Türk Dil Kurumu’na göre İstikrar: Aynı kararda, biçimde sürme, kararlılık, denge, ödemeler dengesinde, istihdamda düzen, yerleşme, oturma, stabilizasyon
Bugünki siyasi iktidarın ağzında ise bir baskı tehdit ve şantaj aracı olarak kullanılan bir kelimedir istikrar.
Gerçeklerin gizlendiği, insanların büyülenmeye çalışıldığı, umut pompalandığı bir ortamında adıdır istikrar.
Bir sendikacı olarak elbette işimiz siyaset yapmak değil. Ancak çalışma hayatı, eğitim sistemi ve eğitim çalışanları açısından bir durum tespiti yapmakta fayda var diye düşünüyorum.
1 Kasım 2015 tarihinde yapılacak olan 26. Dönem milletvekilliği genel seçimleri öncesi ülkeyi 13 yıldır yöneten siyasi anlayış, tek başına ülkeyi yönetmek adına, istikrar vurgusu yapıyor ve destek istiyor.
Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır.
Şöyle bir göz atalım yapılanlara, söylenenlere.
13 yıldır istikrarlı! bir şekilde kuralsız ve güvencesiz çalıştırma almış başını gitmiştir. Devletin asli ve sürekli işleri taşeron patronlarına peşkeş çekilmiştir. Patronların cebi ve kasası dolarken gençlerimiz adeta sömürülmektedir. 2002 yılından bu yana sadece kamuda taşeron şirketlerde çalışanların sayısı 12 binden 750 binlere ulaşmıştır. İstihdam artışı sağlanamamış, işsizlik problemi çözül(e)memiştir. Kölelik düzeninin yaygınlaşarak devamı sağlanmış, gençlerimiz taşeron patronlarına kurban edilmiştir.
“Babalar bibi satarız” dediler ve sattılar. Her satış yeni mağduriyetler, yeni dramlar ortaya çıkardı. Çalışanları hiç bir zaman düşünmediler. Ölümü gösterdiler, sıtmaya razı ettiler. O sıtmanın adı 4-C oldu. Tam bir kölelik düzeni. Bir köleye sahibi sadece barınacak bir yer ve üç öğün yemek verir. 4-C’lilere reva görülen ücretle ancak barınma ve üç öğün karın doyurulabilir. 40 bin anne veya baba bu şartlarda köleleştirildi. İstikrarın! aziz milletimizin fertlerine uygun gördüğü yaşam standarttı bu oldu.
2002 yılında İstanbul mitinginde Recep Tayyip Erdoğan ataması yapılmayan öğretmenlere umut olacak bir açıklama yapıyor: “Birçok gencimiz özellikle öğretmen adaylarımız işsiz kaldı. Ülkede eğitim çökmüş, köy okulları kapanmış, merkezdeki okullar bile öğretmen diye can çekişiyorken sen sınavla öğretmen seçmeye kalkıyorsun. Bıraksana genç öğretmenlerimiz gitsin çalışsın. O kadar sene beklet sonra al, o adamda artık heves kalır mı, öğretmenlik yapabilir mi? Ama inşallah biz iktidar olunca öğretmenler okulun bittiği gün hazırlıklarını yapacak ertesi gün görev aşkıyla okuluna gidecek hiç merak etmeyin…” Bu açıklamanın artından 13 yıllık istikrarlı! AKP iktidarı başladı Recep Tayyip Erdoğan’ın yukarıdaki açılamayı yaptığı tarihlerde Türkiye’de atama bekleyen öğretmen sayısı 70 bin civarındaydı. Bugün sayı altıya katlanarak 430 binlere ulaşmıştır. Türkiye bir 28 Şubat süreci gibi kara bir süreç yaşamıştır. Bu süreç AKP iktidarının da önünü açmıştır. Her fırsatta o dönemin iktidarı tarafından Türk Milletinin değerlerine karşı yapılan bir dizi yanlış davranış tutum ve eylem AKP siyasetçileri tarafından meydanlarda, siyasi toplantıların ve görüşmelerin tamamında dile getirilmiştir. 28 Şubat döneminde bir çok mağduriyet yaşanmıştır. Eğitim sistemimiz ciddi bir yara almıştır. Ancak mesleki ve teknik eğitimin aldığı yara göz ardı edilmiştir. 400 bin ataması yapılmayan öğretmen grubunun büyük bir bölümü ataması yapılmayan teknik öğretmenlerdir. Bugün ataması yapılmayan, 28 şubatın gerçek mağdurlarından olan teknik öğretmenlerin sayısı 70 bin civarındadır.
