Ankara’da eğitimcilerin katıldığı eylem, Milli Eğitim Bakanlığı önünde gerçekleştirildi. Ankara şubelerinin yaptığı eylemde Milli Eğitim Bakanlığı’nın önünü mesken tutan eğitim çalışanları, sık sık Milli Eğitim Bakanı Hüseyin ÇELİK aleyhine sloganlar attı.
“One minute çalışana sahip çık”, “Çelik, Çelik ne sabır kaldı, ne de metelik”, “Sermayeyi bırak, çalışana bak”, “Üniversiteler üvey evlat mı?” , “Adalet olmazsa huzur olmaz” şeklinde sloganlar atılan eylemde bir konuşma yapan Ankara 2 No’lu Şube Başkanı Server BİLGE şunları söyledi:
“Ülkemizin geleceğini inşa eden eğitimciler olarak huzurlu değiliz. Bir yanda yaşadığımız zorluklar, diğer yanda sorumluluk makamında oturanların duyarsızlığı biz eğitim çalışanlarını ümitsizliğe sevk etmektedir.
Güzel ülkemizin kalkınması için gece gündüz gayret gösteren eğitim çalışanları olarak çok şey istemiyoruz; sadece biraz huzur istiyoruz.
Özellikle son altı yıldır yaşadıklarımızdan, MEB’in ve YÖK’ün eğitim çalışanlarına karşı olumsuz bakış açısından rahatsızız.
Haksız, hukuksuz ve usulsüz uygulamalardan rahatsızız.
Atama ve görevlendirmelerde yerleşen “Benim adamım” anlayışından rahatsızız.
Sendikalara ve dolayısıyla eğitim çalışanlarına kulakların tıkanarak “Ben bilirim ben yaparım, siz uyarsınız” şeklindeki çağ dışı yönetim anlayışından rahatsızız.
Çağ atladığı ifade edilen eğitimimizde, eğitim çalışanlarının mutsuz ve huzursuz kılınmasından rahatsızız.
Türk Eğitim-Sen olarak, eğitim çalışanlarının bu rahatsızlıklarını defalarca dile getirdik. Basın açıklamaları yaptık, dilekçe kampanyaları düzenledik, afiş ve bildiriler hazırlayıp dağıttık, gazetelere ilanlar vererek uyarılarda bulunduk. Fakat bir şey değişmedi. Sayın Bakan yine duymazdan geldi, yine görmezden geldi.
İşte bir kez daha kamuoyu önüne çıkıyor; eğitim çalışanlarının maruz kaldığı olumsuzlukları ve MEB’in yanlış uygulamalarını tekrar ifşa ediyoruz.
Yardımcı hizmetler sınıfında çalışanlar için uzun zamandır görevde yükselme sınavı açılmamıştır.
Memurluktan veri hazırlama kontrol işletmeni kadrosuna geçenlerin şeflik sınavına girmeleri engellenmiş adeta cezalandırılmışlardır.
Şefler için şube müdürlüğü sınavı açılmamış, şube müdürlükleri vekalet ve görevlendirme yoluyla yürütülmektedir. Görevde yükselme sınavları her unvan için her yıl yapılmalıdır.
Yan yana masalarda aynı işi yapan eğitim çalışanları farklı ücretler almaktadır.
Ders ücreti kararnamesi ile uzmanlar ve şefler mağdur edilmiş eğitim çalışanları birbirinin ekmeğine göz diker hale getirilmiştir.
MEB Beşevler Kampüsünde çalışan milli eğitim müdürlüğü elemanlarının servisleri kaldırılmıştır.
YURTKUR çalışanlarının banka promosyonlarına el konulmuş, çalışanlara ödenmemiştir. Üniversiteler de ise promosyonun bahsi bile geçmemektedir.
Bakanlıkta eğitim ve bürokrasinin içinde yetişmiş elemanlar var iken eğitim ile alakası olmayan alanlardan eğitimi yönetmek ve yönlendirmek için elemanlar ithal edilmiştir.
Türkiye MEB’e bağlı okul ve kurumların idaresi açısından da bir vekalet cennetine dönüşmüştür. Bakanlığın çıkardığı yönetmelik ve yayınladığı genelgeye rağmen, her il valiliği yönetici atamalarında keyfine göre davranmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı ise bu keyfiliğe ses çıkarmamaktadır. Yapılan keyfiliklerin neticesindeyse eğitim çalışanlarının Milli Eğitim Bakanı’na ve politize olmuş bir çok il valisi ve milli eğitim müdürüne güveni kalmamıştır. Bu sorumsuz uygulamaların sonucunda, hukuk devleti ilkesi, bizzat bu kuralı hayata geçirmesi gerekenlerce ayaklar altına alınmıştır.
Bu dönemde ilkesizlik ve kuralsızlık batağına saplanılmış, yandaşlarımı koruyacağım diye on binlerce eğitim çalışanının haklı tepkisine kulak tıkanmıştır. Adaletten her geçen gün daha da uzaklaşılmış, eğitim çalışanlarına mahkeme kapıları adres olarak gösterilmiştir. Binlerce eğitim çalışanı, haklarını korumakla görevli Milli Eğitim Bakanlığı ile davalık hale getirilmiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı’na devredilen okullarda görev yapan yönetici ve diğer çalışanlar her yönden bir çok mağduriyet yaşamıştır.
Öğretmenlerin ek derslerinin hesaplanma yöntemi, Maliye Bakanlığı tarafından değiştirilerek; öğretmenin, neredeyse ek ders almaması esası getirilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı, bu konuda kendi personelinin kazanılmış haklarını koruyamadığı gibi, yapılan bu uygulama bizzat Milli Eğitim Bakanı tarafından savunulmuş ve hatta öğretmenin verilen hakları istismar ettiği suçlamaları bizzat Milli Eğitim Bakanı tarafından yapılmıştır.
