Türk Eğitim-Sen Ankara 5 No’lu Şube İlçe ve İşyeri Temsilcileri İstişare Toplantısı 23 Şubat 2013 tarihinde Ankara’da yapıldı. Toplantıya Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, Genel Sekreter Musa Akkaş, Genel Dış İlişkiler ve Basın Sekreteri Sami Özdemir, Ankara 5 Nolu Şube Başkanı Sevgi Yalav ve Yönetim Kurulu Üyeleri, Ankara 3 No’lu Şube Başkanı Ertekin Engin, Ankara 4 No’lu Şube Başkanı Ahmet Akkoca, Ankara 6 No’lu Şube Başkanı Veli Keskin ile ilçe ve işyeri temsilcileri katıldı.
Anayasa’nın 128. Maddesi, iktidar milletvekillerinin teklif ettiği şekilde değiştirilirse, o zaman devlet memurluğu sıfatı fiilen ortadan kalkar.
Toplantının açılış konuşmasını Ankara 5 No’lu Şube Başkanı Sevgi Yalav yaptı. Daha sonra bir konuşma yapan Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk çalışma hayatının tehdit altına olduğunu söyleyerek, şunları kaydetti: “Çalışma hayatı tehdit altındadır. Buna rağmen, kamu çalışanlarının büyük bir çoğunluğunun hala işin vahametinin farkında olmadığını düşünüyorum. Geçenlerde Anayasa Uzlaşma Komisyonuna iktidar milletvekilleri tarafından teklif verildi. Teklif, Anayasanın 128. Maddesinin değiştirilmesine ilişkindi. Teklif şöyleydi: ‘Anayasa’nın 128. Maddesi, devletin işleri çalışanlar eliyle görülür’ şeklinde değiştirilsin. Oysa şu andaki tanım, ‘Devletin asli ve sürekli işleri devlet memurları ve kamu görevlileri eliyle yapılır’ şeklindedir. Bu madde, iş güvencesiyle ilgilidir ve memuru tanımlayan bir maddedir. Eğer bu madde, iktidar milletvekillerinin teklif ettiği şekilde değiştirilirse, o zaman devlet memurluğu sıfatı fiilen ortadan kalkar.
Ben iş güvencesi konusunu her konuşmamamda dile getiriyorum. Çünkü yapılmak istenen çok açıktı, ama maalesef birçok kamu çalışanının, ‘bunun tedbiri nedir? diye düşündüğünü zannetmiyorum. Çünkü kamu çalışanlarının sendikal tercihine bakıyorum, büyük çoğunluğu teslim olmuş bir sözde sendikanın üyesi. Oysa herkesin bilmesi gerekir ki, teslim olmuş bir sendikal anlayışın kamu çalışanlarına vereceği hiçbir şey olmaz.
Abant’ta Kamu Personeli Sisteminin Sorunları, Çözüm Önerileri ve 2023 Vizyonu Çalıştayı yapıldı. Çalışmalar, 6 komisyon halinde gerçekleştirildi. Türkiye Kamu-Sen olarak toplantı öncesinde konu başlıklarının hepsiyle ilgili ciddi çalışmalar yaptık. Bu toplantıdaki amaç, aslında devlet memurluğu kavramının yeniden tanımlanmasıyla ilgiliydi. Ancak, bizlerin toplantıda olması, bu imkânı bulamamalarına neden oldu. Bu kez de şunu diyorlar: ‘Devlet memurluğu tanımını yeniden yapalım. Anayasa’da devletin asli ve sürekli işleri deniliyor, nedir bu asli ve sürekli işler? ‘Bu tanıma uyanlara memur diyelim, uymayanlara başka bir şey diyelim’ düşüncesindeler.
Mesela; bir okulda çalışan hizmetlinin yaptığı iş devletin asli ve sürekli işleri kapsamında mıdır? Burada bir şey bulacaklar. Hizmetli arkadaşlarımıza, ‘Sen artık çalışansın, devlet memuru değilsin’ diyebilecekler. Zira yıllardır kafalarında olan bir durum bu.
Bakınız; CHP ve MHP milletvekilleri, Anayasa Uzlaşma Komisyonunda, AKP’nin verdiği bu teklifi reddettiler. Ama yeter mi? Yeteceğini düşünmüyorum. Başbakan, ‘Mart sonuna kadar Anayasa Uzlaşma Komisyonu karara varmazsa, biz bildiğimizi okuyacağız’ diyor. AKP bir Anayasa değişiklik metni ortaya koyacak ve muhtemelen Ekim ya da Mart ayında yerel seçimlerle birleştirerek, referandum sürecine girmemiz söz konusu olacak.