13 yıllık AKP iktidarında; yönetimde saydamlık, hesap verebilirlik, objektiflik, eşitlik ve hakkaniyet ilkelerine aykırı uygulamalar hız kazanmış. Kuldan utanma, Allah’tan korkma rafa kaldırılmıştır.
Mili Eğitim Bakanlığı bir gecede ahbap çavuş ilişkisi ile 998 yöneticinin 76. Maddeye göre atandığı bir facia yaşadı. Haksız hukuksuz yönetici atamaları ard arda sıralandı.
Bu dönemde yandaş kadrolaşmaya zemin hazırlamak için defalarca yönetici atama yönetmelikleri yayınlandı. Yönetmelikler ile zaman kaybettiklerini, istedikleri hızda ve sayıda kadrolaşma yapamadıklarını düşünmüş olacaklar ki; 14 Mart 2014 tarih ve 28941 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 6528 Sayılı kanun ile, Millî Eğitim Temel Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde değişikliklere gidilmiştir. Bu değişiklikle, tetikçi ve yandaş kadrolar tarafından kapkara bir dönem başlatılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okul ve kurumlarda görev yapan vatansever, işini adam gibi yapan, devletine ve milletine aşkla hizmet eden yöneticiler yerlerinden yurtlarından ve görevlerinden alaşağı edilmiştir. Kazanılmış hakları gasp edilmiştir. Vicdan ve adalet çöpe atılmış, emek hırsızlığı, usulsüzlük ve gayri ciddi değerlendirmeler tavan yapmıştır.
Bu değerlendirmeleri yapan komisyon üyeleri! yaptığınız uygulamalara baktığımda şu soruları size sormadan geçemiyorum
Siz hangi dindensiniz?
Hangi ahlak değerlerinden beslenerek bu günlere geldiniz?
Hangi felsefeyi hayatınızın merkezine koydunuz?
Siyasi iktidara sırtını dayayarak, ondan güç, cesaret ve talimat alan bazı zevatların kamu kurumlarında yaptığı ötekileştirme, adam kayırma, çalışanların sendikal tercihlerini değiştirmeye zorlama konusunda yaptıkları taciz, baskı ve şantajlar işyerlerini patlamaya hazır bir bomba haline getirmiştir.
Çalışma barışı ölmüştür. Başımız sağolsun.
İstikrar adına yeniden yetki isteyen iktidar sahiplerinin döneminde beşinci Mili Eğitim Bakanı işbaşındadır. Eğitim sistemi tam bir yap boza dönmüştür. Bu dönemde iki milli eğitim şurası toplanmıştır. Ancak bu şuralar siyasi iktidarın ideolojik hedeflerinin ve saplantılarının tescili ve tasdiklenme yeri olarak kullanılmıştır.
Nitekim eğitimin durumu içler acısıdır. Kaygı vericidir, çok düşündürücüdür. PISA sınav sonuçları bize bir ayna tutmaktadır. Bilindiği gibi PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) , Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) üç yılda bir ülkelerin eğitim sistemleri ile ilgili Matematik, Fen Bilimleri ve Okuma Becerileri kategorilerinde yaptığı sınavlar ve bu sınavların sonuçları ile ilgili değerlendirmeleri kapsamaktadır. Bu çalışma 2003 yılında başlamış ve bu güne kadar 2003,2006,2009 ve 2012 olmak üzere dört defa sonuçlar açıklanmıştır. 2012 sınavlarına 65 ülke katılmıştır. Bu ülkelerin 34’ü OECD ülkesidir. Kısaca PISA sonuçları bize eğitim sisteminiz ile ilgili kıyaslamalı bir ayna tutar. Sınava katılan ülkeler arasında nerede olduğumuzu görmemize yarar. Durum tespiti yapmamıza fırsat veriri.
2012 PISA sonuçlarına baktığımızda Türkiye matematikte 44., okuma becerilerinde 42., fen bilimlerinde 43. olmuştur. Türkiye OECD ülkeleri içinde Meksika ve Şili’yi geride bırakarak 32. sıradaki yeriyle sondan üçüncü olmuştur. 2003 yılından bu yana ufak artışlar olmasına rağmen Türkiye’nin sıralamasında bir değişiklik olmamıştır. Rakiplerimizin bizden daha fazla puanlarını arttırmaları bize patinaj yaptırmaktadır.
