BİLMEM SÖYLESEM Mİ, SÖYLEMESEM Mİ?
Olayların içinde yaşayan bir insan olmama rağmen, ülke olarak ahlaki ölçülerimizin ne kadar dejenere olduğunu son yaşanan KPSS skandalı sebebiyle daha derinlemesine tahlil edebilme imkânı buldum. Bu değerlendirme sonucunda vardığım sonuç, ülkemiz ve milletimizin geleceği adına, beni hiç memnun etmedi elbette. Bu tespitlerimi kamuoyu ile paylaşmayı bir görev addediyorum.
KPSS sınavı ile Türk Eğitim Sen olarak alakamız bir gazetecinin iddialarla ilgili görüşümüzü alması ile başlamıştır. KPSS ile bir eğitim sendikası Genel Başkanı olarak çok yakından alakadar olmam ayrı bir şey, sınava girmiş gençlerin iddialarına kulak vermek ayrı bir şeydir. Sınavla ilgili iddialar önce, benim netlerim eksik hesap edilmiş, benim beklediğim puanın çok altında puan aldım iddiaları ile başlamıştır. Kopya iddiaları, bu iddialarla birlikte çıkmış olmakla birlikte, başlangıçta ana problem ve iddialar, netlerin eksik, puanların yanlış hesaplandığı şeklinde olmuştu.
Bu konuda 17.08.2010 tarihinde bir gazetede ilk değerlendirmemiz şöyle yayınlanmıştır:” Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, konuya ilişkin değerlendirmesinde, kendilerine puanlarının yanlış hesaplandığını söyleyen çok sayıda adayın başvurduğunu dile getirdi: "Standart sapmadan kaynaklanan bir değerlendirme değişikliği mi oldu, yoksa yanlış bir hesaplama mı yapıldı, onu bilmiyoruz. Bu kadar insan benim puanım düşük geldi iddiasındaysa, burada bir pis koku olduğu muhakkak. Adaylar mı yanlış biliyor, yoksa standart sapmayla alakalı bir durum mu? ÖSYM bu konuda kamuoyuna tatmin edici bir açıklama yapmak zorunda. 120 net yapan çocukların eğitim-öğretim hayatındaki durumuna bakmak gerek. Yapabilecek nitelikteler mi? Çünkü tam net çıkarmak çok zor. ÖSYM’nin sağır dilsizi oynaması çok yanlış. Sınava girmiş olanların yüzde 70’i ‘bu işte yanlışlık var’ demektedir.
Açıklamamızda görüldüğü üzere herhangi bir şey iddia etmiyoruz, sendikamıza e-posta yoluyla gelen iddiaları dile getiriyor ve ÖSYM’den açıklama beklediğimizi ifade ediyoruz. Olayın bundan sonraki seyri farklılaşmış, iddialar KPSS’de kopya şekline dönüşmüştür. Sendikamıza gelen e-postalarda bir takım TC kimlik numaraları verilmiş, 500 kişinin eğitim bilimlerinde 120 net yaptığı iddia edilmiştir. (Bu sayının daha sonra 350 kişi olduğu ÖSYM tarafından açıklanmıştır.) 120 net eğitim bilimi sorusunu cevaplandıran kişilerin bir kısmının evli, nişanlı veya akraba olduğu şeklindeki iddiaların da doğrulanması, sınavda kopya çekildiği kanaatini güçlendirmiştir.
Sendikamıza gelen her bilgiyi, basın aracılığı ile kamuoyuna duyurduk, ancak başta ÖSYM Başkanı Sayın Ünal YARIMAĞAN olmak üzere bazı yetkililer kopyanın mümkün olmadığı, iddiaların palavra olduğunu ifade ettiler. Bu kadar ciddi iddiaları bile dikkate almayan bir gevşek yönetim anlayışına Türk Eğitim Sen olarak saygı duymamız mümkün değildi, katıldığımız TV programlarında bu anlayışa tepki verdik ve ÖSYM Başkanı ile ilgili suç duyurusunda bulunacağımızı kamuoyuna duyurduk. 23.08.2010 tarihinde ÖSYM Başkanı Ünal Yarımağan hakkında suç duyurunda bulunduk. Ayrıca daha önce yaptığımız bir açıklamada iddiaların Cumhurbaşkanlığına bağlı Devlet Denetleme Kurulu tarafından incelenmesini istedik ve Cumhurbaşkanlığına resmi yazı ile başvurduk.
