ÇEKİN ELİNİZİ EĞİTİMCİNİN MAAŞINDAN..!

Özellikle son yıllarda ülkemizin borç yükü giderek artmaktadır. Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim Sen olarak uzun süredir uygulanan IMF ve Dünya Bankası destekli politikaların Türkiye’yi bir batağa sürüklediğini görmekteyiz.

Sıcak paraya ve yüksek faizle borçlanmaya dayanan bu politikalar, Dünya Bankası’nın istediği projelere finansman sağlamasıyla desteklenmektedir. Ancak borçla yaşamaya alışan ülkemiz emirle yaşamaya da alıştırılmak istenmektedir. IMF ve Dünya Bankası verdiği finans desteğine karşılık artık çıkarılacak kanunları, memur maaşlarını ve asgari ücretleri bile belirlemeye başlamıştır.

Dünya Bankası’nın verdiği direktiflerle kamuda yeniden yapılanma, sosyal güvenlik gibi konularda kanunlar çıkarılmaktadır. Daha önce emekli maaşlarının, memur maaşlarının ve asgari ücretlerin yüksek olduğunu belirten Dünya Bankası şimdi de öğretmen maaşlarının yüksek olduğunu ve azaltılması gerektiğini iddia etmektedir.

Bu da yetmezmiş gibi Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde finansman sağladığı birkaç projeye karşılık ülkemizde öğretmenlerin başarısız olduğunu söyleme cüretini göstermiştir. Bu projelerden kimler ne kadar faydalanmıştır ve bu projelerin kapsamı nedir? Milli Eğitim Bakanlığı bu sorulara derhal cevap vermek zorundadır.

Dünya Bankası Türkiye’de öğretmen maaşlarının OECD’ye göre yüksek olduğunu söylerken acaba Avrupa İşveren Konfederasyonunun Avrupa’da Ücretler 2006 Raporundan haberdar mıdır?

Rapora göre Danimarkalı bir çalışan ülkemizdekinden 10 kat fazla kazanmaktadır. Aynı şekilde Norveç’teki 7,8, İsviçre 7,6, Almanya 6,3 ve İngiltere’deki çalışan 4,8 kat fazla kazanırken hala ülkemizdeki maaşların yüksek olduğunu düşünmekte midirler?

Bu gerçekler ışığında ülkemizdeki ücretlerin kime ve neye göre fazla olduğu iddiası merak konusudur. Yoksa Dünya Bankası’nın Türk insanına reva gördüğü kölelik, açlık, yoksulluk ve sefalet midir?

Kaldı ki; ülkemizde ücretler yüksek olsa bile bizim işimize karışmak Dünya Bankası’nın haddine midir? Yıllardan beri ülkemizdeki uygulamaları değiştiren, kanunlar çıkarttıran, işlerimize karışanlara karşı duracak bir yönetici yok mudur?

Yoksa Türkiye gırtlağımızı geçmiş borçları ile bir müstemleke ülkesi haline mi getirilmiştir?
En temel hak, İnsanın “ YAŞAMA HAKKI “dır. Yaşama hakkı topluma, onun siyasal örgütlenmesi olan devlete, ciddi ve ağır görevler yüklemektedir. Devlet bir yandan, insanca yaşama hakkının sağlanması için gerekli hukuksal örgütlenmesini kurarken, diğer yandan da toplumda var olan ekonomik, sosyal tüm zayıflıkları gidererek, ilkeli ve gerçek yaşama şartlarını oluşturmalı ve korumalıdır. Bunun için kanunlar çerçevesinde her türlü önlemi almak zorundadır. Yaşama Hakkı öyle önemlidir ki, vatandaş için devletin varlığı anlamına gelmektedir.

Bugün ülkemizde sosyal hayatta insan hakları konusunda büyük ilerlemeler sağlanmış, hak ve özgürlüklerin kullanımında birçok sorun ortadan kaldırılmıştır. Ancak aynı durum ne yazık ki; çalışma hayatı için geçerli değildir. İnsanca yaşama hakkı öncelikli olarak, kişinin kendisi ve ailesini geçindirmeye yetecek ve insanca yaşayabilecek düzeyde bir ücret alma hakkının sağlanmasıyla mümkündür. Bu seviyenin sağlanabilmesi ise ancak ücretlerin tek taraflı belirlenmesi uygulamasından vazgeçilmesi ve istihdamda da demokrasinin kurallarının hayata geçirilmesi ile mümkündür.

