Türk Eğitim-Sen, 13 Mart tarihinde Ankara’da “Geleceğimiz ve Haklarımız İçin Büyük Ankara Yürüyüşü ve Mitingi” gerçekleştirdi.
Sürekli oyalanan sözleşmeli öğretmenlerin kadroya geçirilmemesini protesto etmek ve sözleşmelilere verilen sözleri hatırlatmak için, kadrolu öğretmenlik dışındaki öğretmen istihdamına son verilmesi için, atama bekleyen öğretmen adayları için, kuralsız ve güvencesiz çalıştırılmaya “hayır” demek için, il emrine atanma hakkına sahip olmaması nedeniyle aileleri parçalanan öğretmenler için, MEB, Üniversiteler ve Yurt-Kur çalışanlarının sorunlarını dile getirmek için yapılan miting’de, Türk Eğitim-Sen üyeleri, 950 bin eğitim çalışanının sesini başta AKP hükümeti olmak üzere, Milli Eğitim Bakanlığı’na ve YÖK’e duyurdu.
On binlerce eğitimcinin katıldığı miting için eğitim çalışanları Türkiye’nin 81 ilinden 300 otobüsle geldi. Hipodrom’da saat 10:00’da biraraya gelen eğitim çalışanları, kortej oluşturarak, Abdi İpekçi Parkı’na yürüdü. Eşleriyle, çocuklarıyla Ankara’ya gelen eğitimciler tek ses, tek yürek oldu.
Abdi İpekçi Parkı’nda sık sık alkışlarla, sloganlarla iktidarın eğitim politikalarını protesto eden öğretmenler, akademisyenler, eğitim çalışanları haklı taleplerini bu kez de Ankara’dan duyurdu.
Türk Eğitim-Sen’in dev mitingine, siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları da destek verdi. MHP Grup Başkanvekili Mehmet Şandır, MHP Balıkesir Milletvekili ve Milli Eğitim Komisyonu Üyesi Ahmet Duran Bulut, BBP Genel Başkan Yardımcısı Üzeyir Tunç, Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş, Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Hazım Zeki Sergi, Türk İmar-Sen Genel Başkanı Necati Alsancak, Türk Haber-Sen Genel Başkanı İsmail Karadavut, Türk Kültür Sanat-Sen Genel Başkanı Hasan Hüseyin Yılmaz, Türk Tarım Orman-Sen Genel Başkanı Ahmet Demirci, Türk Yerel Hizmet-Sen Genel Başkanı İlhan Koyuncu, İlksan Başkanı Tuncer Yılmaz, Ataması Yapılmayan Öğretmenler Platformu, Türk Haber-İş Genel Başkan Yardımcısı Yahya Memiş ve Birleşik Emekliler Derneği Genel Başkanı Nalan Akcan’da mitingdeydi.
Mitingde bir konuşma yapan Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, sıkıntılarını anlatmak için mücadele ettiklerini, ancak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, "üç, beş kişi" diyerek kendilerini küçümsediğini savundu. Akyıldız, "Sayın Başbakan gel de say bakalım burada kaç kişiyiz" dedi. Kamu çalışanlarının en önemli sorununun grevli toplu sözleşme hakkı olduğunu belirten Akyıldız, bu hakkın Anayasa’da güvence altına alınmış olmasına karşın kullanılamadığını savundu.
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız’ın ardından Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk bir konuşma yaptı.
Koncuk mitingde şunları söyledi: “Kamu çalışanlarının hak, hukuk mücadelesinin öncüsü Türkiye Kamu Sen’in Değerli Genel Başkanı, bu mücadelenin bayraktarları, sendikalarımızın kıymetli genel başkanları, genel merkez yöneticileri, şube başkanlarımız, il temsilcilerimiz, HOŞGELDİNİZ!
Eğitim öğretim hayatımızın fedakâr, vefakâr, cefakâr tüm unsurları, kıymetli eğitim çalışanları, HOŞGELDİNİZ!
