GENEL BAŞKAN RÖPORTAJINDA GÜNCEL OLAYLARI DEĞERLENDİRDİ

 

Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk Kamuajans.com internet sitesine gündeme ilişkin bir röportaj verdi. Genel başkanımız İsmail Koncuk röportajda Sendikal çalışmalardan çözüm sürecine ve çalışma hayatına dair birçok soruyu cevaplandırdı.

  

DEMİRCİ:Bize birkaç cümle ile kendinizi tanıtmanızı rica etsek kendinizi nasıl tanıtırsınız, İsmail KONCUK kimdir?

 

KONCUK:

1959 Adana Ceyhan doğumluyum.

Eskişehir Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü’nden 1980 yılında mezun oldum. Bu arada Atatürk Üniversitesi Temel Bilimler Fakültesi Yabancı Diller Yüksek Okulu’nda da İngilizce eğitimi aldım.

Öğretmen ve idareci olarak görev yaptığım meslek hayatıma 1981 yılında başladım.

Sendikamızın kurulduğu 1992 yılından itibaren, sendikal faaliyetler içerisinde aktif olarak yer aldım. Kurucular kurulu üyesi olarak başladığım sendikal faaliyetim süresince; Şube Yönetim Kurulu üyeliği, Şube Başkanlığı, Merkez Denetleme Kurulu üyeliği görevlerinde bulundum. 2005 Yılında yapılan 2. Olağan Merkez Genel Kurulu’nda Genel Sekreter olarak görev aldım. 2008 Yılındaki 3. Olağan Merkez Genel Kurul’da da Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı seçildim. 2011 Yılında yapılan Olağan Genel Kurullarda da hem ikinci kez Türk Eğitim-Sen Genel Başkanı ve hem de Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı seçilerek görev aldım. Halen bu iki görevimi yürütmekteyim.

 

DEMİRCİ: ‘’Çözüm Süreci” olarak adlandırılan süreçle birlikte ‘’Âkil Adamlık‘’ tartışmaları gündeme geldi. Size de ‘’Âkil Adamlık” teklifi yapıldığı ve bu teklifi reddettiğiniz biliniyor. Neden kabul etmediniz? Sürece ilişkin endişeleriniz nelerdir?

 

KONCUK:

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; biz bu süreci, Çözüm Süreci olarak değil, bir Çözülme Süreci olarak nitelendiriyoruz.

Aylardır kamuoyu yanıltılmakta, gerçekler saptırılmakta ve doğrular milletimizin gözünden kaçırılmaktadır. Basına yansıyan OSLO ve İmralı müzakere tutanakları ifşa etmiştir ki, bu süreç bir koalisyonun işbirliği ile hayata geçirilmiştir. Maalesef bu koalisyonun fikri ortakları arasında bebek katili Öcalan da bulunmaktadır. OSLO ve İmralı tutanaklarında gündeme getirilen hususların hemen hemen hepsi, maalesef bugün bir bir hayata geçirilmektedir.

Daha birkaç ay önce, bizzat sayın Başbakanın ifadeleri doğrultusunda bölücü katillerin idamı tartışılırken, teröristlerle kucaklaşan milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılacağı söylenirken; bugün gelinen noktada bizzat terör örgütü ve yöneticileri resmen muhatap alınır hale gelmiştir.

Bebek katili bir cani, barış elçisi ve yeni Türkiye’nin kurucusu olarak takdim edilir olmuştur. Sözde yargı reform paketleriyle bölücü örgütün paralel devlet yapılanması olan -ki bu tanımı sayın Başbakan kullanmıştır- KCK tutukluları bir bir serbest bırakılmıştır. Bebek katili apo elçileri vasıtasıyla kamuoyu oluşturma yetkisine sahip kılınmış, kendisine sunulan imkanlar sayesinde kanlı örgütünü cezaevinden sevk ve idare eder hale getirilmiştir. Apo’nun yazacağı mektuplar hasretle beklenir olmuş, bir katil elebaşı ülke gündeminin baş aktörü ve belirleyicisi olmuştur.

