Türk Eğitim-Sen Genel Mevzuat ve Toplu Sözleşme Sekreteri M. Yaşar Şahindoğan ile Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri Sami Özdemir, 22.03.2017 tarihinde Kırklareli, 23.03.2017 tarihinde Edirne, 24.03.2017 tarihinde Tekirdağ, 25.03.2017 tarihinde Çanakkale, 26.03.2017 tarihinde Balıkesir 1 ve 2 No’lu Şubelerin düzenlediği istişare toplantılarına katıldı. Toplantılarda şube yönetim kurulu üyeleri, ilçe temsilcileri ve kadın komisyonu başkanları ile üyelerimiz hazır bulundu.
Toplantılarda bir konuşma yapan Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri Sami Özdemir, Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen mensuplarının bu ülkeyi karşılıksız sevdiğini söyleyerek, “Şu anda Türkiye Kamu-Sen’in 450 bin üyesi dimdik ayaktadır. Bu tez konusu olacak bir konudur. Zira 14 yıldan beri Türkiye Kamu-Sen mensuplarına yapılan baskı sendikal anlamda hiçbir tarihte yapılmamıştır. Buna rağmen bu yaşadıklarımız heyecanımızı ve şevkimiz kırılmamıştır.” Dedi.
Özdemir; Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen mensupları bu çatı altında menfaat için toplanmadığını da belirterek, “Biz, ülkemizin bölünmez bütünlüğünü her şeyden önde tutan, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyete sahip çıkan, bayrağımızı göklerden indirmemek için mücadele eden milli ruha sahip bir teşkilatın mensuplarıyız” dedi.
Türkiye Kamu-Sen’in kapısının sadece bölücü ve ihanet içinde olanlara kapalı olduğunu, bunun dışında siyasi görüşü, ideolojisi ne olursa olsun herkese açık olduğunu bildiren Özdemir şöyle konuştu: “Bazıları çoğalmak için ‘hangi ihanet grubu içinde olursa olsun yeter ki bize gelsin’ diyor. Bu nedenle memleket ne hale geldi. 15 Temmuz hain darbe girişimini hep birlikte yaşadık. 15 Temmuzdaki darbe girişimini durduran ve bunun önünde beton gibi set duran Türkiye Kamu-Sen mensupları, Atatürkçüler ve milliyetçilerdir, bu vatanı yürekten seven insanlardır.”
“Ne yazık ki külfeti biz paylaştık, nimeti başkaları…” diyen Özdemir sözlerini şöyle sürdürdü: “Hak etmediği halde birilerine makam, mevki verirseniz, ihaleleri yandaşlara dağıtırsanız, onlar da gücü kendilerinde görüp ihanet içinde olabilirler. Nitekim 15 Temmuz’da bunu yaşadık. 15 Temmuz’u gerçekleştirenler gökten zembille inmedi. Bir yeri güç merkezi haline getirirseniz, birileri de menfaat uğruna ihanet içinde olabilirler.
Sayın Cumhurbaşkanı Fetö’yü “İbadet, ticaret, ihanet” olarak özetlemişti. Bir bakıyoruz gerçekten sadece ibadet için o kitlenin içinde olanların hepsi bertaraf olmuş durumdadır. İhale alanlar hayatlarını idame ettirecek ekonomik geliri elde etmişler. Siyasi kanat içinde mazlum duruma düşen var mı? Yok. Halbuki Fetö’nün siyasi ayağının ortaya çıkarılması ve cezalandırılması çok önemlidir.”
Özdemir, Fetö üyesi olanlar ile masum olanların ayırt edilmesi gerektiğini de söyleyerek, “Bir sendika yasal çerçevede kurulmuşsa, insanların o sendikalara üye olmaları kadar doğal bir şey yoktur. Suçu varsa cezalandırırsın. Ama sadece sendika üyesi olduğu ya da bir bankaya para yatırdığı için o insanların açığa alınması ya da meslekten ihraç edilmeleri doğru değildir. Masum olanlar mutlaka ayrıştırılmalıdır. Biz Türkiye Kamu-Sen olarak hukukun üstünlüğüne inanıyoruz. Unutulmasın ki; bugün görmezden geldiğiniz hukuk yarın size de lazım olacaktır” diye konuştu.
