GENEL BAŞKAN İSMAİL KONCUK: “BİRİMİZİN DERDİ HEPİMİZİN DERDİDİR.”
Eğitim öğretim hayatında ciddi sıkıntılarla yaşarken, çalışma hayatı da tehditler altında yoluna devam ediyor. Çalışma hayatı problemlerle yoluna devam ediyor ama tüm uyarılarımıza rağmen çalışanlar sadece kendisini doğrudan ilgilendiren sıkıntılarla uğraşıyor. Öyle bir nefsi değerlendirme içerisine girildi ki, çalışanlar kendisini doğrudan rahatsız etmediğine inandığı hiçbir problemi neredeyse sahiplenmez oldu. Bu yazımızın konusu bir çok çalışanın vurdumduymaz tutumu değil elbette, ama problemlere bir bütün halinde bakabilmek, sıranın kendisine gelmeden önce problemin çözülmesi yönünde irade beyan etmenin önemi ve bugün yaşadığımız sıkıntılardır.
Öncelikle çalışma hayatının genel ve özel sorunlarına karşı nasıl bir duruş sergilediğimizi değerlendirelim. .Bu sorunlardan bazıları eğitim çalışanlarının bir kısmını, bazıları tamamını, bazıları da tüm devlet memurlarını ilgilendiren boyutlardadır. Şöyle bir değerlendirme alışkanlığı oluşması belki de en tehlikeli problem olarak karşımızda durmaktadır. O da, öğretmenleri ilgilendiren bir probleme, diğer eğitim çalışanlarının hatta tüm kamu çalışanlarının kayıtsız kalmasıdır. Hizmetli ve memurlarımızı ilgilendiren problemlere karşı tıpkı bir kısım öğretmenimizin olumsuz ve kayıtsız yaklaşım tarzı gibi. Okul yöneticilerine rotasyon uygulanırken oh olsun diyenlerin varlığını hepimiz biliyoruz, yöneticiler de, bugün öğretmene rotasyon konusunda iyi olur deme noktasına gelmiş durumdadır. Özür grubu tayinlerin yılda bir kez yapılması kararı neredeyse, bu problemden rahatsız olmayan eğitimcileri hiç rahatsız etmemektedir. İlköğretim müfettişlerine (il denetim elemanlarına) iller arası rotasyon reva görülürken, çok az eğitimci tepki vermiş, şefler ek ödeme haksızlığı karşısında bir çok kişi banane diyebilmiştir. Öğretmenlerin ve akademisyenlerin ek ödeme mağduriyeti, neredeyse öğretmen ve akademisyen dışında diğer hiçbir eğitim çalışanını ilgilendirmez gibi görünmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, çok çeşitli kombinasyonlar oluşturulabilir, bunları da siz değerli eğitimciler, eğitim çalışanları öngörsünler, tek tek saymaya gerek görmüyorum
Tavır böyle olunca, yaşanan problemlerİ topyekun çözebilme imkanı da neredeyse kaybolmaktadır. Birlikte güçlü olduğumuz gerçeği unutulmuş, birlikte kaybetmeye adım adım yaklaştığımız görmezden gelinmektedir. Bugün, hangi sorunlar ve tehditlerle karşı karşıya olduğumuzu da irdelemek de yarar var. Bunları tek tek yazmaya çalışacağım.
1-Anayasa değişikliği kapsamında Anayasanın 128inci Maddesi değiştirilerek devlet memuru kavramı tamamen kaldırılmaya çalışılmaktadır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun çok eskidiğini tamamen değiştirileceğini açıkladı. Neresi değiştirlecek, sayın Bakan onu da açıkladı, işçi ve memurlar tek potada eritilerek tek tip istihdam modeli oluşturulacakmış. Burada şu soruyu tüm kamu görevlileri sormalıdır. İşçiler mi memur yapılacak, memurlar mı işçi olacak? Bu sorunun cevabı son derece önemlidir. Tabi ki, cevap, memurluk sıfatını ortadan kaldırarak, memuru iş güvencesiz hale getirmektir. Bu konuda Türkiye Kamu Sen’den başka tepki koyan, basın açıklaması yapan bir başka sendika da ortada yoktur. Önümüzdeki dönemde bu tehdit tüm kamu çalışanları tarafından daha çok hissedilecektir ancak, yarın geç olabilir. Bu sebeple bugünden tepkilerimizi ortaya koymak ve yaşanacak problemin boyutlarını fark etmek büyük öneme haizdir.