Ben adımdan vazgeçmeye razıyım, ama milliyetimden vazgeçmem. Cibilliyetsizler vazgeçebilir, bu bizi ilgilendirmez.
Resmin bir başka tarafını anlatayım. Anayasa değişiklik paketi içine Başkanlık sistemi alınacak, buna bağlı olarak eyalet sistemi de alınacak. Başkanlık sistemi, sadece ABD’de sağlıklı şekilde uygulanıyor. Başkanlık sistemi, ABD dışında uygulanan tüm ülkelerde diktatörlüğe kaymıştır. Dolayısıyla Türkiye’de de diktatörlüğe bir kayma olur. Zaten bir ülkede yasama, yürütme ve yargı tek elde toplanma yoluna gidiliyorsa, burada demokrasiden söz etmek mümkün değildir, diktatörlüğe doğru gidiş vardır.
Anayasa değişiklik paketinde, 66. Madde’nin kaldırılması da olacak. Biliyorsunuz, Anayasanın 66. Maddesi, ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür’ der. Yani, bu madde, ‘Etnik kökenin ne olursa olsun, bu ülkede yaşayan insanların üst kimliği var, o da Türk’tür’ diyor. ABD’de yaşayanlara ‘milliyetin nedir?’ diye sorun. Ben Amerika’nım der. İtalya’da yaşayanlar, ‘İtalyan’ım’ der, Almanya’da yaşayanlar ‘Alman’ım’ der. Ülkemizde yaşayan insanların etnik kökenini sorgulamıyoruz. Biz milliyetçiliği kapsayıcı ve kucaklayıcı olarak gördük. Türk milletinin tarihinde ırkçılık olmamıştır. Bizim kültürel kodlarımıza ırkçılık terstir. Biz, memleket sevmeyi, bu millet için uğraşmayı milliyetçilik olarak tanımlıyoruz. Milliyetçilik anlayışımız, bu coğrafyada yaşayan herkesi -etnik kökeni ne olursa olsun- kucaklayan bir milliyetçiliktir. Atatürk’te böyle bir Türk milliyetçisi değil miydi? Her ne kadar bugünlerde bazı insanlar, cibilliyeti nedir bilmiyorum ama, Türk milliyetçiliğine laf etse de, Türk milliyetçiliğinden, milliyetimizden vazgeçmeyiz. Ben adımdan vazgeçmeye razıyım, ama milliyetimden vazgeçmem. Cibilliyetsizler vazgeçebilir, bu bizi ilgilendirmez.
Dolayısıyla Anayasa değişiklik paketinde, Başkanlık sistemi de, Anayasanın 66. Maddesi de, Anayasa’nın 128. Maddesinin değiştirilmesi de yer alacak. Ama bu pakette başka bir şey daha yer alacak. Pakette, kılık-kıyafet serbestliği de yer alacak. Biz kıyafet serbestisinden yanayız. Toplumsal ahlaki sınırlar içinde serbestliği destekliyoruz. Artık bu konuyu tartışmayalım, bu tartışmayı bitirelim. Bu tartışma sürdüğü sürece; beceriksiz, din istismarı yapan, beyni boş siyasetçilerin iktidarından bu ülkeyi kurtaramazsınız. 1997 yılında bu ülkede 28 Şubat sürecinde İmam hatiplerin ortaokul bölümleri kapatıldı. Din istismarı sona erdi mi? Hayır tam tersine, din istismarı zirve yaptı. Çocuklarımıza merdiven altında sağlıksız din eğitimleri verildi. Öyle ki; Türküm demeyi İslam ile taban tabana zıt olarak anlayan, Atatürk’e düşman olmayı Müslümanlığın 6. şartı olarak gören bir nesil türedi. Oysa Atatürk ve silah arkadaşları ezan dinmesin, bayrak inmesin diye mücadele etti. Demek ki din eğitimi bir ihtiyaçtır. O halde doğru din eğitimi verilmelidir. Peygamber Efendimiz, ‘Din güzel ahlaktır’ diyor. Müslüman geçinen bazı istismarcılara bakın. Güzel ahlaktan nasibini almışlar mı? Yandaşlarına makam vermek için her türlü ahlaksızlığı yapıyorlar. Alın teri döken arkadaşlarımız dışlanıyor. Bu mudur güzel ahlak? Adalet olmayan yerde güzel ahlak olur mu? Kul hakkının ayaklar altında çiğnendiği bir yerde güzel ahlak olur mu? Bunlar dinin ne olduğunu da bilmiyor. Biz doğru dini ve doğru İslam algısını genç nesillere verelim. Bunun için Kuran-ı Kerim dersinin okutulması gerektiğini ifade ettik, İmam hatiplerin ortaokul bölümünün açılmasını istedik.