Kamuda ikinci bir paralel yapılanma oluştuğuna dikkat çeken Özdemir, “Bakınız Fetö bu ülkenin başına nasıl bela oldu. Şimdi kamuda ikinci bir paralel yapı oluşuyor. Onlar da bu yaptıklarının bedelini ödeyecek. Bu paralel yapı ‘bize üye olursan şube müdürü yaparız, bize üye olmazsan kadroya alınmazsın’ şeklinde tehdit ve şantajla üye kaydediyorlar. Buradan uyarıyoruz. Kamuda liyakat esas alınmazsa başka 15 Temmuzların yaşanması kaçınılmaz olabilir” dedi.
Kamu çalışanlarının iş güvencesinin vazgeçilmez olduğunu ifade eden Özdemir, şunları söyledi: “Mevcut hükümetin kamu çalışanları üzerinde oynadığı oyun var. O da iş güvencemizdir. İş güvencesi bizim kırmızı çizgimizdir. Hatırlarsanız Tekel işçileri bir gecede iş güvencelerini kaybetmiş ve 4/C’li yapılmıştı. O dönemde eylem yapan Tekel işçilerine Türkiye Kamu-Sen olarak destek vermiştik. Çünkü yarın aynı olayın devlet memurlarının başına da gelebileceği ihtimali vardı.
Bugüne baktığımızda devlet memurlarının iş güvencesinin ellerinden alınmak istendiğine şahit oluyoruz. Çocuklarımız ve torunlarımızın geleceği için bunu önlemek zorundayız. İş güvencesiyle ilgili net tavır koymalıyız. Yıllarca emek verdiğimiz, gözümüz gibi büyüttüğümüz, üniversitede okuttuğumuz çocuklarımızın yarın taşeron firmada iş bulmak için ülkeyi yöneten siyasi il temsilcisine el ovuşturmak zorunda kalmaması için iş güvencemize sahip çıkmalıyız. Aksi taktirde çocuklarımız taşeron patronların kölesi olacak.
Ne yazık ki devletin memuru yerine, hükümetin memuru yapma amacı var. Hangi siyasi parti iktidara gelirse gelsin, iş güvencemizin gasp edilmesini istemiyoruz. Bu konuda mücadelemizi sürdüreceğiz.”
Sendikamızın dergilerinin, bültenlerinin, afişlerinin mutlaka kurumlara ulaştırılmasını isteyen Özdemir, “21. Yüzyılda Eğitim ve Toplum dergisi uluslararası hakemli bir dergidir. Doçentlik sınavlarında artı 10 puan getirmektedir. Yayınlarımızın üyemiz olsun olmasın herkese ulaştırılmasında büyük fayda vardır” dedi.
Toplantıda bir konuşma yapan Genel Mevzuat ve Toplu Sözleşme Sekreteri M. Yaşar Şahindoğan ise şunları kaydetti: “Türkiye 15 Temmuz darbe süreci yaşadı. Birilerinin gözü bu milletin evlatlarını öldürecek kadar döndü ve kesinlikle dış mihraklar tarafından tezgâhlanmış bir oyunun figüranıydılar. Biz geçmiş darbelerde olduğu gibi 15 Temmuzda da hain darbe girişimine ilk andan itibaren şiddetle karşı çıktık. En kötü demokratik sistemin dahi en iyi darbeden daha iyi olduğunu düşünen ve bu fikri akımdan beslenerek gelen bir sendikayız. Bunun gereği olarak 15 Temmuz darbe girişimine karşı çıktık. Bu darbe girişimini gerçekleştiren Fetö terör örgütünü de lanetledik, bu terör örgütü mensuplarının en sert şekilde cezalandırılmasını istedik.
