Çok uzun yıllardır, “ana dilde eğitim” talebinin sahipleri bölücülükleri, toplumun geniş kesimleri tarafından tescillenmiş marjinal örgüt ve guruplardı.
Ancak son yıllarda aydınların, akademisyenlerin, bürokratların, ideolojik yapılarını yasal görüntü altında kamufle eden bir takım sivil toplum kuruluşlarının, siyasi çıkarları uğruna milli hassasiyetleri rafa kaldıran politikacıların, Türkiye ve dünya gerçeğini okuyamayan devlet yetkililerinin…vb. katılımlarıyla geniş bir cephe ile karşı karşıya kalmış bulunuyoruz.
Avrupa Birliğine uyum beklentileri bahane edilerek çıkarılan bir takım yasaların başlattığı yeni süreç, ülkemizin geleceği açısından telafisi çok zor zararlara neden olacaktır.
Halen AB üyesi ya da üye adayı statüsünde olan ülkelerde resmi azınlık olarak kabul edilen toplulukların bile hakları verilmemektedir. Bunun en bariz örneğini Batı Trakya’da yaşayan Türkler oluşturmaktadır. Yunanistan, uluslararası sözleşmeleri ihlal ederek soydaşlarımızın haklarını gasp etmektedir. Ancak her nedense, henüz AB üye aday adayı olan ülkemizde ise AB’ne uyum süreci gerekçesiyle, devletimizin üniter yapısını ve milli varlığımızı tehdit edecek düzenlemeler yapılmaktadır.
Hükümetimiz, toplumsal talep ve ihtiyaçtan yoksun olduğu halde beş “ana dilde” birden TRT’den yayın başlatmıştır. Bilindiği üzere Devletimiz, Lozan antlaşmasına göre sınırları içerisinde üç azınlık topluluğunu kabul etmiştir: Ermeniler, Museviler ve Rumlar. Ancak, hükümetimiz; devletin resmi yayın organından yayın yapmakla, bu beş grup insanımızı azınlık statüsünde kabul ettiğini dolaylı da olsa kabul etmiş demektir. Herkes biliyor ki; AB, Kürtçe konuşan vatandaşlarımızın azınlık statüsünde tanınması noktasında uzunca süredir hükümetimize baskı yapmaktadır. Gelinen noktada, AB’nin bu talebi bir anlamda kabul edilmiştir.
Hükümet, Kürtçeye ayrı bir özen gösterildiğini kamufle etmek için diğer dört dilde de yayını başlatmıştır. Daha sonra hükümet; “ana dil” öğrenimine yasal zemin getirmiş, akabinde (finansının nerelerden sağlandığı anlaşılamayan!) Kürtçe öğretim kursları mantar gibi açılmaya başlanmıştır. Bu vesileyle; memleketimizin değişik yörelerinde yaşayan, değişik ağız ve şivelerde Kürtçe konuşan vatandaşlarımızın birbirleriyle anlaşabilecekleri ortak bir dil oluşturulmasının amaçlandığı; bu sürecin sonunda da ana dilde eğitim talebinin geleceğini görmek kehanet değil idi. Nitekim AB çevrelerinin son aylarda bu konuyu yüksek sesle dile getiriyor olmaları da bunun en bariz göstergesidir.
Son gelişme ise oldukça endişe vericidir. Bir sendikanın tüzüğünde ana dilde eğitim talebine yer vermesinden dolayı açılan davadan berat kararı çıkmıştır. İki yılı aşkındır bekletilen bir işlemin böyle bir dönemde yürürlüğe konmasının bir mizansen olduğunu düşünüyoruz. Çünkü son durumun ortaya çıkardığı bu tabloda, Türk Hukuku da ana dilde eğitim talebini onaylıyor görüntüsü hakim olmuştur. Bundan sonra, AB çevrelerinin ve ülkemizdeki -başta bölücü cephe olmak üzere- bir kısım çevrelerin taleplerinin hukuki bir dayanağı mevcut olacaktır. Yaşanan bu tecrübelerin ışığında, önümüzdeki dönemlerde hangi taleplerle üzerimize gelineceğini kestirmek zor değildir.
Sokaktaki vatandaşımız bile bu sürecin gidişatının farkında iken; hükümetin ve parlamentomuzun gerçekleri göremiyor olmaları düşünülemez. Biz iyi niyetimizi koruyarak mevcut durumun sorumlularını, gaflet içerisinde olmakla nitelendiriyoruz. Ötesini düşünmek bile istemiyoruz.
Ancak şunun bilinmesini istiyoruz ki, mensubu olduğumuz Türk Eğitim-Sen’le birlikte bilinçli sivil toplum kuruluşları ve halkımız uyanıktır, gelişmeleri hassasiyetle takip etmektedir.
Büyük milletimizin irfanına güveniyor ve geleceğe umutla bakıyoruz.
Talip GEYLAN