Sayın Başbakanın Gaziantep Nizip’te katıldığı bir açılış töreninde, dinleyicilerden bir tanesi kendisine seslenerek, Şubat’ta öğretmen ataması talebini dile getirdi. Erdoğan’ın bu talebe dair olumsuz yanıtından sonra da vatandaş “O zaman size oy yok” diyerek tepkisini ifade etti.
Bu tepki üzerine, Başbakan Erdoğan, kendisinden alışık olduğumuz bir tavırla, vatandaşa yönelik “Al o oy senin olsun, bize oy verenler belli…” gibisinden karşı çıkışta bulundu; hatta daha da ileri götürerek bu tepkilerin ulusalcılar tarafından oluşturulduğunu söyleyerek kitleyi de şahsa karşı kışkırtma yoluna gitti.
Vatandaşımızın, sayın Başbakana ya da alanda bulunan diğer protokole karşı en ufak bir saygısızlığı, hakareti, genel ahlak kaidelerine aykırı tek bir davranışı, hatta yanlış anlaşılabilecek tek kelime imalı söylemi dahi olmadı. Sadece medeni bir şekilde talebini dile getirdi; Başbakandan olumsuz yanıt alınca da duygusal tepkisini yine medeni bir şekilde ifade etti.
Yani son derece doğal, demokratik ve sıradan bir tepki tutumuna şahit olduk.
Bütün Türkiye bu görüntüleri izledi.
Peki akıbet ne oldu dersiniz;
Vatandaşımız, güvenlik görevlileri tarafından karga tulumba gözaltına alınarak, birkaç saat süresince ifadesine başvuruldu.
Eminim bütün şeceresi çıkarılmış; uzak yakın bütün akraba, dost ve arkadaş çevresi didiklenmiştir.
Allah’tan “sakıncalı” bir durum tespit edilmemiş ki, serbest bırakıldı.
Allah muhafaza zerre-i miktar bir ipucu yakalanmış olsaydı, o vatandaşımızı epey bir süre “misafir” olarak alıkoyarlardı.
O gün Nizip’te şahit olunan fotoğrafın sorgulanacak o kadar boyutu var ki;
Hz. Ömer’in “Diyar –ı Dicle’de bir kurt kapsa bir koyunu, gelir de adl-i İlâhi Ömer’den sorar onu” anlayışıyla ülkeyi idare etmekle yükümlü olan bir Başbakanın, 350 bin vatandaşının yaşadığı bir sorunu dile getiren kimseyi ötekileştirmesini ve tahkir etmesini mi sorgulayalım,
Karşısında duran birkaç binlik kalabalık içerisinde kendisine seslenen vatandaşın ulusalcı olduğunu bir bakışta nasıl anlayabildiğini mi sorgulayalım,
Sayın Başbakanın, “Bu tipler ulusalcı, beni hiç sevmezler zaten, sen de kimsin al da oyunu defol buradan” anlamına gelen sözleriyle alandaki kitleyi, tepkisini dile getiren vatandaşa karşı kışkırttığını mı sorgulayalım,
Bana oy verenler makbuldür, oy vermeyenlerin eşşeği ölsün manasına gelen acayip anlayışı mı sorgulayalım,
“İleri Demokrasi” kavramını dillerinden düşürmeyenlerin, son derece medeni bir şekilde sergilenen en küçük eleştiriye bile tahammülsüzlüklerinin, 2013’ün Türkiye’sinde ortaya çıkardığı ilkel görüntüyü mü sorgulayalım;
Velhasıl..
İmam cemaat ilişkisi.
Başbakan paylar da arkasından gelenler durur mu!
Hemen aynı gün başladı salvolar.
TAYYARELER attıkları Twittlerle duyurdular kamuoyuna; neymiş efendim, bu kişi zaten on yıllık bir öğretmenmiş.
Aslında bir provakatörmüş, miting alanına da Başbakanı kışkırtmak için gelmiş.
Açılış töreninde, feryat eden öğretmeni, protokolde elinde makasla başı önde dinleyen Milli Eğitim Bakanı sayın Ömer Dinçer de dört gün sonra koroya dahil oldu.