Tabi 15 Temmuz darbe girişimi sürecinden sonra Türkiye olağanüstü bir yönetim şekli ile yönetilmeye başlandı. Evet, Türkiye büyük bir badire atlatmıştı, Türk demokrasisi büyük bir sınav vermişti ve buna ilave bazı tedbirler alınması gerekiyordu. OHAL ilan edildi ve ülkede demokratik hayatın önemli bir kısmı adeta askıya alındı. Ülke artık olağanüstü hal kararnameleri ile yönetilmeye başlandı. Türkiye’yi yöneten siyasi iktidar yaklaşık 15 yıldır zaten kendisine muhalif olan kendisini eleştiren herkesten büyük bir rahatsızlık duyan ve hiçbir eleştiriye tahammülü olmayan bir siyasi iktidardır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşan ortamı ve ilan edilen OHAL’i de bu anlamda fırsat bildi. Kendisini eleştiren herkesle OHAL kapsamında mücadele etmeye başladı. Evet, Fetö terör örgütüyle ile mücadele edilsin bu örgütün destekçileri ile elebaşları ile her türlü mücadele ortaya konulsun, bu insanlar cezalandırılsın. Bu konuda hiçbir itirazımız yok. Ancak bu örgütle hiçbir alakası olmadığı halde zorlama bazı yorumlarla ya da asla kriter olarak kabul edilmeyecek bazı kriterler getirilerek bu insanların Fetöcü ilan edilmesine, hatta bununla da kalmayıp kamu görevlisi ise kamu görevinden ihraç edilmesine biz asla taraftar olmayız. Darbeciler, Fetöcüler cezalandırılsın ancak bu terör örgütüyle hiçbir ilgisi olmayan insanlar da sırf muhalif duruşlarından dolayı kamu görevinden çıkarılmasın.
Gerçekten insanların bir kısmı mağdur edildi. İnsanların suçu varsa bu suç kanunlarda gösterildiği şekilde cezalandırılmalıdır. Ancak kanunlarda suç olmayan ve kanunlardaki şekli ile araştırılıp soruşturulmadan insanlara suç istinat edilmesi, üstelik hiç savunma hakkı verilmeden insanların kapının önüne konulması, ekmeklerinin elinden alınması demokrasiye inanan, hukuka inanan hiçbir insanın kabul edebileceği bir durum değildir. Öncelikle savunma hakkı herkese tanınmalıdır. OHAL yasaları ile yönetilmeye başlandıktan sonra Türkiye’de artık demokratik hayat iyice daraltılmıştır. Özellikle insanların fikirlerini özgürce beyan edebilme, beğenmediklerini eleştirebilme, ülkeyi yönetenleri eleştirebilme hakları alabildiğine kısıtlanmıştır. Sosyal medya üzerinden yaptıkları eleştiriler nedeni ile insanlar meslekten ihraç edilir hale gelmiştir. Sırf devletin üst düzey yöneticilerine yaranmak uğruna bu insanlar kamu görevlerinden ihraç ediliyor. Böylesine anti demokratik bir tabloyu hiçbir demokrasiye ve hukukun üstünlüğüne inanmış bir insanın kabul edebilmesi mümkün değildir. Kurulduğumuz ilk günden bu yana biz hukukun üstünlüğünü benimsemiş bir sendikayız. Hukuk herkese lazımdır. Bugün hukuka ihtiyaç duymayanlar, hukukun üstünlüğünü bir kenara bırakanlar, üstünlerin hukukunu oluşturanlar yarın bir gün bu hukuka ihtiyaç duyacaklar. Demokrasiye, Atatürk’e, hukukun üstünlüğüne, ülkenin birlik ve bütünlüğüne inanırız ve bu ilkelerimizden asla da taviz vermeyiz. Yaşanan bu hukuksuzluklara karşı çıktığımız için zaman zaman hiç hak etmediğimiz suçlamalarla da karşı karşıya kalıyoruz. Hatta siyasi iktidarın