Aylardır tek bir günümüz geçmiyor ki, apo’suz, pkk’sız ve Kandil’siz bir vaktimiz olsun! Daha birkaç ay önce bizzat Başbakan tarafından Zerdüşt olmakla, sapık ilişkiler içerisinde yaşamakla, uyuşturucu madde üretmek ve zehir ticareti yapmakla itham edilenler, artık olumsuz sıfatlarla yan yana bile getirilmemektedir.

Apo’ya; bebek katili, terörist elebaşı demek yerine “İmralı’daki” denmekte; Karayılan’a pkk terör örgütü yöneticisi yerine KCK Yürütme Konseyi Başkanı denmekte, medyada pkk’ya yönelik en ufak olumsuz yakıştırmalardan bile kaçınılmaktadır.

“Analar ağlamayacak, şehitler olmayacak, sükunet gelecek; bunun için PKK silahlarını bırakarak ülkeyi terk edecek” şeklindeki propagandalar yoğun bir şekilde halkımıza yapılmış; fakat gelinen noktada hepsinin birer yalan olduğu ortaya çıkmıştır. Nitekim önceki gün terörist Karayılan’ın yaptığı açıklamalar başta sayın Başbakan olma üzere AKP Hükümeti’nin tezlerinin doğru olmadığını ifşa etmiştir.

Karayılan üç aşamalı bir süreç öngördüklerini; birinci aşamada, militanlarının silahlarıyla birlikte Kuzey Irak’a çekilerek bir üs kurulacağını; ikinci aşamada tüm etnik kimlik, mezhep ve inançların tanındığı yeni bir Anayasa yapılacağını; üçüncü aşamada da apo katili  dahil herkesin özgür olacağını ifade etmiştir. Ancak bu üç aşama da tamamlandığında silahsızlanmayı gündemlerine alacaklarını vurgulamıştır. Terör örgütünün bu açıklaması, aylardır Türk kamuoyuna söylenenlerin koca bir yalandan ibaret olduğu bir kez daha göstermiştir.

İşte bu gerçeği öngören Türkiye Kamu-Sen, baştan itibaren oynanan bu orta oyununa dahil olmamış ve milletimizin dikkatini gerçeklere çekmeye gayret etmiştir.

Bizler, Başbakan tarafından oluşturulan Akil İnsanlar heyetinin, bir psikolojik harekat mekanizması olarak kurgulandığını ve bizzat Sayın Erdoğan’ın dediği gibi, işlevinin  toplumda algı yönetimini sağlamak olduğunu biliyoruz. Akil insanları, yukarıda ifade ettiğimiz zilleti Türk milletine yutturmakla görevlendirilmiş bir heyetten ibaret olarak değerlendiriyoruz. Dolayısıyla inanmadığımız, tasvip etmediğimiz bir sürecin taşeronluğunu yapmak için tarafımıza gelen teklifi reddetmemiz en doğal refleksimizdi. Burada asıl garip olan, kimi şahıs ve kuruluşların, onaylamadıkları bir sürece başka saiklerle mecbur kaldıkları için dahil olmasıdır. Bu tavrı ilkeli bir tutum olarak görmediğimi de belirtmeliyim.

Ayrıca Akil insanlar olarak görevlendirilenler arasından farklı söylemler geliştirildiğini görüyoruz. Adeta nabza göre şerbet verilmektedir. Güneydoğu’da apo’nun serbest kalması gerektiği söylenirken, Marmara grubunda birlik ve beraberlik nutukları atılmaktadır. Ege’de şehit aileleri ziyaret edilirken Doğu’da pkk’lı teröristlerin evlerine gidilerek görüşmelerde bulunulmakta ve genel af söylemleri dillendirilmektedir. Batıda Türk bayrağı öpülürken, bir başka yanda bayrağın adının değişmesi teklif edilebilmektedir.