Yönetmeliği değiştirirsiniz, serbest kıyafet uygulamasını tüm kamusal alanda başlatırsınız. Yönetmelik değişikliğini desteklemeyen namerttir. Ama mesele başka.
Gelelim konumuza. Anayasa’da serbest kıyafeti yasaklayan bir madde var mı? Böyle bir madde yok. O halde, yönetmeliği değiştirirsiniz, serbest kıyafet uygulamasını tüm kamusal alanda başlatırsınız. Yönetmelik değişikliğini desteklemeyen namerttir. Ama mesele başka. Başörtüsünü Anayasaya ile çözmeye niyetliler. Bunun arkasında ne var? Bunun ucuna Başkanlık sistemini bağlayacaklar, devlet memurluğunu tanımlayan Anayasanın 128. Maddesinin değiştirilmesini bağlayacaklar, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini bağlayacaklar, Anayasa’nın 66. Maddesini, yani Türklüğü tanımlayan maddeyi bağlayacaklar. Buna ‘hayır’ dediğinizde ise, size dinsiz diyecekler, sizi başörtüsüne karşı olmakla itham edecekler. Yani bir yerde başörtüsü meselesi var, bir yerde devlet memurluğu tanımının değiştirilmesi, devlet memurluğunun kaldırılması var. Evet mi diyeceğiz, hayır mı diyeceğiz? Böyle ahlaksız bir yaklaşım olur mu? Kılık kıyafet serbestliği için yönetmelik değişikliği yeterlidir. Bu kirli bir tezgahtır. Maalesef kutsallarımız üzerinden istismar yapılmaktadır.
12 Eylül olmasaydı, bunların esameleri okunmazdı. 12 Eylül’ün silindiri üzerimizden geçerken; bunlar büyüdü, palazlandı, tosun haline geldi.
‘12 Eylül ile hesaplaşacağız’ diyorlar. Oysa 12 Eylül, bu tosuncukların bunların babasıdır. Bunları 12 Eylül büyütmüştür. 12 Eylül olmasaydı, bunların esameleri okunmazdı. 12 Eylül’ün silindiri üzerimizden geçerken; bunlar büyüdü, palazlandı, tosun haline geldi. Sanki bunlar C-5’lerde benim arkadaşımla yatmış, sanki Mamak’ta işkenceye uğramış. Bunlar darbe dönemlerinde piknik yaptı; tıpkı iş bırakma eylemi yapılırken, Güvenpark’ta kebap pişirdikleri gibi, o dönemde de piknik yaptılar. Bunlar tatlı su demokratlarıdır.”
Finlandiya’da 9 kişiye bir devlet memuru, ABD’de 13 kişiye bir devlet memuru, Fransa’da 12 kişiye bir devlet memuru, Türkiye’de ise 29 kişiye bir devlet memuru düştüğü ortaya çıktı. Yani koskoca bir yalan var ortada.
Türkiye’de memur sayısının fazla olduğunu öne sürenleri de eleştiren Koncuk, “Türkiye’de devlet memuru sayısının fazla olduğunu iddia ediyorlar. Bunun üzerine bir araştırma yaptık. Araştırma sonucuna göre; Finlandiya’da 9 kişiye bir devlet memuru, ABD’de 13 kişiye bir devlet memuru, Fransa’da 12 kişiye bir devlet memuru, Türkiye’de ise 29 kişiye bir devlet memuru düştüğü ortaya çıktı. Yani koskoca bir yalan var ortada” dedi.
Yarın lüks bir ayakkabı için birçok değerini feda eden yüzbinlerce insanla karşı karşıya kalırsak, bunun vebalini kim taşıyacak?