yandaşı olan sarı sendika alanlara çıkıp kendi üyelerinden binlerce insan Fetöcü olarak ihraç edildiği halde bizi Fetöcüleri savunmak ile suçlayabiliyorlar. Biz her zaman haksızlığa uğrayan insanların yanında oluruz ve mağdur olan insanlara vermiş olduğumuz hukuki destek sadece bu çerçevededir. Bizim söz konusu örgütle hiçbir bağlantımız olmadığını hatta bizim o insanlarla kan uyuşmazlığımızın olduğunu, hiçbir zaman o insanlarla birbirimizi sevmediğimizi herkes biliyor. Birileri kol kola girerken, birileri devleti o örgütle birlikte yönetirken, biz bunlara karşı çıktık. Dolayısıyla asıl Fetöcüler şu anda yandaş sendika olarak faaliyet gösteren sarı sendikanın yöneticileridir. Şöyle ki, bu sarı sendikanın yöneticilerinden bir tanesi üstelik 17-25 Aralık’tan sonra hatta 15 Temmuz darbe girişime kadar çocuğunu bunların okullarında okutan, malum banka üzerinden bunlara ödeme yapan bir insandır. Ama hakkında hiçbir işlem yapılmadı. Bu uygulamalar çifte standarttır.”
Mülakat sistemini de eleştiren Şahindoğan, “Yönetici atamayı tamamen torpile, mülakata dayalı hale getirdiler. Mülakat yolu ile insanlar gidip onların elini eteğini öperlerse, onlara biat ederlerse bir yerlere yönetici olabiliyorlar.” dedi.
Şahindoğan sözlerini şöyle sürdürdü: “15 yıldır devam eden AKP iktidarı döneminde maalesef kamuda çok büyük hukuksuzluklar yaşandı. Kamu düzeni adeta alt üst edildi. Kamudaki ölçüler, sırf yandaşları bir yerlere getirmek uğruna yerle bir edildi. Hatırlanacağı gibi Milli Eğitim Bakanlığı’nda güzel bir yönetici atama yönetmeliği var idi. İnsanlar yazılı sınava giriyordu, yazılı sınavdan almış olduğu puana göre tercih yaparak istedikleri okullara yönetici oluyorlardı. Bundan daha adil bir yönetici atama şekli düşünülebilir miyiz? Düşünemeyiz. Ama bu adil yönetici atama şekli ile sırf yandaşlarını bir yerlere getiremiyorlar diye, Türk Eğitim-Sen yöneticileri de yönetici oluyorlar diye bu güzelim yönetmeliğin içini boşalttılar. Yönetici atamayı tamamen torpile, mülakata dayalı hale getirdiler. Şimdi mülakat yolu ile insanlar gidip onların elini eteğini öperlerse, onlara biat ederlerse bir yerlere yönetici olabiliyorlar. Kamuda bir kısım insanlar yandaş diye kucaklanırken, bir kısım insanlar da ötekileştiriliyor. Böyle bir kamu düzeni içerisinde huzurun olması, bu kamu düzeninin o ülkeyi ileriye götürebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla kamuda iş barışı mutlaka sağlanmalı ve getirilen bu yandaş kayırma amaçlı düzenlemeler mutlaka geri çekilmeli, yeniden objektif kriterler getirilmelidir. Konuyla ilgili bakanlık uygulamaları aleyhine çok sayıda yargı kararı var. Bu yargı kararlarının hiçbirisi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından uygulanmıyor. Adeta bir hukuk tanımazlık almış başını gidiyor.
‘Devleti biz yönetiyorsak devletin memurları bize biat etmek zorundadır’ mantığı ile olaylara yaklaşıyorlar. Böyle bir devlet yönetimi olmaz. Geçmişte çok sayıda iktidar bu ülkeyi yönetti ama hiçbiri devleti sadece kendi yandaşlarından oluşan bir aygıt gibi düşünmedi.”