Bize ne elin gavurunun yaptığı sınavlardan diyebiliriz. PISA değerlendirmelerini çöpe atabiliriz. ÖSYM ve MEB tarafından yapılan; YGS, LYS ve TEOG gibi sınav sonuçlarına baktığımızda da farklı bir tablo karşımıza çıkmıyor. Bir YGS sınavında 50.000 aday sıfır çekiyorsa ÖSYM’nin nazik ifadesiyle puanları hesaplanamıyorsa, net doğru cevap sayısı matematik sınavında 6, Fen bilimlerinde 3,5’larda ise siz hangi kalkınmadan hangi istikrardan bahsediyorsunuz. Eğitim sistemi her kademede alarm veriyor.
Eğitim meselesi milli bir meseledir. Birilerinin kişisel hırslarını tatmin etme yeri değildir. Hele hele rövanş alma yeri hiç değildir.
İstikrar kelimesi siyasi iktidar tarafından gün geliyor bir masal gibi, uyutmak için söylenen ninni gibi anlatılıyor, gün geliyor bir tehdit ve şantaj aracı olarak kullanılıyor. Ekonomik ve sosyal konularla ilgili bazı rakamlar hiç iç açıcı değil. İktidar sahiplerinin saltanatında, şatafatında istikrarlı bir büyüme olabilir, yaşam standartları her geçen gün kat kat artabilir. Ancak vatandaş ve kamu çalışanı her günü kayıpla kapatıyor. Geriye, daha kötüye gidiş maalesef engellenemiyor. Kişi başına düşen milli gelir 2008 yılından beri artmıyor, hatta 2014 yılında 2013 yılına göre yüzde 4,4 oranında gerileme var. 2002 – 2014 yılları arasında vatandaşlardan tahsil edilen vergideki artış yüzde 491 iken kişi başına düşen gelirdeki artış yüzde 198 olmuştur. Ülkemizde ortaya çıkan finans açığını kapatmak için vatandaşların üzerindeki vergi yükü sürekli artmaktadır. Dolaylı vergileri OECD ortalaması yüzde 31,8 iken Türkiye ortalaması 69,7’dir. Vatandaşlarımız OECD ülkelerinden iki kat daha vergi ödüyor. İktidarın ücret politikalarının sonucu olarak ücretlilerin yaklaşık yüzde 32’lik kesimi, Türkiye nüfusunun en fakir yüzde 20’lik dilimi içinde yer almaktadır. Bireysel krediler incelendiğinde vatandaşlarımızın borçlanarak hayatını devam ettirdiği görülmektedir. Bireysel krediler 2002 yılından 2014 yılına kadar istikrarlı istikrarlı 58 kat artmıştır. Bireysel kredi borçlarını ödeyemeyenlerin sayısı 2014 yılında 669bin 383 kişiye yükselmiştir. Protestolu senet sayısı bir milyonu geçmiştir. İstikrarlı ekonomi! İstikrarlı yönetim! anlayışının sonucu evlenme ve boşanma rakamlarına da yansıyor boşanma sayısı 2002 yılında 95 bin 323 iken 2014 yılında bu sayı 130 bin 913 olmuştur. 2002 – 2014 yılları arasında dış borç 3,1 kat, iç borç ise 2,8 kart artmıştır. Velhasıl örnekler çoğaltılabilir. Bu satırlara onlarcası yazılabilir. Birileri istikrar kisvesi altında sadece kendi iktidarının ve saltanatının devamını istiyor.
Biz Türk Eğitim Sen olarak her şartta doğruları yapmaya devam edeceğiz. Eğitim çalışanlarının güçlü sesi olmaktan vazgeçmeyeceğiz.
Haksızlıklar karşısında susmayacağız. Çünkü biliyoruz ki “haksızlıklar karşısında susanlar, hakları ile birlikte şereflerini de kaybederler”
İş güvencemizden rahatsız olduğunuzu biliyoruz.
Rotasyon arzunuzdan vazgeçmediğinizden eminiz.
Kamu çalışanlarına karşı hasmane tutumunuz 13 yıldır değişmedi değişmeyecek
Pastadan kamu çalışanlarına düşen payı bugüne kadar vermediniz vermeyeceksiniz.
İstikrar, kimin istikrarı
Yerin dibine batsın sizin istikrarınız…