değişiyor. Bu oran Polonya’da %65’e, Portekiz ve İzlanda’da %61’e kadar çıkarken, Türkiye’de %30’da kalıyor. Polislerin ise yalnızca %5,8’i kadın. Kamuda 8 bin 284 üst düzey yöneticinin yalnızca %7’si kadın. Mevcut 20 Müsteşarın tamamı erkek, 81 Müsteşar Yardımcısının yalnızca 3 tanesi kadın. Kamudaki Genel Müdürlük makamının 156’sında erkeler, 9 tanesinde kadınlar oturuyor. Yalnızca 1 kadın valimiz var. 450 Vali yardımcısı içinde 10; 989 kaymakam arasında 13 tane kadın var. 261 Bölge Müdürü arasında tek bir kadın yok. Kadın kamu görevlilerinin oranı hâkim savcılarda %24, müfettişlerde %7, kariyer uzmanlarda %38, din görevlilerinde %5, teknik personelde %26, bilgi işlemde %37, şeflerde ise %38. Çalışma, iş gücüne katılma ve üst düzey yöneticilik konularında geri planda kalan kadınlar, hak arama noktasında da çekingen davranıyorlar. Kamuda toplam sendikalaşma oranı %68,17 iken kadınların örgütlenme oranı %35’lerde kalıyor. TBMM’de kadın temsil oranı ise yalnızca %14. (79 Kadın milletvekilimiz var)

 

Bu rakamlar dahi gelişmiş addedilen birçok toplumdan daha önce seçme ve seçilme hakkı elde etmiş olan kadınlarımızın, 1934’ten bugüne kadar yaşadığı ihmali ortaya koymaya yetmektedir. Bir ülkede, getirilen hukuki düzenlemelerin toplumsal yaşama yansıması için toplumsal algının da bu yönde geliştirilmesi gerektiği gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Kadınların hukuki haklarını kullanması için yasal düzenlemelerle birlikte, hukuk kurallarını hayata geçirecek olan bireylerin de yeterli olgunluğa erişmesi ve uygun toplumsal kültürün oluşturulması gerekmektedir. Bu nedenle öncelik mutlaka, evrensel, eşitlikçi bir toplumsal kültür oluşturmak olmalıdır.

 

Bugün kadınlarımızın büyük çoğunluğu en temel insani haklarını dahi kullanmakta güçlüklerle karşılaşmaktadırlar. Ne yazık ki, dünya bugün Atatürk gibi bir önderin özlemini çekmektedir. Atatürk, “Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum felçlidir.” diyerek, kadının toplum içindeki önemini ortaya koymuştur.

 

Kadını ikinci plana iten toplumlar, kendisini ayakta tutacak dinamiklerden birini kaybettikleri için çökmeye mahkûmdur. “İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça, öteki yarısı göklere yükselebilsin?” diyen Atatürk’ün izinden gideceksek, hayatın her noktasında kadınları yüceltmek zorundayız.

 

Bir zincirin gücü, en zayıf halkasının gücü kadardır. Kadın ne denli güçlü ise toplum da o denli güçlüdür. Kadınların en temel ekonomik, demokratik, sosyal, siyasal, medeni haklardan mahrum bırakılması, küçük yaşta evliliğe zorlanması, çalışma haklarının elinden alınması kabul edilemez bir durum olarak, toplumların geri kalmasına ve çöküşüne yol açacaktır.

 

Bugün, kadınlarımızı toplumsal hayattan soyutlamaya çalışan, aile içi şiddet uygulayarak adeta kadınları infaz eden, asılsız gerekçelerle kadınlarımıza ikinci sınıf vatandaş muamelesini layık gören, onların erdem ve değerini hala anlayamayan zihniyetlere karşı;  

 

Aziziye Tabyası’nın Ermenilerin eline geçmesi üzerine, üç aylık bebeğini emzirdikten sonra, “Seni bana Allah verdi. Ben de Ona emânet ediyorum.” diyerek, birkaç saat önce şehit düşen ağabeyinin tüfeğini alıp, vatan savunmasına koşan Nene Hatun; Oğlu, kızı ve kardeşinin de bulunduğu 35 kişilik müfrezesiyle Sakarya ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne katılan, Afyon civarında Yunanlılara esir düşen ve yine kendi çabalarıyla kurtulan, sonradan kendisine bağlanan üsteğmenlik maaşını Kızılay’a bağışlayan Kara Fatma lakaplı, Fatma Seher Erden; Yunanlıların İzmir’i işgal etmesi ile Milli Mücadele’ye katılan, Sakarya Savaşı’nda yaralanan ve tedavisinin ardından müfrezesine geri dönen, binbaşı Ayşe Hanım; Temmuz 1920’de Fransızlara karşı harekete geçildiği sırada askerlerde bir duraksama olunca “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olarak yerlerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” diyen, aynı muharebe sırasında ateş hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileriye atıldığında şehit düşen Tayyar Rahime; Kendisinden bilgi almak isteyen Yunanlılara karşı direnirken düşman tarafından Kavakönü Köyü’nde işkence yapılarak öldürülen ve ardından fırında yakılan, Nazife Kadın, birer abide olarak tarihin altın sayfalarında durmaktadır.

 

Bu düşünceler ışığında Türk kadınının seçme ve seçilme hakkına kavuşmasının 78. yılını kutlarken, başta ülkemiz olmak üzere dünyadaki tüm kadınların annelik sıfatıyla sahip oldukları kudsiyetin farkına varılmasını ve uğradıkları her türlü haksızlığın son bularak, toplum içinde eşit bireyler olarak yer almalarını diliyorum.

İsmail KONCUK

Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı

 

Son Haberler

DYK’DA GÖREV ALAN MEMURLARA ÜCRET ÖDENMELİDİR

Hizmet Kollarına Yönelik Mali ve Sosyal Haklara İlişkin 2024 ve 2025 Yıllarını Kapsayan 7....

MEB BÜTÇESİ İHTİYAÇLARI KARŞILAYACAK MI?

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan’ın, MEB Bütçesi hakkında yaptığı değerlendirmedir.

ATATÜRK, TÜRKİYE’DİR!

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan’ın, 10 Kasım dolayısıyla yaptığı basın açıklamasıdır.

AKADEMİK ZAM PAS GEÇİLMESİN!

Genel Başkanımız Talip Geylan, ekonomik koşullarından dolayı, başarılı öğrencilerin akademisyenliği değil, geliri daha yüksek olan meslekleri tercih ettiğini kaydederek, bu durumun Türk akademisinin geleceği açısından önemli bir zafiyet doğuracağını söyledi.