BİR SOSYAL BUHRAN: OKULDA ŞİDDET

   Görsel medyanın da etkisiyle, son zamanlarda okullarımızda ve genel anlamda gençlerimiz arasında yaşanan şiddet vakaları kamuoyu gündeminin ilk sıralarına oturdu. Gün geçmiyor ki; haber bültenlerinde birbirleriyle kavga eden öğrencileri, öğretmenlerine saldıran gençlerimizi, okul çevrelerinde çöreklenmiş olan çetelerin çıkarmış olduğu kargaşalıkları görmeyelim. Okullarımızda yaşanan şiddet olayları, maalesef artık önlenemez bir hal aldı. Öğrencilerimiz, her türlü kesici ve delici aletin yanı sıra, ateşli silahlarla dahi okullara girebilmekteler. Uzun yıllardır sokaklarımıza hakim olan şiddet, dozunu artırarak okullarımızda yer etmiş durumda. Sosyal bilinç ve oto kontrolden yoksun olan gençlerimiz, bir hiç uğruna hayatlarını ve geleceklerini kaybetmekteler. Birer eğitim yuvası olan okullarımız, adeta şiddet hücrelerine dönüşmekte. Bu durum; eğitimciler, aileler ve öğrencilerimiz arasında büyük tedirginlik oluşturmaktadır. Böylesine bir tablo ile de sağlıklı bir eğitim ortamı oluşturulabilmesi mümkün değildir.

   Pek tabi ki, istenmeyen bu durum kendiliğinden oluşmadı. Geleceğimiz olan gençlerimizi, şiddet sarmalına mahkum eden süreçte toplumun tüm kesimlerinin sorumluluğu vardır. 

    Şu bilimsel gerçek unutulmamalıdır: Çocuklarımızın eğitim sürecinde etkin olan üç ana unsur vardır; aile, okul ve çevre.

   Model alarak öğrenme metodu, ilk ve en kolay öğrenme yöntemidir. Çocuğun model aldığı ilk kişi anne ve babasıdır. Yani çocuklarımızın ilk öğretmeni aileleridir. Dolayısıyla çocuklarımızın eğitiminde, öncelikle ailelere büyük görev düşmektedir. Çocuklarımızın zararlı etkilerden korunabilmesi, temel değerlerimizle bezenerek yetiştirilmesi, kendilerine ve ülkelerine faydalı bireyler olarak hayata atılabilmeleri için; ilk öğretmenlerinin çok şuurlu bir şekilde donanmış olmaları gerekmektedir. Bu anlamda ailelerimizin şiddetin kaynakları ve önleyici tedbirleri hususunda bilgilendirilmesi gerekmektedir. Ancak bu bilinçle donatılmış aileler, olumsuz etkilere karşı çocuklarını savunma mekanizmalarıyla birlikte "Dışarıya" bırakabilirler.

    Ailelerden sonra çocuklarımızı kucaklayan ikinci ortam ise okuldur. Okullarımız; gelişen teknolojinin imkanlarıyla donatılmış, fiziki koşulları yeterli, çağın ihtiyaçlarını karşılayabilecek şartlara haiz olmalıdır. Bunun yanı sıra; içeriği ve hedefleri bakımından milli, yöntemi ve araçları açısından bilimsel bir eğitim sistemiyle çocuklarımızı eğitime tabi tutmalıyız. Çünkü topyekün kalkınmanın ön koşulu ve itici gücü, iyi yetişmiş bireylerin toplumda ekseriyeti oluşturmasıdır. İşte bu manada değerlendirildiğinde, aileden sonra okul ortamının da çocuklarımızın eğitim sürecindeki büyük etkisi görülecektir.