Günümüz dünyasında hukuk ve insan hakları gelişirken, bu haklardan paylarına; ayrımcılık, hukuksuzluk, hak gaspı düşen, kuralsız ve güvencesiz çalıştırılan, yarınından emin olmayan, İktidar tarafından hayatları ipotek altına alınmaya çalışılan 4/B’li sözleşmeli öğretmenler, 4/B’li memurlar, HOŞGELDİNİZ!
Çağımızın modern köleleri, hastalanma hakkı bile ellerinden alınan, onca yıllık emek ve alın terleri hesaba katılmaksızın tüm özlük hakları gasp edilerek, insanlık dışı bir anlayışla kapının önüne konulan 4/C’li memurlarımız, HOŞGELDİNİZ!
Eğitim-öğretim hayatımızın görünmeyen, takdir edilmeyen, açlık sınırında yaşamaya mahkûm edilen, ancak eğitim zincirinin vazgeçilemez, cefakâr, kahraman çalışanları, hizmetli, memur, teknisyen arkadaşlarım, HOŞGELDİNİZ!
Yaptıkları işin önemi siyasi iktidarlar tarafından hala kavranamamış, anti demokratik, köhne yöntemlerle yönetilmeye çalışılan, dünyaya açılan penceremiz olan, üniversitelerimizin, ülke geleceğimizin mimarları değerli öğretim görevlileri, üniversite ve Kredi ve Yurtlar Kurumu Çalışanları, HOŞGELDİNİZ!
Varlığı ve önemi tartışılmaz, bugünümüzün ve geleceğimizin teminatı, çocuklarımızın ve güzel ülkemizin geleceğini omuzlamış, yaptıkları ulvi hizmetlerine karşılık görememiş, aileleri parçalanmış, özlük hakları budanmış, siyasi yandaş anlayışlarla, ben yaptım oldu anlayışlarıyla yönetilen öğretmen arkadaşlarım, HOŞGELDİNİZ!
Bakanlığımızın ve İl Milli Eğitim Müdürlüklerimizin değerli yöneticileri, HOŞGELDİNİZ!
Bin bir güçlükle eğitim fakültelerinden mezun olduktan sonra, bir türlü öğretmen olarak atanma imkânı verilmeyen, 300–500 TL ücretle çalıştırılan, kendi yöneticileri tarafından sömürülen, gelecekleri karartılan ücretli öğretmenler, atanamayan öğretmenler HOŞGELDİNİZ!
Basınımızın çok kıymetli mensupları HOŞGELDİNİZ!
Kamuda istihdam çeşitliliği almış başını gitmektedir. Cumhuriyet tarihi boyunca en önemli kazanımımız olan İŞ GÜVENCEMİZE göz dikilmektedir. Sosyal devlet; yerini tüccar devlet anlayışına terk etmiş, AKP İktidarı kamuyu içinden çıkılmaz bir hale sokmuş ve çalışma barışı bozulmuştur. Çalışanların büyük bir bölümü için çağdaş kölelik süreci başlamıştır. Bunu kim yaptı diye sorarsanız bunu” ülkeyi iyi yönetiyorum” iddiasındaki siyasi iktidar yapmıştır. Bu ülkede insanlara “hak veriyorum” denmiş, ama gözümüzün içine baka baka bizlerin, çocuklarımızın geleceğine ve kazanımlarımıza göz dikilmiştir. Terör örgütü mensuplarına gösterilen itibar ve tahammül, kamu çalışanlarına çok görülmüştür.