Akil koalisyonunda öylesine garip bir birliktelik oluşmuştur ki; görevi çalışanların haklarını korumak olan kimi sendikalar, hak mücadelesinde asla bir araya gelemez ve daha bir ay öncesine kadar birbirleri hakkında ağza alınmayacak ithamlarda bulunur iken, Çözülme Süreci’nde hemhal olabilmişlerdir. Bu iştiyakı anlamakta zorlanıyorum. Hangi dayanılmaz arzu bu izdivacı gerçekleştirmiştir, gerçekten anlamakta zorlanıyorum.

 

DEMİRCİ:Vakıf, dernek, sendika gibi sivil toplum örgütlerinin siyasi partilerle sosyal taban örtüşmesi yaşaması ”yandaşlık” mıdır; yoksa sosyal hayatın doğası gereği olması gereken bir realite midir? Sivil toplum örgütlerinin özellikle de sendikaların siyasi partilerle ilişkileri hakkındaki düşünceleriniz nedir?

 

KONCUK:

Toplumda her sosyal harekette olduğu gibi sendikal örgütlenmede de, toplumun dinamik kesimlerine mensup insanların ön ayak olması, öncülük etmesi doğal bir durumdur. Bu yadırganmamalıdır.

Öte yandan, toplumsal ve mesleki sorunlara duyarlı olan, süreçlere müdahil olma arzusu taşıyan insanların, demokratik bir ülkede siyasi refleksler taşımaması gerektiğini söylemek de ilkel bir yaklaşımdır. Sendikalarda görev alanların, kendilerince siyasi görüşlerinin olması kadar doğal bir durum yoktur. Demokrasi ile yönetilen, ülkeyi idare eden heyetin seçimle işbaşına geldiği ve vatandaşların tamamının oy kullanarak görevlerini ifa ettikleri bir ülkede, sendikacıların siyasi görüşü olmasın, demek komik bir yaklaşımdır.

Öte yandan sendikalar, aynı zamanda birer sivil toplum kuruluşudur. Hem temsil ettikleri kesim hem de içerisinde yaşadıkları toplum adına söz söyleme ve tavır geliştirme gibi yükümlülükleri vardır. Bundan dolayı, sendikaların birbirlerinden farklı refleksler ortaya koyması da aslında demokrasinin bir güzelliği ve sağlıklı bir sendikal yapılanma için de lüzumlu bir durumdur. Aksi bir tabloyu özlemek, ancak mazide kalan Komünist rejimlere has bir arzudur.

Ancak, burada şu gerçeği de gözden kaçırmamak lazımdır. Sendikaların sosyal refleks geliştirmeleri gerekliliği, onların herhangi bir siyasi partinin sosyal tabanı olması anlamına gelmez. Hatta böylesi bir durum, doğru olmamasının yanı sıra sendikal mücadeleye de zarar verecektir. Bir sendika, tabiatı gereği toplumsal muhalefetin sözcüsü olmak durumundadır. Sendika yöneticilerinin oy verdiği partinin iktidarda olması, sendikal stratejide sapmalar oluşturuyorsa, bunun adına sarı sendikacılık denir. Bu kabul edilemez.

Gerçek bir sendikaya üye olanların hepsinin aynı siyasi görüşte olmalarını beklemek saçma ve mümkün olmayan bir beklentidir. Kişi, sendikasının işini iyi yaptığına inandığı için o sendikaya üye olmalıdır. Aynen ekmeği iyi yapan fırından ekmek aldığı gibi. Hiç kimse içerisinden pislik çıkan ekmeği üreten fırından alış veriş yapmaz. Kendisiyle aynı siyasi görüşte olsa dahi. İşte sendikacılıkta da ölçü bu olmalıdır.