Özellikle kamu sektöründe ücretlerin yasama ve yürütmeyi elinde bulunduran siyasi güç tarafından belirlendiği ülkemizde, kamu çalışanlarına insanca yaşama hakkının sağlandığını söylemek mümkün değildir. Devletin, kişilerin hakkını araması konusundaki sorumluluğu gereği, memur sendikacılığına sadece toplu görüşme hakkı tanıyan yapıdan bir an önce çıkarılarak, toplu sözleşme ve grev hakkının verilmesi bir gereklilik olmuştur. 4688 Sayılı Kanun, memur sendikalarına hukuki zemin sağlamakla birlikte; AB, ILO gibi uluslararası örgütlerin normlarına uygun değildir. Kanun, bir taraftan sendikal örgütlenmeyi serbest bırakırken diğer taraftan toplu pazarlık, dayanışma aidatı, siyasete ve yönetime katılma ve grev hakkı gibi sendikacılığın ve demokrasinin olmazsa olmaz unsurlarını yok saymaktadır. İnsan hakkının ve insanca yaşama hakkının sağlanabilmesi, ancak hak sahiplerine gerekli gücün verilmesiyle mümkündür. Bu güç de memurlar açısından grev, toplu sözleşme, yönetime ve siyasete katılma hakkının tanınmasıdır.

Sermayeyi korumak için, “küresel gerçekleri reddedemeyiz” diyenler, küresel ekonomiden söz edenler, savaşları bile küreselleştirenler, neden tüm dünyada var olan sendikal hakkı bize çok görmektedirler?

Bugün Eğitim ve Kamu Çalışanlarının en büyük sorunu; ekonomik sefalet ve siyasi kadrolaşma sorunudur. Nitekim 6 yıllık bu iktidar döneminde eğitim çalışanlarının kazanılmış bütün hakları yok sayılmış, hiçbir deneyimi ve tecrübesi olmayan ve hiçbir sınavı kazanamamış kişiler parti teşkilatları veya taşeron bir sendikanın isteği ile okul müdürü, okul müdür yardımcısı, il veya ilçe milli eğitim müdürü ve şube müdürü olarak atanmışlardır. Mahkemeler bu uygulamaların önemli bir kısmını bozmakla birlikte, Milli Eğitim Bakanı ısrarla ve inatla hak gaspını gerçekleştirmek için yoğun bir gayret içindedir.

Beri taraftan:
• Eğitim çalışanlarının %37’si ortalama 4 ilâ 5 kişiden oluşan ailelerini, evlerine giren tek maaşla geçindirmek durumundadırlar.
• Eğitim çalışanları mesleklerini yapmaları karşılığında ellerine geçen ücretleri sefalet düzeyindedir. Çünkü genel olarak % 88.5’i Yoksulluk Sınırı’nın yarısından daha az ve en alt kesim olan %11.5’lik dilim ise, Açlık Sınırı’nın altında ücret almaktadır.
• Eğitim çalışanları mülkiyet açısından da kötü vazıyettedirler. Sadece %33.1’inin kendisine ait aracı ve sadece %39’unun kendi evi vardır.
• %40’ı öğle yemeği yememekte veya evinden getirdiği yiyeceklerle öğle yemeği ihtiyacını gidermektedir ve bu da “kronik yetersiz beslenme” doğurmaktadır.
• Meslekleri “eğitim” olan bu iş kolu çalışanlarının aylık “eğitim” harcamaları çok azdır ve onun da büyük kısmını çocuklarına yaptıkları eğitim giderleri oluşturmaktadır.
• Aynı şekilde, mesleği gereği her gün muntazam bir kıyafetle işe gitmek zorunda olan eğitim çalışanlarının elbise ve ayakkabı gibi kalemlerdeki harcamaları da ihtiyaç düzeylerinin altındadır.
• %78.4’ünün banka kredisi ya da kredi kartı borcu bulunmaktadır.
• %34’ü geçimini sağlamak için ek iş yapmaktadır.
• Kültürel etkinliklere ( sinema, tiyatro, konser, sergi v.b.) % 26.8’i ayda bir, % 24.8’i ise hiç katılamamaktadır.
• Eğitim çalışanlarına aileleri ile birlikte her yıl düzenli olarak tatil yapıp yapmadıkları sorulmuş; büyük bir çoğunluğu (%71.3) tatil yapamadıklarını, yapabilenlerin oranı ise % 27.1’de kalmıştır.
• Eğitim çalışanlarının yarıdan fazlası (% 51.9’u) kaliteli eğitim için ekonomik şartların iyileştirilmesi gerektiğini öncelikli koşul olarak görmektedir.
Dünya Bankası Türkiye temsilcisinin öğretmen maaşları hakkında yaptığı açıklamalar eğitim camiasında hayal kırıklığı yaratmıştır. Türk öğretmenlerinin üç kuruşluk maaşına göz diken Dünya Bankası, maaşların düşürülmesi yönünde uyarıda bulunmuştur. Dünya Bankası’nın Türkiye’de öğretmen maaşlarının OECD standartlarına göre yüksek kaldığını belirtmesi cahilliğinin bir göstergesidir. Zira öğretmen maaşları konusunda Türkiye ile OECD ülkeleri arasında ciddi farklılıklar vardır.