Kamu çalışanları ülkemizin imzaladığı uluslar arası sözleşmelerden doğan haklarını kullanamıyor. Kamu çalışanları grev istiyor, toplu sözleşme ve siyaset yapma hakkı istiyor, Hükümet ne yapıyor? Çalıştay yaparak uluslar arası çalışma örgütlerinin, çalışanların gözünü boyamaya, oyalamaya çalışıyor. Üstüne üstlük devlet memurlarına da, iş güvencesiz bir çalışma hayatı dayatıyor. “Ben size grev hakkı vereyim ama benim de lokavt hakkım olsun, yani sizi istediğim zaman, şu an çalışan 4 C liler gibi, aynı tekel işçileri gibi kapıya koyma hakkım olsun” diyor. İş güvencesiz grev ve toplu sözleşme hakkını istemiyoruz, istemeyeceğiz. Bu kapsamda yapılacak Anayasa değişikliği ile iş güvencemiz mi alınmaya çalışılıyor, kamu çalışanları işçiler gibi iş hukuku içerisine mi çekilmek isteniyor? Bu anlayışı bize dayatanlara MEYDANLARI DAR EDECEĞİZ. Bu konuda asla taviz vermeyecek, gücümüz yettiğince, soluğumuzun yettiği yere kadar iş güvencemize göz dikenlere karşı her türlü mücadeleyi sergileyeceğiz. Bu anlayış sahipleri 2 Milyon 600 Bin kamu çalışanının sessiz kalacağını, bu dayatmaya razı olacağını asla düşünmesinler, akıllarını başlarına alsınlar.
Sayın Milli Eğitim Bakanı Nimet ÇUBUKÇU, bir söz verdi, “Ben sözleşmeli öğretmen alınmasına karşıyım, artık sözleşmeli öğretmen almayacağım, Mevcut sözleşmeli öğretmenleri kadrolu yapacağım.” Dedi. Sayın Çubukçu bu sözü tutacağını bugünlerde, sık sık tekrar etmeye başladı, sizlerin tepkileri ve 13 Mart Mitingimizin duyulması bu sözlerin tekrarlanmasında etkili olmuştur. Bu söz tekrarlanmıştır ama ortada bir takvim yoktur, yani “ben bu işi şu tarihe kadar bitireceğim” diyememiş ve Maliye Bakanlığının çalışmalarının devam ettiğini söylemekle yetinmiştir. Bu nasıl bir çalışmadır ki, dokuz ayda sonuçlanmamıştır! Bir Milli Eğitim Bakanının verdiği söz bu kadar ucuz mudur? Anlaşılan o dur ki, Sayın Nimet ÇUBUKÇU, Sayın Başbakan ve kendi partisi tarafından da desteklenmemekte, verdiği ve tutulamayan bu sözle baş başa bırakılmaktadır.
Sayın Nimet ÇUBUKÇU’yu Milli Eğitim Bakanı olarak atayan, Sayın Başbakandır, o halde kendi atadığı bir bakanın verdiği söz Sayın Başbakanın da sözüdür. Bu söz ortada kalmamalı, ya tutamayacağı bu sözü veren Nimet ÇUBUKÇU görevden alınmalı ya da bu söz tutulmalıdır. Aksi takdirde sözüne güvenilmez bir kişinin, bundan sonra ki süreçte vereceği sözlere de, yapacağı işlere de eğitim çalışanları güven duymayacaktır.
Sayın Çubukçu’ya Türk Eğitim-Sen olarak sözleşmeli öğretmenler adına şunu söylüyoruz, SÖZÜNÜZÜN TUTULMASI KONUSUNDA KENDİ BAŞBAKANINIZDAN, KENDİ PARTİNİZDEN DESTEK GÖRMÜYORSANIZ, O MAKAMDA BİR DAKİKA BİLE OTURMAYINIZ. O makamda şeklen oturmanın, biliniz ki, ne size ne de Türk Milli Eğitimine bir faydası olmayacaktır. O halde, ya sözünüzü tutun ya da derhal istifa edin. Hem kendinizi hem de eğitim çalışanlarını etkisiz ve yetkisiz bir bakanlık anlayışından kurtarmış olursunuz.