Bir siyasi partinin sosyal tabanı olma arzusunu taşıyanların, sendika kurmak yerine yapacakları en doğru davranış, vakıf ya da dernek çatısı altında örgütlenerek emellerine hizmet etmek olmalıdır.

Bir sendikanın, siyasi partilerle ya da ülkeyi idare eden Hükümet ile ilişkisini tayin eden öncelikli etmen, temsil ettiği kesimin menfaatleri ve sendikal mücadelenin ilkeleri olmalıdır. Bu ölçünün yitirildiğinde nelerin tahribata uğrayacağına ülkemiz son yıllarda çok somut ve sıklıkla şahit olmuş durumdadır. Hem çalışanların şahsiyeti rencide edilmiş hem de sendikacılık iğdiş edilmiştir. Bazı şeylerin telafisi zor ve zahmetli olmaktadır. İşte bu anlamda sendikal mücadeleye ve çalışanlarımızın şahsiyetine verilen zararlar da öylesine ağır bir tahribat oluşturmaktadır. Dilerim herkes başını elinin arasına alır ve günlük menfaatler uğruna nelerin kaybedilmesine neden olduklarını bir kere olsun düşünür.

 

DEMİRCİ:Son zamanlarda gün geçmiyor ki yeni bir eğitim sendikası kurulmasın. Bunlardan en çok konuşulanı kurulduktan sonra kısa bir sürede 35 bin üyeye ulaşan ve 1. yılını doldurmadan kapanan Aktif Eğitim Sen. Aktif Eğitim Sen’i nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Aktif Eğitim Sen neden açıldı? Neden kapandı?

KONCUK:

Dediğim gibi birden fazla sendikanın kuruluyor olması rahatsız edici değil, bilakis demokrasi adına sevindirici bir durumdur. Hele ki, eğitim seviyesi yüksek olan hizmet kolumuzda, duyarlılığı olan ve farklı refleksler geliştiren bir ağırlığın olması ülkemizin selameti açısından da memnuniyet verici bir durumdur.

Ancak tabii ki, bu noktada şu gerçeğin de gözden kaçırılmaması gerekir: Sendika kuruluşunun, çalışanların daha iyi hak mücadelesi vereceği yeni bir zemin arzusundan ve hizmet kolumuzun talep ettiği bir ihtiyacı karşılamak amacından dolayı gerçekleştirilmesi gerekir. Bir takım sendikaların iç rekabetinden kaynaklanan memnuniyetsizlikler, ekonomik bazı beklentileri tatmin etmek için yapılan girişimler, siyasi iradenin stratejilerinin saha memurluğunu yapmak için atılan politik adımlar ve mesleki taassubu körükleyerek çalışanlar arasına fitne sokacak durumlar sendika kurmanın gerekçesi olmamalıdır.

Bunların dışındaki halis niyetler ve gerçekçi  gerekçelerle kurulmuş olan sendikaları yadırgamamak gerektiğini düşünüyorum.

Aktif Eğitim Sen’in neden açılıp kapandığı sorusunun cevabını, zaten sendikanın resmi açıklaması vermektedir. Şimdi bu beyanın ötesinde bizim subjektif ve spekülatif yorumlar getirmemiz gerçeklere ne kadar hizmet eder tartışılır. Adı geçen sendikanın resmi açıklamasının doğru olmadığını, asıl maksadın söylenenden farklı olduğunu iddia etmek sanırım biraz politik bir değerlendirme olur diye düşünüyorum.

Ancak şunu söyleyebilirim ki; sendikanın kısa sürede 35.000 üyeyi yakalamış olması, mesleki ve sosyal karşılığı olan sendikal bir yapının oluşturulabildiğinin somut göstergesidir.