Büyük ekonomik sorunlarla karşı karşıya kalan eğitim çalışanlarının 2008 yılı tedavi yollukları hala ödenmemiştir. Bu durum, sosyal devlet ilkesiyle bağdaşmamaktadır. MEB, çalışanlarının tedavi ihtiyacını karşılayamayan zavallı bir bakanlık durumuna düşürülmüştür.
Bu dönemde çıkarılan yönetmeliklerle, eğitim çalışanlarının aile bütünlüğü bozulmuş, öğretmen eşler ayrı ayrı illerde görev yapmak zorunda bırakılmıştır. Master ve doktora yapan öğretmenlerin kazanılmış hakları ellerinden alınmış, kendini geliştirmek isteyen öğretmenler teşvik edilmeleri gerekirken tam aksine adeta cezalandırılmıştır.
Öğretmen istihdamı bu dönemde iki başlı hale getirilmiş, diğer iktidarların yıllar boyu aklına gelmeyen, sözleşmeli kölelik uygulaması AKP iktidarı döneminde icat edilmiştir. Türk Eğitim Sen’in gayretleriyle bir takım haklar elde edilse de, sözleşmeli öğretmenlik zulmü inatla devam ettirilmektedir. Atama bekleyen 200 bin öğretmen adayının, artık atanabilmek için umutları kalmamış gibidir. Bu ülkeyi yönetenlerce, aylık 300-500 TL verilerek ücretli öğretmen olarak sömürülen bu öğretmen adaylarının, bizim evlatlarımız olduğu unutulmuş görünmektedir. Milli Eğitim Bakanı Sayın Hüseyin ÇELİK bir yandan, “Bizim öğretmen ihtiyacımız yok.” derken, diğer yandan on binlerce eğitim fakültesi mezunu gencimizi ücretli öğretmen olarak istihdam etmektedir. Modern köleliğin bir başka türü olan ücretli öğretmenlik uygulaması, Anayasasında “Sosyal Devlet” ilkesi bulunan bir ülkeye ve “ben eğitimde çağ atlattım” diyen bir Bakana hiç yakışmamaktadır.
Milli Eğitim Bakanlığı uygulamalarıyla şube müdürleri, ilköğretim müfettişleri, uzmanlar ve şefler arasında da uçurumlar yaratarak, Bakanlık teşkilatındaki hiyerarşik yapıyı kendi eliyle bozmuştur. Ek ödeme dışında da tutulan bu yöneticilerin hak gaspı karşısında Milli Eğitim Bakanlığı seyirci kalmaktan başka hiç bir iş yapmamıştır. Bu dönemde, eğitim çalışanları aldıkları maaşla geçimlerini sağlayamamış; çalışanlar adeta ekonomik soykırıma tabi tutulmuştur.
Her bir eğitim kurumuna bir hizmetli, bir memur düşmemektedir. Öğretmenlerin dışındaki diğer eğitim çalışanlarının görev tanımları dahi bulunmamakta, tayin ve atamaları ile ilgili bir yönetmelik çıkarılmamaktadır. Görevde yükselme sınavı, verilen sözlere rağmen bugüne kadar yapılmamıştır. Hizmetli, memur, teknisyen gibi eğitim çalışanlarının fazla mesaileri fazla çalışma ücreti ile değerlendirilmemektedir. Söz konusu personel, Anayasada yasaklanan angaryanın her türüne açık olarak çalıştırılmaktadır.
YÖK ve bağlı kuruluşları çalışanlarının içerisinde bulunduğu durumun da Milli Eğitim Bakanlığı çalışanlarınınkinden pek farkı yoktur. Ekonomik ve sosyal haklar yönünden gerek akademik, gerekse idari çalışanlar üvey evlat muamelesine tabi tutulmaktadır. Üniversitelerimizi gelişmiş ülkelerle mukayese etmek şöyle dursun; üniversitelerimizde oluşturulan demokratik olmayan yapılanma olanca ağırlığıyla devam ettirilmektedir. Bu konuda ne Hükümetten, ne de YÖK’ten olumlu bir adım atılmakta, ne de ses çıkmaktadır. Üniversitelerimizin, mevcut anlayış ve yapılanmayla daha ileriye, sağlıklı bir şekilde taşınması artık mümkün görünmemektedir. Geleceğinden kuşku duyan akademik kadro ve adeta sindirilmiş üniversite çalışanları ile ülkemizin geleceğini karanlığa mahkum ettiğimiz görülmek zorundadır. Sık sık demokrasi nutku atanların yönünü üniversitelere, üniversitelerin de yönünü gelişmiş ülkelere çevirme zamanı gelmiş, hatta geçmektedir.
Eğitim çalışanları olarak, çok şey istemiyoruz;
Türkiye’nin aydınlık yarınlarına sağlıklı bir şekilde katkıda bulunabilmek için,
İnsan hakkı ihlallerinin yaşanmadığı, demokrasinin solunduğu ve hakça paylaşımın
gerçekleştirildiği bir Türkiye için,
Hukukun egemen olduğu, kural ve kanunların istisnasız uygulandığı bir ülkede yaşamak için,
Çocuklarımıza karşı ebeveyn olarak görevlerimizi hakkıyla yapabilmek için,
Çağın standartlarında modern bir eğitim öğretime kavuşabilmek için,
Siyasi yandaş olmaya zorlanmamak, onurumuzla görevimizi yapabilmek ve insanca yaşayabilmek için, BİRAZ HUZUR İSTİYORUZ!”