Türk Eğitim -Sen sözleşmeli öğretmenlerimiz adına, her hangi bir şarta bağlı kalmaksızın kadro istemektedir. Öğretmen odalarında öğretmenler bölük pörçük edilmiştir. Farklı istihdam, farklı hukuk normlarına tabi tutulan öğretmenlerin artık sevinci de, üzüntüsü de aynı değildir. Bu ayıp bu hükümetin ayıbıdır ve Sayın Başbakan, kendisini ve partisini bu ayıptan bir an önce kurtarmak zorundadır. Sadece Milli Eğitim Bakanlığında değil, üniversitelerde, diğer kurumlarda 4/B li olarak hakları kısıtlanan tüm çalışanların artık kadrolu yapılmasının zamanı gelmiştir. Bu çağ dışı istihdam modeline derhal son verilmelidir.
Kısmi zamanlı olarak çalıştırılan 4/C’li çalışanlar açısından durum daha vahimdir. Bu anlayışı hâkim kılanlar bir insanlık suçu işlemektedir. Yıllarca bu ülkeye hizmet etmiş 4/C’liler gelişen insan haklarının, gelişen hukukun tamamen dışına itilmiş, yıllar boyunca kazandığı özlük hakları bir çırpıda ellerinden alınmıştır. İş güvencesi hiç olmayan, ekonomik soykırıma tabi tutulan 4/C lilerin hasta olması bile neredeyse yasaklanmış durumdadır. Böyle bir anlayış ve istihdam modeli; gelişmiş, aklı başında hiçbir ülkede yoktur. 4/C’lilerin aynı hukuksuz anlayışla çalıştırılmaya devam edilmesi, ülkemiz ve siyasi iktidar yönünden bir kara lekedir ve insanlık suçudur. Bir devletin, aynı işi yapan insanlara farklı uygulamalar yapması, birisini öz evlat diğerini üvey evlat gibi görmesi kabul edilecek bir davranış değildir.
4/B’li, 4/C’li olarak çalışanlar ciddi problemlerle yaşarken, diğer çalışanlarımızın da bir eli yağda bir eli balda değildir. Ekonomik küçülmeden her zaman nasibini alan, öğretmenlerimiz, hizmetlilerimiz, memurlarımız, üniversite ve Yurt Kur çalışanlarımız ekonomik büyümelerden bugüne kadar nasibini alamamıştır. Küresel ekonomik krizin tüm faturası dar ve sabit gelirlilere kesilirken, ülke nüfusunun yüzde 1’ini bile oluşturmayan rant kesimi, biz küçülürken büyümeye devam etmektedir. Devlet memurlarına yüzde 2,5 zammı reva görenler, bizlere 3,1 milyar TL’yi nazla verirken, bu mutlu azınlığa 54,3 milyar kaynak bulmaktadır.
Kamu çalışanları sadece ekonomik haklar yönünden kısıtlanmış değildir, öğretmenlerimizin atama ve yer değiştirmeleri problemdir, görevde yükselmeleri problemdir. Hizmetli, memur ve teknisyenlerimizin görev tanımları, atamaları ve yer değiştirmeleri ile ilgili bir yönetmelikleri bile yoktur. Anayasa’da angarya yasaklanmışken, bu çalışanlarımız her türlü angarya işi yapmak zorunda bırakılmaktadır. Şeflerimiz, şube müdürleri ve ilköğretim müfettişlerimiz anlaşılmaz bir şekilde ek ödeme dışında tutulmuş, farklı ek ders uygulamaları sebebiyle MEB bünyesinde hiyerarşik yapının bozulmasına göz yumulmuştur. Çalışma barışı ve ahengi alt üst edilmiştir.
YÖK başkanları değişirken, YÖK anlayışı yerinde saymaktadır. Yıllardır demokratik bir çalışma ortamı sağlayamadığımız üniversitelerde öğretim üyeleri ve idari personel kendilerini büyük bir baskı altında hissetmektedir. Doktorasını tamamlayan öğretim görevlisi dahi, işini kaybedebilmekte, kapının önüne bırakılmaktadır. Birçok üniversitemizde öğretim elemanı sıkıntısı yaşanırken, asker öğretim elemanı olarak çalışmalarına izin verilmemekte, tedbir alınmamaktadır. On yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen birçok üniversite de görevde yükselme sınavları inatla yapılmamaktadır. Bütün bunlar yaşanırken YÖK seyretmekte ve asli görevini yerine getirmemektedir. Bu yönüyle YÖK problem üreten bir konumdan çıkamamış, anlayış yerinde sayarken değişen sadece YÖK başkanları olmuştur.