Sözleşmeli öğretmenlik konusuna da değinen Şahindoğan şöyle konuştu: “Bilindiği gibi Milli Eğitim Bakanlığı’nın önemli uygulamalarından birisi sözleşmeli öğretmenliktir. Daha önce de çok kez ifade ettik, devlet memurlarının iş güvencesinden rahatsızlık duyuyorlar ve bu konuyu her fırsatta dile getiriyorlar. Sözleşmeli öğretmenlikte bu bakış açısının bir yansımasıdır. Geçmişte bu uygulamayı yaptılar. Sözleşmeli öğretmenlik yapan arkadaşlarımızın içinde bulunduğu psikolojiyi, yaşadığı şartları herkes biliyor. Her sözleşme döneminde ‘Acaba sözleşmemiz yenilenecek mi?’ korkusu yaşarlardı. Okul yöneticilerinin söyledikleri hiçbir şeye karşı çıkamazlardı. Çünkü sözleşmenin uzatılması okul müdürünün inisiyatifindeydi. Böyle bir sistem ile öğretmen istihdamı yapmak istiyorlar. Böyle bir sistem ile öğretmeni çalıştırmak istiyorlar. Geçmişte yaşanan bu sözleşmeli öğretmenlik garabeti Türk Eğitim-Sen ‘in yürüttüğü kararlı ve etkili mücadele ile ortadan kalkmıştır. Oluşturan kamuoyu baskıları ile sözleşmeli öğretmenlerin tamamını kadroya geçirmek zorunda kaldılar.
Ancak siyasi iktidarın beyninin arkasında kamu çalışanlarını sözleşmeli hale getirmek, iş güvencesinden uzaklaştırmak düşüncesi bitmedi. Bu nedenle OHAL’i de bir fırsat olarak gördüler. İnsanlar tepkilerini etkili bir şekilde ortaya koyamıyor diye Milli Eğitim Bakanlığı sürekli sözleşmeli öğretmen almaya başladı. Sözleşmeli öğretmenlerin hiçbir hakkı, hukuku yok. Eş durumu tayini dahil özür gurubu tayini hakları olmuyor. Atandıkları yerde en az beş yıl çalışmaları gerekiyor. Ne yazık ki insanları köle mantığı ile yönetiyorlar. Yine sözleşmeli öğretmen alınırken ya da yönetici alınırken mülakat uygulaması yapıyorlar. Bu siyasi iktidar mülakat uygulamasını çok seviyor. Yazılı sınavdan kaçıyor, her alana mülakatı sokmaya çalışıyor. Türkiye’de mülakatın anlamı layık olanın değil de, yandaş olanın, torpilli olanın rahatlıkla seçilebildiği bir sistem demektir. Bugün sözleşmeli öğretmenlikte sistem şu şekildedir: Ataması yapılacak öğretmen sayısının 3 katı kadar aday KPSS sıralamasına göre mülakata alınıyor ve o mülakata girme hakkını elde eden kişiler saçma sapan sorular ile puanlamaya tabi tutuluyorlar. Atamaları mülakat puanına göre oluyor. KPSS’den en yüksek puanı almış olsanız dahi mülakattan düşük puan verilerek atanma şansı verilmiyor.”
Genel Mevzuat ve Toplu Sözleşme Sekreteri Şahindoğan müfredat taslağı ile ilgili de önemli açıklamalar yaptı. Şahindoğan şöyle konuştu: “Müfredatların değişmez metinler olduğunu düşünmüyoruz hatta sık sık güncellenmesi gerektiğini söylüyoruz. Bu anlamda müfredatla ilgili çalışmalar yerindedir. Ancak MEB’in yaptığı çalışma maalesef çok iyi niyetli değildir. Özellikle müfredatta Atatürkçülük ile ilgili önemli değişiklikler yapıldığını, Atatürkçülük konularının azaltıldığını görüyoruz. Atatürk bu ülkenin varlığını borçlu olduğu çok önemli bir değerdir. Bu noktada Ulu Önder Atatürk’ün müfredatın her kademesinde çocuklarımıza öğretilmesi bir gerekliliktir.