2-Eşit işe eşit ücret düzenlemesinde öğretmen ve akademisyenler yoktur. Hizmetli, memur, şef gibi diğer eğitim çalışanları da ek ödeme almalarına rağmen tatmin edecek bir artış olmamıştır. Ancak, burada öğretmen ve akademisyenlerin ek ödemelerinin yerinde sayması gerginliğin asıl sebebini oluşturmaktadır. Bize göre ek ödeme konusunda öğretmenden, hizmetliye, akademisyenden müfettişe kadar verilen tüm ek ödeme oranları yeniden düzenlenmelidir. Ek ödemesinde hiç artış yapılmayan öğretmen akademisyenler büyük bir haksızlık yapılmıştır ama diğer eğitim çalışanları da hak ettikleri oranda ek ödeme alamamışlardır. Alanlar bakımından da yeni haksızlıklar oluşmuştur.
3-Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer eğitim çalışanlarını anlamaktan uzak tavırlar içindedir.Bugüne kadar yaptıkları eğitim çalışanlarının huzuruna yol açacak, onların iş verimini artıracak cinsten değildir. Bakan daha çok projeci bir bakan görüntüsü çizmek istemekte, ancak projeler altında boğulan bir görüntü içerisinde kalmış durumdadır. Milli Eğitim Bakanlığında bugüne kadar pek çok proje yapılmış, strateji planları açıklanmış, her biri kağıt üzerinde çok güzel görünen bu projeler bugüne kadar hayata geçirilmemiştir.MEB neredeyse proje mezarlığına dönmüş durumdadır. Buradan kastım hiç proje yapılmasın değildir, elbette. Ancak, sürekli problem tespit etmek, tespit edilen problemleri ise çözmemek anlamsızdır.
Ömer Dinçer eğitim çalışanlarını anlamak için bir gayret içinde değildir. Sadece kendi doğrularını en doğru gören, insani kaygıları bir tarafa atmış, çevreye kulak vermeyen bir bakanın ne derece başarılı olacağını çok yakında hep birlikte göreceğiz. Aile bütünlüğüne karşı kayıtsız, sağlık ve öğrenim özrü gibi özlük hakları, hatta insani hakları bile kısıtlayan bir kişinin insan merkezli düşündüğünü iddia edebilmek çok zordur.
Kısaca, başta eğitim çalışanları olmak üzere, tüm kamu çalışanlarının çok çeşitli problemleri bulunmaktadır. Yaşadığımız problemlerin yoğunluğu çalışanların iş verimi ve kalitesini de düşürmektedir. Bu sebeplerle çok daha dinamik ve problem çözen bir sendikacılık anlayışı ile hareket edilmelidir. Çoğu kez, idare ile sendikalar arasında özlük hakları sebebiyle ihtilaf çıkmaktadır. Bu durum eşyanın tabiatı gereğidir. Sendikal mücadele de bunun içindir. En temel haklarımız gasp edilmek istenirken, idare ile ilişkilerim bozulmasın, bana ve temsil ettiğim sendikama düşmanlık yapılmasın anlamında bir yaklaşım sendikacılığı iğdiş eden en kötü stratejidir. İşte bu noktada, kamu çalışanlarının tavrı sendikal stratejiyi belirleyecektir. Ya haklarımız ya da idare ile ilişkilerimiz ikilemini yaşamadan, doğrudan ve en net şekilde HAKLARIMIZ seçeneğini desteklemek zorundayız. Bu ifadeden, idare veya siyasi iktidarla topyekun bir savaşa girmek sonucu çıkarılmamalıdır. Ancak, bu kaygıyı yaşaması gereken sendikalar olmamalı, siyasi iktidar veya idare olmalıdır.
Sendikacılık üyelerinin ve ülkenin genel hak ve hukukunu korumaya yönelik olduğunda bir anlam ifade edecektir. Bireylerin yaşadığı ferdi problemler elbette önemlidir, bunlar bütünün parçalarıdır.Bu problemleri çözme iradesini ortaya koyarken her bir kamu çalışanının yaşanan sıkıntılara topyekun sahip çıkması daha az problemle yaşamamızı, daha kolay bir çözümü sağlayacaktır. “Birimizin derdi hepimizin derdidir.” anlayışı ile, birlikte mücadele edebilmek dileğiyle…