Dilerim bundan sonraki süreçte bu sendika üyeleri, sendikal mücadele dışında kalmazlar ve örgütlü bir şekilde bağımsız ve ilkeli hak arama mücadelesine omuz vermeye devam ederler. Çünkü yaşadığımız tecrübeler göstermektedir ki, çalışanların problemlerinin çözümü ve beklentilerinin karşılanmasının tek yolu kararlı ve mücadeleci sendikal örgütlenmedir. Bütün eğitim çalışanlarının öncelikli amacı ve gayreti, böylesi yapıları daha da güçlü kılma arzusu olmalıdır diye düşünüyorum.

 

DEMİRCİ:2002’den 2013’e kadar geçen sürede ülkeyi sizinle farklı dünya görüşüne sahip aynı sosyal tabandan beslenmediğiniz bir siyasi iktidar yönetmekte; buna rağmen gerek Kamu-Sen olarak gerekse Türk-Eğitim-Sen olarak üye sayınız yıldan yıla artmaya devam etmekte… Bu durum muhalefette olmanın doğasından mı kaynaklanmakta yoksa başka nedenleri var mı? Varsa o nedenler nelerdir?

 

KONCUK:

Öncelikle şunu tekrar etmeliyim ki, sendika her zaman toplumsal muhalefetin sözcüsü olmalıdır. Oy verdiğiniz parti dahi iktidarda olsa, temsil ettiğiniz kesimin beklentileri her zaman önceliğiniz olmalıdır. Aksi takdirde size sendika denilmez.

Bunun kesin olarak kabul edilmesi lazımdır. Sorunuzda kastettiğiniz muhalefet olma durumu bu ise cevabımız evettir. Ancak sendikal muhalefeti, siyasi bir karşı duruş olarak algılıyorsanız bunu kabul edemeyiz. Çünkü, sendikanın muhatabı, işvereni olan Hükümettir. Siz çalışanların beklentilerini karşılamak istiyorsanız, ülkeyi idare eden irade ile muhatap olmak, gerektiğinde beraber çalışmak durumundasınız. Aksi takdirde sendikacılığın bir anlamı yoktur.

Bugün muhatap olduğumuz iktidarla sendikamızın ilişkisi de bu prensip doğrultusunda yürütülmektedir. İktidarın kimi uygulamalarına karşı geliştirdiğimiz eleştirel duruşumuzun nedeni; siyasal kaygılar değil, temsil ettiğimiz kesimin hak ve beklentileridir.

Daha önce de dediğim gibi biz sendikayız. Üyelerimiz de bize “Sendika” olduğumuz için destek olmaktadır. Eğer siz, size güvenen insanları hayal kırıklığına uğratıyorsanız, iktidardaki partinin rengine göre strateji oluşturuyorsanız çalışanların güvenini kazanamazsınız. İşte Türk Eğitim-Sen, bu anlamda tam manasıyla eğitim çalışanlarının güvenine mazhar olmuş gerçek bir sendikadır. Eğitim çalışanları şunu çok iyi biliyorlar: “Bizimle ilgili bir durum sözkonusu olduğunda mutlaka Türk Eğitim-Sen oradadır. Bizim adımıza taraftır. Hiçbir gelişmeyi pas geçmeyecektir. Taleplerimizin karşılaması ve sorunlarınızın çözülmesi için muhatap kim olursa olsun gerekeni yapacaktır. İktidarda kim olursa olsun geri adım atmayacak, her zaman cesaretle problemlerin üzerine gidecektir.”

İşte bu güvenden dolayı eğitim çalışanları sendikamıza sürekli artan bir oranla destek olmaya devam etmektedir.

Yani uzun lafın kısası; biz ekmeği iyi yapan fırın olduğumuz için, eğitim çalışanları ürettiğimize iltifat ediyor!

 

DEMİRCİ:Kamu kurum ve kuruluşlarında başörtüsü ile de çalışılmasına olanak sağlamaya yönelik olarak yapılan eylemlerle ilgili olarak ilk başlarda suistimal edilebileceği iddialarını gündeme taşıdınız. Sonra; sizde eğitim iş kolunda eylemlere destek kararı aldınız. Neden sadece eğitim iş kolunda eylem kararı aldınız? Diğer iş kollarında da başörtüsü ile çalışılabilmesini destekliyor musunuz? Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?

