Emeğin Coşkusu ve Bayram
1 Mayıs tarihi, uzun yıllar, ülkemiz hafızasında bir travmanın izi olarak varlığını korudu. Fakat bilindiği üzere; 5892 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un, 22 Nisan 2009 tarihinde TBMM’de kabul edilmesinden itibaren, bu tarih Emek ve Dayanışma Günü olarak bir bayram havasında kutlanmaktadır.
Ancak, bir takım yobaz çevrelerin, bu bayramı, ideolojik saplantılarının bir mekanizması olarak istismar etme girişimleri hala devam ediyor. Nitekim, bu sene de kutlama komitesini istekleri doğrultusunda yönlendiren bu çevreler, yine 1 Mayıs’ı köhnemiş siyasetin çığırtkanı yapmaya kararlılar.
Bunun karşılığında ise Türkiye Kamu-Sen, yine onurlu ve milli duruşun öncüsü olarak bu çirkinliğe alet olmamıştır. Kamu çalışanlarının hissiyat ve gücünün, bölücü ideolojik manevralara meze yapılmasına müsaade etmeyen Konfederasyonumuz, 1 Mayıs Kutlama Komitesi’nden ayrıldığını bugün (29 Nisan 2011) kamuoyuna duyurdu. Türkiye Kamu-Sen, tüm yurt genelinde 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü anlamına en uygun şekilde kutlayacağını; bu günü, çalışma hayatının ve çalışanların problemlerinin gündeme getirildiği bir zemin olarak değerlendireceğini ilan etti.
Diğer yandan; Kutlama Komitesi içerisinde yer alan, fakat hazırlanan bildirgedeki bir takım görüşleri benimsemediği halde dirayet gösteremeyerek tavır koyamayan bazı kuruluşlar, temsil ettikleri kesimlerin tercümanı olamamışlardır. Türkiye Kamu-Sen, her zaman olduğu gibi dışarıda başka içeride başka konuşmamış; ikili görüşmelerde ne söylemişse, komite toplantılarında da aynı iddialarını cesaretle dile getirmiştir. İnanıyorum ki; önümüzdeki süreçte; sadece kamu çalışanları değil, toplumun tüm kesimleri Türkiye Kamu-Sen’in işaret ettiği istikametin doğruluğunu paylaşacak ve 1 Mayıs Emek Bayramını layık olduğu şekilde kutlayacaktır.
Artık 1 Mayıslar; bölücülerin, köhnemiş ideolojilerin ve devletle hesaplaşma arzularının malzemesi olmamalı; alın terini kutsal kabul eden bir anlayışın ön plana çıkarıldığı, çalışanların meselelerinin konuşulduğu ve taleplerin ciddiye alındığı ciddi bir zemin olmalıdır.
Evet, 1 Mayıs, emeğin coşkusu ve kutsal alın terinin onuruyla bir bayram havasında toplumun tüm kesimleriyle birlikte kutlanmalıdır.
Milletimiz ve çalışanlar bunu fazlasıyla hak ediyor.
Sendikamsılar
Öte yandan, özellikle kamu çalışanlarının, şu hususu da değerlendirmeleri gerektiği tartışılmaz bir gerçektir: Bir sendikamsı yapı var ki, orda farklı burada farklı konuşur. Diyarbakır’da konuştuğunu Yozgat’ta dillendiremez, Sakarya’da söylediğini Van’da seslendiremez. Alenen Hükümetin taşeronluğunu yapar, kamu çalışanlarının hak mücadelesi sözkonusu olduğunda sürekli minderden kaçar. İcazet almadan, bırakın eylem yapmayı ya da protesto ortaya koymayı; söylem dahi geliştiremez. Bu ucube tutumlarını da “soylu mücadele” olarak nitelendirmekten de çekinmezler.