Türkiye’de göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 10 bin 82 dolar, en yüksek derecedeki bir öğretmen ise yılda 12 bin 196 dolar kazanmaktadır. Oysa Lüksemburg’da göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 49 bin 219 dolar, en yüksek derecedeki bir öğretmen 100 bin 314 dolar; Almanya’da göreve yeni başlayan bir öğretmen yılda 40 bin 125 dolar, en yüksek derecedeki bir öğretmen 52 bin 62 dolar; Kore’de göreve yeni başlayan bir öğretmen 30 bin 183 dolar, en yüksek derecedeki bir öğretmen 82 bin 915 dolar; Avusturya’da göreve yeni başlayan bir öğretmen 27 bin 94 dolar, en yüksek derecedeki bir öğretmen 53 bin 938 dolar; İspanya’da göreve yeni başlayan bir öğretmen 31 bin 847 dolar, en yüksek derecedeki bir öğretmen ise 46 bin 623 dolar kazanmaktadır.

Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar öğretmenlerin alım gücüne bakıldığında, ortaya çıkan tablo düşündürücüdür. Sendikamızın yaptığı araştırmaya göre; dana etinin fiyatı 1930 yılında 32 kuruş iken, 2008 yılında 1.395 YKr’dir. Bir öğretmen, maaşıyla 1930 yılında 281 kilogram dana eti alırken, 2008 yılında 9/1 derecede çalışan bir öğretmen 69.7 kilogram, 1/4  derecede çalışan bir öğretmen 84 kilogram dana eti alabilmektedir.

Bir öğretmen 1930 yılında 327 kilogram pirinç alabilirken, bugün öğretmenin alabildiği pirinç 234 kilogram ila 283 kilogram arasındadır. Bundan 78 yıl önce bir öğretmen 189 kilogram peynir alabilirken, bugün 9/1 derecede çalışan bir öğretmen 88.5 kilogram, en yüksek derecede çalışan bir öğretmen ise 107 kilogram alabilmektedir.

1930 yılında zeytinin fiyatı 23.5 kuruş iken, bugün 866 YKr’dir. Buna göre, 78 yıl önce bir öğretmen 382 kilogram zeytin alabilirken, 2008 yılında en düşük derecede çalışan bir öğretmen 112 kilogram, en yüksek derecede çalışan bir öğretmen ise 136 kilogram zeytin alabilmektedir. 2008 yılında bir kilogram dana etinin fiyatı 1930 yılına göre 43.5 katına, bir kilogram kuzu etinin fiyatı 36 katına, bir kilogram fasulyenin fiyatı 30.7 katına, bir kilogram peynirin fiyatı 23 katına çıkmıştır.

Eğitim çalışanlarının alım gücü Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana büyük bir düşüş göstermiştir. Ayrıca Türkiye ile OECD ülkelerinde öğretmenlerin aldığı ücretler arasında derin uçurum vardır. Gayri Safi Milli Hâsılaya göre oransız bir gelir dağılımının olduğu doğrudur. Ancak unutulmasın ki, ülkemizde sefa içerisinde yaşayan, bir grup rantiyeci ve hortumcu kesimdir.

Çalışan ve üreten toplum kesimleri ile öğretmen camiası milli gelirden hak ettiğini maalesef alamamaktadır. Tüm bunlar göz önüne alındığında Dünya Bankası’nın, IMF’nin ülkemiz gerçeklerini bilmeden uyarılarda bulunmasını içimize sindiremiyoruz.

Sayın Hüseyin Çelik, MEB’nın borçlarına karşı öğretmen maaşlarını mı ipotek altına almak istiyor?

Öğretmenler gelecek nesilleri şekillendiren meslek grubudur. Eğitimin kalitesinin yükseltilmesi ve verim sağlanabilmesi için öğretmenlerin yaşama şartlarının iyileştirilmesi gerekmektedir.
Biz eğitimcilerin Dünya Bankasından ve MEB’nından talebimiz şudur: Çekin elinizi öğretmenin maaşından.

Son Haberler

DOĞUM YAPAN ÖĞRETMENİN YARI ZAMANLI ÇALIŞMASINA İLİŞKİN EMSAL KARAR

Bilindiği üzere, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun Ek 43. maddesinde, "Doğum yapan memurlar doğum...

İZAHA MUHTAÇ YAZI!

Genel Başkanımız Talip Geylan, Sağlık İl Müdürlükleri tarafından okullarımızda öğrencilerimize yönelik sağlık taraması yapılabilmesi...

2025’TE YETKİ TÜRK EĞİTİM SEN’DE

Genel Başkan Yardımcılarımız Selahattin Dolgun ve Orhan Kütük, 16-18.10.2024 tarihlerinde İzmir’de okul/kurum ve üniversite ziyaretlerinde bulunarak, şubelerimizin düzenlediği istişare toplantılarına katıldı.

MAĞDURİYETLER GİDERİLSİN, AİLE BİRLİĞİ SAĞLANSIN!

Bilindiği üzere, Eylül 2021 Sözleşmeli Öğretmenliğe Başvuru ve Atama Duyurusu kapsamında sözleşmeli öğretmen atama...