Mesleki teknik eğitim pedagojik değerlendirmelerin dışında değerlendirilerek, siyasi mülahazalarla katsayı cenderesinden kurtulamamıştır. Eğitim öğretimin problemlerini ideolojik gözlükle değerlendirmek hem çocuklarımızın geleceğini tehdit etmekte, mutlu olmalarını engellemekte hem de ülkemizin dünya teknoloji yarışında geri kalmasına yol açmaktadır. Başta Hükümet olmak üzere, YÖK gerekli çalışmaları yapmalı, bu belirsizlik ortamından süratle çıkılmalıdır. Ayrıca Danıştay olmak üzere yargı organları katsayı probleminin kangren olmasına zemin hazırlayacak kararlardan kaçınmalıdır.
“Bir yandan çocuklarımıza üniversite eğitiminin öneminden bahsediyor, diğer yandan üniversite mezunlarına iş bulmak, istihdam yaratmak Hükümetin görevi değil” diyorsunuz. Şu anda, işsiz üniversite mezunu sayısı 550 bin civarındadır. Bu sayının 327 bini eğitim fakültesi mezunudur. OECD ülkeleri baz alındığında; öğretmen açığımız ilköğretimde 196 bin 613, orta öğretimde 119 bin 302’dir. Ancak, Sayın Nimet ÇUBUKÇU ve MEB bu ihtiyacı da açık yüreklilikle söylememektedir. Nimet ÇUBUKÇU öğretmen ihtiyacımızı 71 bin olarak açıklarken, MEB iç denetçileri öğretmen açığını 133 bin olarak açıklamıştır. Öğretmen ihtiyacımız aylık 300–500 TL ek ders ücreti ile çalıştırılan ücretli öğretmenlerle kapatılmaya çalışılmaktadır. Bu öğretmen alım politikası ile devam edildiği sürece, atama bekleyen öğretmen sayısı her geçen yıl artarak devam edecektir. Bunun sonu nedir, ülkemiz bu anlayışla nereye gidecektir? Bütçe Kanununa göre emekli olan öğretmenlerimizin sadece yarısının yerine atama yapılabiliyor, böylesine vurdumduymaz ve sorumluluk sahibi olmayanlarla yapılan bütçe mantığı ile okullar öğretmensiz kalırken, yüz binlerce evladımız, umutsuz çaresiz bırakılmıştır.
Bu dönemde ilk defa ATANAMAYAN ÖĞRETMENLER PLATFORMU kurulması gereği duyulmuştur. Bu platform; Sayın Başbakanın dediği gibi, öğretmen olamayanlar birliği değil, öğretmen olmuş ancak, atamaları gerçekleşmemiş eğitim fakültesi mezunlarının oluşturduğu bir platformdur. Bu gidişle, Atanamayan Öğretmenler Platformunun yanı sıra, ATANAMAYAN ÖĞRETMENLERE YARDIM DERNEKLERİ de kurulacaktır! Yetkililer, “yeterli öğretmen ataması yapılabilmek için kaynak yok” demektedir. Ancak biz Türk Eğitim Sen olarak; kaynağın olduğunu, esas problemin irade yoksunluğu olduğunu biliyoruz. Kaynak vardır ve bu kaynağın kullanılması konusunda da gerekli irade ortaya konulmalıdır. Hiç kimse; hayatlarının baharında gençlerimizi umutsuz, çaresiz bırakma hakkına sahip değildir. İktidarsanız, iktidar gibi davranacak ve istihdam yaratacaksınız, sizlerin işi gerekçe yaratmak, bahaneler üretmek ve sızlanmak değildir.