Bir sivil toplum örgütü olarak görevimiz burada bitti, bundan sonra ilgili birimlerin ve kurulların çalışmasını takip ederek bu hırsızlığın açığa çıkmasını dilemekten başka bir şey elimizden gelmez diye düşünürken, sendikamıza bir ihbar ulaştı ve bir e-postaya soruların sınavdan 5 gün önce gönderildiği bildirildi. Bu ihbarın sendikamıza ulaştığı tarih 27 Ağustos 2010’dur. Bu e-postaya gelen soruları inceledik ve ÖSYM’nin bastırmış olduğu sorulardan, az da olsa farklılıklar olduğunu gördük, soruların baskıdan önceki ham hali olabileceğini düşündük ama bundan emin olmamız için ÖSYM veya YÖK yetkililerinin bunu doğrulaması gerekmekteydi. İddiayı inceledik ve inandık, bu inancımız üzerine kamuoyu ile paylaşmaya karar vererek 28 Ağustos tarihinde saat 10:00’da basın açıklaması yaptık. Aynı gün sendikamıza gelen Devlet Denetleme Kurulu üyesine elimizdeki bilgileri verdik. 30 Ağustos Zafer Bayramı tatili sebebiyle elimizdeki bilgileri savcılığa ancak 31 Ağustos 2010 tarihinde ulaştırabildik. Bu konuda savcılıktan sendikamıza her hangi bir davet gelmemiştir, biz randevu alarak savcılıkla görüştük. Bu bilgiler YÖK tarafından hiçbir şekilde talep edilmemiştir. Basında bu eksikliği duyurmamamıza rağmen YÖK bu konuda bir görüşme dahi talep etmemiştir. Olaya bu kadar lakayt yaklaşan bir kuruma elimizdeki bilgileri verme gereği, bu sebeple, duyulmamıştır. Hatta YÖK Başkanı Yusuf Ziya ÖZCAN sendikamızı yalan söylemekle itham etmiş, ancak sonucunda mahcup olmuş, ama özür dilemek gibi erdemli bir tavrı da ortaya koyamamıştır.
Kamuoyuna açıkladığımız bilgiler üzerine, e-posta sahibi BS ile ilgili olarak, olayı magazinleştirme gayretini de gördük, hatta bazı peşin hükümlü, art niyetli yorum sahipleri bu konuda, “Koskoca sendika bir gariban çobanla uğraşıyor, iftira atıyor” gibi yorumlar da yaptılar. Ancak, bunlar ciddi bir kurum olan Türk Eğitim Sen’i bilmeyen, bir takım Saiklerle hareket eden insanlardı. Hamdolsun, Türk Eğitim Sen olarak ortaya koyduğumuz kamuoyuna açıkladığımız ve sadece savcıya verdiğimiz tüm bilgiler doğrulandı. E-posta sahibi B.S adlı kişide 116 sınav sorusunun sınavdan önce kendi e-postasına geldiğini itiraf etti.
Bu söylediğimizi ispat etmemiz mümkün olmamakla birlikte, kopyanın usulü, geçen yıllara göre yüksek net yapanların istatistiki bilgilerini değerlendirdiğimizde (115-120 net yapanların sayısı 4200, bu rakam 2008 yılında 98-99 neti de dahil ettiğimizde, sadece 21 kişidir) 5-10 bin kişinin kopya olayına karıştığını söylemek zor değildir. Bu sebeple, yaptığımız basın açıklamalarında kopyanın boyutlarını açıklamak için “soruların ayağa düştüğünü” ifade ettik.