Hangi sözlüğü açarsanız açın, “sendikanın” tanımı aşağı yukarı aynıdır. En kaba tanımıyla sendika, üyelerinin hak ve menfaatlerini işverene karşı korumakla mükellef yapıdır. Bu mücadele de; görüşmeler, yazışmalar, eylemler, protestolar ve nihayetinde hukuksal mücadeleyle yapılır. Kamu çalışanlarının işvereni de Devleti idare eden icraa makamı, yani Hükümettir. Fakat ne gariptir ki, bu sendikamsı yapının bugüne kadar işverenimize karşı ortaya ne bir eylem, ne de bir protesto ortaya koyduğunu göremedik. Hatta bir karşı söylem dahi geliştirdiklerine şahit olmadık. Bunun iki anlamı vardır: Ya Hükümetimiz, örneğin Milli Eğitim Bakanı Sayın Çubukçu çok çok başarılı bir icraat sergiliyor, onun döneminde ne eğitimin ne de eğitim çalışanların en ufak bir eksiği ve sorunu sözkonusu değil; ya da bu sendikamsı yapı Hükümetin taşeronu, yani sarı sendika!
Tabii ki, bu kanaat sadece ülkemiz çalışanlarının tespiti değildir. Uluslar arası kuruluşlar da bu sendikamsıların gerçek hüviyetini bir nevi tescillemiş bulunmakta. Basından öğrendiğimize göre; 2006 yılında üyelik başvurusunda bulundukları Uluslararası Hür Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından Memur-Sen’e gönderilen 11 Mart tarihli yazıda aynen şöyle deniyor; “…2006’dan bu yana örgütünüzün yaşadığı gelişmeler, istişare sürecinin olumsuz sonuçları ve Memur-Sen’in bağımsız karakterinin tartışılabilir olması durumu göz önüne alınarak, başvurunuzun dikkate alınmamasına kadar verilmiştir.”
Çok enteresan değil mi? Yani ITUC diyor ki; siz genel kabuller ve evrensel ölçütler baz alındığında “Sendika” statüsünde değerlendirilmiyorsunuz.
Nitekim, bu sendikamsı yapının ortay koyduğu tutumlar da ITUC’un tespitini destekliyor. Hatırlanacağı üzere, 25 Kasım 2009 tarihinde bir günlük iş bırakma eylemi gerçekleştirilmişti. Eylem öncesinde üç konfederasyon toplanmış prensip kararı almış; nihayi karar için bir hafta sonra tekrar bir araya gelinmesi kararlaştırılmıştı. Fakat daha sonraki süreçte Memur Sen eyleme iştirak etmeyeceğini beyan etmişti. Sendikanın bu kararı tabi ki kendilerini bağlar. Eleştirilebilir fakat saygı duymak gerekir. Bir sendika, kendi koşulları doğrultusunda strateji belirleyerek ortak eyleme dahil olmayabilir. Fakat bu süreçte garip olan, Memur Sen’in iş bırakma eylemine dahil olmaması değildi. Anlaşılmaz olan, iki konfederasyona bağlı binlerce memur grev yaparken; adına sendika denen bir yapının bu eylemi eleştirmesi ve hatta bürokratların talimatıyla “Grev Kırıcılığı” yapmasaydı. Örneğin, Türk Ulaşım-Sen’e bağlı makinistler grev kararına uyarak trenleri durdururken, bir başka sendika üyelerinin aldıkları talimatlarla trenleri hareket ettirmelerinin sendikal izahı yoktur. Emek mücadelesi tarihinde ve sendikal literatürde “Grev Kırıcılığı” kavramı vardır. Fakat dünyada ikinci bir örneği yoktur ki, bir sendika grev kırıcılığı yapsın. İşte, 25 Kasım 2009 tarihinde, dünya sendikal mücadele tarihine bunun tek örneğini Türkiye vermiştir. Bu mazi, Türk sendikal hareketi için bir utanç örneğidir.
İşte böylesi bir utanca vesile olanların; 1 Mayıs Emek Bayramı’nı hangi yüzle kutladıklarını anlamakta zorlanıyoruz. Acaba, muhataplarına, Emek ve Dayanışma Günü’nde; “emek mücadelesi” adına hangi onurlu mücadeleyi verdiklerini, işverene karşı hangi tutarlı ve onurlu duruşu sergilediklerini anlatabilecekler; ya da emek mücadelesine omuz veren çalışan temsilcileriyle hangi anlamda “dayanışma” içerisinde olduklarını gururla anlatacaklardır?
Şaşırmamak elde değil…
Talip GEYLAN