Türk Eğitim-Sen olarak, eğitim öğretim hayatımızda yaşanan tüm problemler bizim de problemimizdir. Susarak, tepkisiz kalarak haklarımızı ve geleceğimizi korumamız mümkün görünmemektedir. Hem kendi geleceğimiz hem de ülkemiz ve çocuklarımızın geleceği için, “BU ÜLKEDE BİZ DE VARIZ, BİZİM DE HAKLARIMIZ VAR VE BU HAKLARIMIZDAN ASLA VAZGEÇMEYİZ” mesajını her kulağa haykırmak zorundayız. Birileri bizleri pazarlarken, bunlara destek verenler, sarı sendikacılığın kök salmasına küçük menfaatleri için zemin hazırlayanlar; unutmayınız ki, bu anlayış haklarınızın önünde en büyük engeldir. Mücadele etmek, haklı davamızda haklı olduğumuzu korkmadan çekinmeden seslendirmektir. Haklarımızın önünde engel olanların değirmenlerine su taşımak, yanlışları alkışlamak sendikaların işi değildir.
Değerli basın mensupları, kıymetli katılımcılar! Sabrınıza ve hoşgörünüze sığınarak gündeme ilişkin bir iki hususu vurgulamak istiyorum.
Malumunuz olduğu üzere, “Sözde Ermeni Tasarısı” adlı bir planın Küresel aktörlerin takviminde olduğunu görmekteyiz. Bazı parlamentolarda bu sözde tasarının kabul edilmeye başlandığını da büyük bir ibretle izlemekteyiz. Tarihin doğal seyrinde yaşanan ve 95 sene öncesinin savaş yıllarında meydana gelen bir zorunlu göçü, SOYKIRIM gibi batı medeniyetlerinin geçmişinde görülen bir kelimeyle ifade etmeye çalışmak, tarihe de, vicdana da, akla da sığmayacak kadar büyük bir sahtekârlıktır! Ermeni Diosparasının çabalarıyla ve sözde müttefiklerimizin el altından desteğiyle dünya gündeminde tutulmaya çalışılan SÖZDE ERMENİ SOYKIRIM TASARISI nı, parlamentolarında kabul etme densizliğini gösteren tüm ülkeleri şiddetle kınıyoruz! Büyük Türk milletinin tarihi; farklı etnik ve dinsel yapıları bir arada kardeşçe yaşatabilme tecrübesine sahiptir. Son yıllarda Sırpların Boşnak katliamını da, Ermenilerin Hocalı’da Azeri Türklerini katliamını da yok sayan, ama zorunlu bir göçü SOYKIRIM diye nitelemeye kalkışanlara bir kez daha hatırlatıyoruz. Türkün medeniyet bakiyesi de, tarihsel arka planı da, inandığı kutsal değerleri ve yaratılışındaki maya da katliamı ve soykırımı insanlık suçu olarak görür.
Avrupa’nın göbeğinde soykırım yapan zihniyetin kalıntılarına Başkent Ankara’dan haykırıyoruz! Mazlum milletlere umut olmuş Büyük Türk Milletini meclislerde yargılamak, hiç kimsenin ne vazifesidir ne de haddinedir!
Kıymetli gönül dostları, değerli katılımcılar! Bugün büyük bir fedakârlık örneği sergileyerek ve farklı illerden akın akın gelerek, bu muhteşem yürüyüşü ve mitingi gerçekleştirdiniz.
Cenab-ı Allah hepinizden razı olsun. Türk Eğitim Sen’in gücünü, etkisini, yetkisini, olaylara nasıl müdahil olduğunu ve aynı zamanda kendi içindeki gönül birlikteliğini, bir kez daha dosta ve düşmana gösterdiniz. İllerinize sağ salim ulaşmanızı niyaz ediyor ve illerinize döner dönmez mücadelenize ve çalışmalarınıza kaldığınız yerden büyük bir şevkle devam edeceğinize yürekten inanıyorum, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.
.
YOLUNUZ VE BAHTINIZ AÇIK OLSUN…”
Miting, konser ve halk oyunları gösterisiyle sona erdi.