Olay budur, burada anlattığım hususlar dışında kalanlar teferruattır, kopya hırsızlığını açıklayacak şeyler değildir. Ancak, bütün bunlar yaşanırken, kimden ve hangi sebeple gelirse gelsin büyük bir hırsızlık yapılmışken, çocuklarımızın geleceği bir takım çevreler tarafından çalınırken, bütün bu gayri ahlaki olayları görmezden gelen ve şahsıma ve sendikama bin bir çeşit iftiralar atmaya, karalamaya, kamuoyunu aldatmaya çalışan kirlenmiş insanların da varlığını gördüm. Kirlenmişliğin sınırı yoktur, ha hırsızlık yapmışsınız, ha hırsıza destek vermiş, ha kendi menfaatiniz uğruna bütün bu kirli ilişkileri görmezden gelmeyi tercih etmişsiniz. Bunların birbirinden pek farkı yoktur. Bu süreçte bunları da yaşadık. Bazı gazeteler, şüpheli durumuna düştüğümüzü bir müjde verir gibi kaleme alıp, büyük puntolarla yazdılar. Sanki şüpheli olmamız, ortadaki hırsızlığı kaldıracak her şey bitecek gibi haber yaptılar. Ancak, bunlar haklı olduğumuzu ve bizim gibi teşkilatların haklı olduğunda geri adım atmak gibi bir ahlakı olmadığını düşünemediler. Çok şükür ki, savcılık bunları yalanlamıştır.
Atalar, “Yaşa ki, göresin” demişler. Allah ömür verir, yaşarsak daha neler göreceğiz, kim bilir? Yaşadıklarımız karşısında, geri adım atmak da mümkündü. O zaman, bu işlerin üzeri yine örtülecek, yapanın yaptığı yanına kar kalacak, muhtemelen uzun zamandır süren bu hırsızlık önümüzdeki yıllarda da aynı hızla devem edecekti. Eğitim öğretim hizmet kolunda yetkili sendika olan Türk Eğitim Sen’in böyle bir şahsiyetsiz duruşu sergilemesi, var oluş sebeplerine aykırı bir durum oluştururdu. KPSS skandalındaki sağlam duruşu ile tüm kamuoyunun en azından yüzde 95’inin teveccühünü kazanmış olan Türk Eğitim Sen esasen daha önce de, her türlü adam kayırmanın, gayri ahlaki yandaş kayırmanın da üzerine aynı ciddiyetle gitmiş, bunları deşifre etmiştir. Bu duruşumuz sadece KPSS ile sınırlı değildir, ancak kamuoyu KPSS konusundaki tavrımızı bilmektedir.
Bu olayın üzerine gitmemizdeki tek sebep, çocuklarımızın hakkının, hukukunun göz göre göre çalınmasının önüne geçmektir. İnanıyoruz ki, yandaşım anlayışı bu ülkede yerle yeksan olmalı ve hak edenlerin hakkı verilmelidir. Ancak, neler söylemediler ki; “Bu kopyayı daha önce neden açıklamadınız, derdiniz nedir? Sınav iptal olursa İsmail KONCUK’un yakınları bir daha şanslarını deneyecekler. Referandum öncesinde bu konuyu dile getirmeniz nedendir? Sendika bu ham soruları nereden ele geçirdiğini neden açıklamıyor? Bunlar da işin içinde, belki de paylarına düşeni alamadıkları için bunları yapıyorlar.” Daha neler neler. Beş binden fazla kişinin katıldığı bir büyük hırsızlık olayında, bu yorum ve iddiaları ortaya koyanlar kimlerdir, acaba? (Bunların gazına gelen, iyi niyetle eleştirenleri saygıyla karşılıyorum, bunlar en sonunda ne kadar doğru yaptığımızı anlayacak düzeyde olanlardır.) Bu kadar izansız, vicdansız ahlaksız yorum yapabilmek için hangi ahlaki seviye de olmak gerektiğini, yapılan hırsızlığın neresinde olduklarını sizlerin takdirine bırakıyorum.
Herkes şunu bilmelidir; Türk Eğitim Sen kendi bilgisi dâhilinde olan tüm ahlaksız, kirli işleri bundan sonra da deşifre edecektir. Hak, hukuk mücadelesi verdiğini söyleyen bir sivil toplum örgütünün gördüğü pis işleri kapatmak gibi bir misyonu olamaz. Böyle teşkilatların varlığını biliyoruz, ancak, onların varlığının sabun köpüğü derecesinde olduğunu, asla kök salamayacaklarını, saygıyla, güvenle anılmadıklarını da biliyoruz. Her zaman söylediğimiz bir sözü tekrar ederek yazımı bitirmek istiyorum:”Türk Eğitim Sen, küçülmeden büyümeye talip olanların oluşturduğu bir büyük yapının adıdır.” Merhum Aşık Mahsuni, bir türküsünde:" Bilmem söylesem mi, söylemesem mi?" diyor. Biz, inandığımız doğruları, bundan sonra da söylemeye devam edeceğiz.