Okullarda kıyafet serbestliğine de değinen Koncuk, şunları kaydetti: “Okullarda ciddi bir güvenlik sorunu var. Okullara hapçısı, jiletçisi, sapığı, kadın taciri girerse, bu memleketin çocuklarının güvenliğini sağlamak nasıl mümkün olacak? İşin bir de pedagojik yanı var. Öğrenci bir gün önceden ne giyeceğinin telaşını yaşayacak. Derse motivasyonu bozulacak. Gariban çocuğu ezilecek. Akmerkez-Mahmutpaşa tartışması yaşanacak. Asgari ücretlinin çocuğunun taleplerini karşılaması mümkün olacak mı? Yarın Adidas ayakkabı yetmeyecek, çocuk her gördüğünü isteyecek. O günler geldiğinde, asgari ücretle geçinen ana-baba ne duruma düşecek? Ben bunu söylüyorum, adam, ‘dışı sivil, içi üniformalı’ diyor.
Bunların genel başkanları, ‘Serbest kıyafet uygulamasına karşı çıkan sivil giyimli içi üniformalı insanlar var’ diyor. İsim vermeden, bize saldırıyor. Oysa fırtınalı havalarda bunları bulamazsınız. ‘28 Şubat’ta kesintisiz demokrasi istiyoruz’ dediğimizde, bunlar yine sinmişti bir köşeye. Şimdi aslan kesildiler. O gün neredeydiniz?
Zaten bu adamlar hiçbir zaman sorumluluk hissetmediler. 4+4+4 sisteminde de sınıf öğretmenlerinin norm kadro fazlası olacağını söylediğimizde, ‘bir tane öğretmen norm kadro fazlası olmayacak’ dediler. Ömer Dinçer de aynı şeyi söyledi. Ama 80 bin öğretmen norm kadro fazlası oldu. MEB bunun altından hala kalkamıyor. Buradan sözde sendikanın genel başkanına soruyorum: Yarın sen mi okulda güvenlik sorununu çözeceksin? Ana-babaların yaşadığı ızdırabı sen mi yüreğinde hissedeceksin? Bu nasıl bir sorumsuzluktur? İçimiz üniformalıymış. Bu nasıl bir yaklaşımdır? Birçok ülke okullarda kıyafet serbestliğinden vazgeçiyor. Öğrencilerin derslikte sosyal statü farklılıklarını hissetmemeleri gerekir. Yarın lüks bir ayakkabı için birçok değerini feda eden yüzbinlerce insanla karşı karşıya kalırsak, bunun vebalini kim taşıyacak? Demokrasi ile bu işin ne alakası var? Tek tip kıyafetin militarizm ile ne alakası var? Renkli giyinmekle, renkli düşünce olmaz. Sen önce, ‘sınıf öğretmenleri norm kadro fazlası olmayacak’ şeklindeki sözlerinin hesabını ver. Ben olsam, bunu söyleyenlerin yakasına yapışırım, hesabını sorarım.”
Bu Müsteşar ve İnsan Kaynakları Genel Müdürü ile Nabi Avcı tuş olmaya mahkumdur.
Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı ile görüşmesinden de bahseden Koncuk, Bakan’ın acil olan sorunları bir an önce çözmesini istedi. Koncuk şunları söyledi: “Bakan Avcıyla; yönetici atamalarını, geçici şube müdürlüklerine yapılan torpilli atamaları, ücretli öğretmen görevlendirmelerini, norm kadro fazlası öğretmenleri, öğrenim özrünü, alan değiştiren öğretmenlerin istemeleri durumunda bulundukları ilde eski branşlarına dönmelerini ve daha birçok konuyu görüştüm.
Öğrenim özrü ile ilgili Ağustos ayına kadar bir gelişme söz konusu olabilir. Ancak, Sayın Bakanın acil olan konular ile ilgili planlama ortaya koyması gerekir. İnsan Kaynakları Genel Müdürü ve Müsteşar işinin ehli değil. Bu Müsteşar ve İnsan Kaynakları Genel Müdürü ile Nabi Avcı tuş olmaya mahkumdur. Bu nedenle Bakan Avcı’ya, Müsteşarı ve İnsan Kaynakları Genel Müdürünü değiştirmesi gerektiğini söyledim. Tebeşir tozu yutmuş insanların görevlendirilmesini istedim.”
Konuşmaların ardından Ankara 5 No’lu Şube Başkanı Sevgi Yalav, Genel Başkan İsmail Koncuk’a plaket takdim etti. Genel Başkan Koncuk da, sendikamıza emeği geçen ilçe ve işyeri temsilcilerine plaket verdi.