Müfredat ile ilgili olarak taslak çalışmalar yapılırken paydaşların, sendikaların eğitim çalışanlarının görüşleri alınmalıydı. Ancak MEB mutfakta her şeyi hazırlardı, kamuoyunun görüşlerine sundu, sonra da usulen çeşitli kurumlardan, eğitimcilerden görüş aldı. Bunun doğru bir yöntem olmadığını düşünüyoruz.”
Yetki süreci ve toplu sözleşmeye de değinen Şahindoğan, ülkemizde maalesef kamu çalışanlarını iktidar partinin yandaşı olan bir sarı sendika tarafından temsil edildiğini söyleyerek, “Sarı sendikanın iki yıl önce imzaladığı toplu sözleşmeyi hatırlayın. 2017 yılının ilk 6 ayı için yüzde 3’lük bir zam aldık. 2017 yılının ilk iki ayında yaklaşık yüzde 3 enflasyon oldu. Kalan 4 aylık dönemde maaşımız artmayacak tam tersine enflasyon maaşımızın ana gövdesinden yemeye başlayacak. Böyle bir ücret politikası olabilir mi?” dedi.
Yaklaşık 21 toplu sözleşme maddesi uygulanmadığını da kaydeden Şahindoğan şöyle konuştu: “Toplu sözleşmeler kanun niteliğindedir. Ancak toplu sözleşmenin içine ucu açık ifadelerle çeşitli maddeler koyarsanız, bu maddelerin uygulanabilirliliği olmaz. Toplu sözleşmede 4/C’lilere kadro verilmesiyle ilgili bir madde vardı. Ancak bu maddede 4/C’liler şu tarihe kadar kadroya geçirilecek yazılmadı, 4/C’lilerle ilgili çalışma yapılacak’ şeklinde yazıldı.
4-/C’lilere kadro verilsin diyoruz. Maliye Bakanı, ‘Toplu sözleşmede çalışma yapılacak denilmiş, çalışıyoruz’ diyor. Bu çalışmanın ne kadar süreceği belli değil. Dolayısıyla toplu sözleşmeyi başarı diye yutturdular. Yetkili konfederasyon kamu çalışanlarını temsil edemiyor. Kamu çalışanlarının bu sendikanın yetkili olmaya devam etmesi durumunda var olan haklarını da kaybedeceğini bilmesi lazım.
Bu konfederasyonun eski başkanlarından birisi iş güvencesinin kaldırılmasının iyi olacağını söylüyor. Yandaş sendikanın bürokrasiye getirdiği milli eğitim müdürleri, şube müdürleri sözleşmelilikten yana, kamu çalışanlarının iş güvencesinden rahatsızlar.
Siyasi iktidarın işlerini kolaylaştırmaktan başka amacı olmayan, kamu çalışanlarının dertlerini asla önemsemeyen, siyasi iktidara yandaşlığı ilk planda tutan sendikanın kamu çalışanları gibi bir önceliği olamaz ve bu sendikanın temsil ettiği kamu çalışanı var olan haklarını da kaybeder.
Önümüzdeki süreçte mutlaka hem Türkiye Kamu-Sen’i, hem de Türk Eğitim-Sen’i daha da güçlü hale getirmeliyiz. Toplu sözleşme masasına daha güçlü şekilde oturmalıyız. Kamu çalışanlarının iş güvencesinin korunmasının tek garantisi Türkiye Kamu-Sen’dir. İş güvencesi ile ilgili çok ciddi tehditler bizi bekliyor. Fırsatını bulduklarında 657 Sayılı DMK’yı değiştirip iş güvencesiyle ilgili maddeleri kaldıracaklar. Bu yandaş sendika da bunlara çanak tutuyor. 15 Mayıs yetki sürecinde daha fazla gayret gösterelim.”