Sayın Bakan, engin tahlillerde bulunarak, “Bugünlerde Şubat ataması ve özür talepleri üzerinden yürütülen çalışmanın aslında AK Parti’ye ve Milli Eğitim Bakanlığı’na yönelik bir muhalefet çabası olduğunu görüyorum. Bazı sendikalar ve bazı partiler bu çabaların arka planında birtakım teşvikler ve tahrikler yapıyor. Gaziantep’te şubat ayında atama isteyen kişi on yıldır öğretmenimiz. Şubat ayı ataması onun sorunu değil ki. Gerçekten atama bekleyen bir öğretmen olsaydı ve bunu dile getirseydi iyi niyetli bir istek olarak düşünebilirdik.”
Niyet okuyucu Sayın Dinçer’e de sormak lazım;
Sayın Bakan, 29 Aralık’ta Ankara Sıhhıye’de toplanan ve sadece Şubat’ta atama isteyen beş bin gencimizin partinize muhalif olduklarına dair bir araştırmanız mı var ki, bu ithamda bulunuyorsunuz?
Sayısı 350 Bine yaklaşmış ataması yapılmayan öğretmenimizin yaşadığı dramı görmezden gelerek, bu taleplerini dile getiren insanlarımızı, hangi bulgunuza dayanarak iyi niyetten uzak olduklarını iddia ediyorsunuz?
Sayın Dinçer, keyfinize göre sendika mı arzuluyorsunuz? Ataması yapılmayan Eğitim Fakültesi mezunu öğretmenlerin yaşadığı bir sorun, konuya muhatap olan sendikanın işi ve öncelikli sorumluluğudur. Bu soruna karşı duyarsız ve ilgisiz kalan bir sendika “SENDİKA” değildir. Sizin için “makbul” olan sendikalar bu kıvamda eyliyor olabilir. Fakat Türk Eğitim-Sen gibi onurlu mücadelenin sahibi olan her sendika, hizmet kolunu ilgilendiren her gelişmeye müdahil olur! İktidara geldiğinizde 70 binlerde olan atanmayan öğretmen sayısı devrinizde 350 bine dayanmış durumda. Beceriksizliğinizi örtülemek için sendikaları ve sizin gibi düşünmeyenleri toplum önüne atarak kurtulacağınızı mı zannediyorsunuz?
Törende sizi protesto eden kişinin, on yıllık öğretmen olduğunu ve gerçekten atama bekleyen bir kişi olsaydı iyi niyetli olduğunu düşünebileceğinizi söylüyorsunuz. Gazeteler boy boy yazdı; bu kişinin eşi olan hanımefendi yıllardır atama bekleyen bir İngilizce öğretmeni. Yani, problemi bizatihi yaşayan bir aile. Yani, kişi kendi dramını dile getiriyor aslında. Ama siz de, çok iyi bildiğiniz bu duruma rağmen, kamuoyunu manipüle etmekten utanmıyorsunuz!
Kaldı ki, bu kimsenin hiçbir yakını da atama problemi yaşamıyor olabilirdi. Başkasının derdiyle dertlenmek ne zamandan beri yadırganır oldu? “Komşusu açken tok yatan bizden değildir.” ahlakını öğütleyen bir inancın ikliminde yaşayan insanımızı, takdir görmesi gereken bir tutumundan dolayı tahkir etmeyi hangi ahlak anlayışınıza sığdırıyorsunuz merak ediyorum doğrusu!
“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” erdemsizliğinde boğulan ve “Padişahım çok yaşa” şakşakçılığında yüzen mankurt sürüsü mü arzuluyorsunuz ki, en küçük tepkiyi dahi hazmetmekte ciddi sorunlar yaşıyorsunuz?
Böyle mi “Büyük Türkiye’yi” kuracaksınız?
Eğer öyleyse; bırakın küçük kalalım!
Saygılarımla.
Talip GEYLAN
twitter: @TalipGeylan
http://facebook.com/talip.geylan.7