    Ancak, şuurlu bir aile ve yeterli bir okul ortamı çocuklarımızı iyi yetiştirebilmemiz için kafi gelmemektedir. Bu unsurlar, sağlıklı bir çevre ortamıyla desteklenmelidir. Artık, kitle iletişim araçlarının etkinliği ve gelişimi ile kentleşmenin artması çocuklarımızın "Çevresi"ni  kontrol edilemez bir şekilde büyütmüştür. Dolayısıyla gençlerimizin çevresini yönlendirebilecek tüm faktörlerin, üstün bir sorumluluk bilinciyle, sürece müdahil olması sağlanmalıdır. Çünkü şu bir gerçektir ki; çocuk sabah evden çıktığında ailesinin, dersten çıktığında okulun kontrolünden sıyrılmaktadır. Bundan sonra ise çocuklarımız kontrolsüz bir sarmalın içerisinde yuvarlanmaktadır. Başta medya olmak üzere, çocuklarımızın çevresini şekillendiren odakların sorumlulukla hareket etmesi gereklidir. Çünkü televizyon ekranlarındaki tasvirleri model olarak alan gençlerimiz, kendi yaşamlarında, sunulan bu davranış kalıplarını aynen benimseyebilmektedirler. Ekranlarda boy gösteren şöhretler, ilişkiler ve yaşam tarzları bir anlamda topluma -ve toplumun en alıcı kesimi olan gençlerimize- dayatılmaktadır. Yazılı-görsel basın ve internet yayınları gündelik yaşamımızın neredeyse her anına girmektedir. Bundan dolayı aile ve okul hayatının etkisinden daha fazla tesir gücüne sahiptir. Bu durumda yayın kuruluşlarının azami sorumluluk bilinciyle davranmaları bir zorunluluktur. Bakın Türk Eğitim-Sen’in, 2005 yılında Türkiye genelinde ilköğretim 7. ve 8. sınıftan 1136 öğrenci üzerinde düzenlediği "Şiddet ve Taciz" konulu ankete göre; öğrencilerin televizyon dizilerini seyretme tercihlerinin ne olduğuna yönelik soruda yüzde 21 oranı ile mafya dizileri ilk sırayı almaktadır. Bunu yüzde 19.5 ile komedi dizileri izlemektedir. Yine öğrencilerin yarısı yani yüzde 44.8’i aksiyon/macera/gerilim/korku türünde filmleri izlemeyi tercih etmektedir. Bilgisayar oyunları da öğrencilerin vazgeçilmezler listesinin başında yer almaktadır. Atari salonu ya da internet kafelere giden öğrenciler arasında; en çok oynanan oyun türü yüzde 66.5 ile savaş ve dövüş oyunları olarak gözlenirken; futbol oyunu yüzde 12.1, araba ve motor yarış oyunları yüzde 9.9 oranına sahiptir. Öte yandan televizyon dizileri ve sözde bir takım yarışma proğramlarında sergilenen -hem milli ahlak hem de evrensel ahlak kaidelerine aykırı-  ilişki ve kişilikler gençlerimiz tarafından birer idol olarak algılanmaktadır. Bu olumsuz süreç, gençlerimizi sorumlu oldukları toplumsal kurallardan ve değerlerinden koparmakta; dolayısıyla oto kontrolden yoksun bir ortamda "Başına buyruk" bir hayata mahkum bırakmaktadır. Ve kontrolsüz hayatın sonucu: Alabildiğince şiddet!

   Bu noktada başta yasa koyucular olmak üzere ilgili tüm kuruluşlara ve özellikle de RTÜK’e büyük görev düşmektedir. Yazılı/Görsel basın organlarının ve internet sitelerinin denetimi sıkı bir şekilde yapılmalıdır. Ciddi ve caydırıcı hükümlerle yayınlar sürekli kontrol altında tutulmalıdır. Çocuklarımızın geleceği sözde "Basın-Yayın özgürlüğü" çığırtkanlığına kurban edilmemelidir.

  Okullarımızda ve gençlerimiz arasında had safhaya ulaşan şiddet olaylarının önlenebilmesi için topyekün bir seferberlik ilan edilmelidir. Bu sosyal kangrenin üstesinden ancak bu şekilde gelinebilecektir. Gelinen noktada, başta medya olmak üzere siyasi erke, emniyet güçlerine ve tüm sivil toplum kuruluşlarına büyük görevler düşmektedir. Yani aile ve okulun yanı sıra; çocuklarımızın çevresinde etkili olabilecek tüm unsurlar, sorumluluk almalıdırlar. Tüm kurumlar koordineli çalışarak, şiddete son vermek için mücadele etmelidir.

   Gelecekte sağlıklı bir toplum, güçlü ve müreffeh bir Türkiye özlemi arzuluyorsak, bugünden yatırım yapacağız.

    Geleceğimiz olan çocuklarımıza yatırım yapacağız.

    Saygılarımla.

Son Haberler

AKADEMİK ZAM KAÇINILMAZDIR!

Genel Başkanımız Talip Geylan, 2024-2025 akademik yılının açılışı dolayısıyla bir açıklama yaptı.

ÜNİVERSİTE İDARİ PERSONELİNİN NAKİL SORUNU ÇÖZÜLSÜN

Bilindiği gibi 2022-2023 yılları 6. Dönem Toplu Sözleşme ve 2024-2025 yıllarını kapsayan 7. Dönem...

SİNOP ÜNİVERSİTESİ YÖNETİMİNDE İRADE KİMDE?

Genel Başkanımız Talip Geylan, Sinop Üniversitesi’nde aynı sendikanın yöneticileri, temsilcileri ve üyelerinin üniversite yönetiminde yer aldığına dikkat çekerek, “Bu yönetim tablosuyla birlikte, söz konusu sendikanın, çok kısa sürede %100 sayısal artış sağlamasını da ‘sendikal cazibeyle’ açıklamazsınız sanırım” dedi.

MEDENİYET BİR YILDIR İNSANLIK DRAMINA KÖR, SAĞIR, DİLSİZ!

Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci, Gazze'de bir yıldır devam eden İsrail zulmünü bir kez daha lanetledi.