 

KONCUK:

Öncelikle belirteyim ki, “Kamu kurum ve kuruluşlarında başörtüsü ile de çalışılmasına olanak sağlamaya yönelik olarak yapılan eylemlerle ilgili olarak ilk başlarda suistimal edilebileceği iddialarını gündeme taşıdınız.” İfadesinin gerçeği yansıtmadığını ifade edeyim. Bizim kast ettiğimiz, başörtüsünün suistimal edileceği kaygısı değildir; başörtüsü üzerinden siyasal ya da sendikal rant devşirilebileceği kaygısıdır. Çünkü kamuoyumuz da çok iyi biliyor ki, bugün başörtüsünü yasaklayan ne Anayasamızda tek bir madde ne de tek bir yasa vardır. Bununla ilgili tek mevzuat düzenlemesi, Kamu Görevlileri Kıyafet Yönetmeliği’dir. Bu yönetmeliği değiştirme irade ve yetkisi de Bakanlar Kurulu’ndadır.

Şimdi bir sendika aylardır eylem yapıyor, başörtüsü üzerinden kamu çalışanlarının hassasiyetini sömürüyor. İmza kampanyaları ve değişik eylemler ortaya koyuyor. Ancak ne gariptir ki, yönetmeliğin bir an önce değiştirilmesi için doğrudan Başbakana karşı yüksek perdeden iki çift söz söylemiyor. Bu arkadaşlar çıkıp “Ey Başbakan 12 yıldır iktidardasın. Her türlü radikal manevrayı en netameli konularda bile çekinmeden yapıyorsun. Basit bir yönetmelik değişikliğini neden gerçekleştirmiyorsun? Neyi bekliyorsun? Bir an önce gerekeni yapın yoksa kamu çalışanları olarak şahsınıza ve Hükümetinize hesap sormak boynumuzun borcudur…” kabilinden laflar etseler inanın samimiyetlerine inanacağız. Ancak aylardır bunu göremiyoruz. Adeta, fiili bir durum yaratarak konuyu sürüncemede bırakmak, gündemde tutmak ve önümüzdeki muhtemel referandumda Anayasa paketine başörtüsünü dahil ederek EVET’i cebe koymanın gayretinin varlığını seziyoruz. Eğer gerçek böyleyse yazıklar olsun diyorum. Kamu çalışanlarının bu kirli oyuna alet edilmesini şiddetle lanetliyorum.

Öte yandan kamuoyu çok iyi hatırlar ki, biz sendika olarak 27 Kasım 2012 tarihinde, yani öğrencilere serbest kıyafet sağlayan düzenleme yapıldığında bir çağrıda bulunarak; kamusal alanda başörtüsü serbestiyetinin getirilmesini istedik. Bir yandan öğrencilere serbest kıyafet hakkı verilirken, diğer yandan çalışanları işleri ile inançları arasında tercihe zorlamanın insanlık dışı olduğunu ifade ettik. Ve o günden bu yana da yönetmelik değişiklinin yapılarak başörtüsünün bir istismar aracı ve bu sorunun bir zulüm vesilesi olmaktan kurtarılmasını talep ettik. Ancak bugüne kadar Hükümetten ve Başbakandan bu talebe bir karşılık bulamadık. En küçük hususlarda bile söz söylemekten geri durmayan sayın Başbakan, ısrarla ve inatla başörtüsü üzerinden yükselen yüzbinlerce sese kulaklarını tıkamakta ve üç maymunu oynamaktadır. Başbakanın bu tutumu, yukarıda ifade ettiğimiz Anayasa oyununun gerçek olacağı inancımızı pekiştirmektedir. Dileriz yanılırız. Dileriz, bir ibadet vesilesi küçük siyasi hesaplara alet edilmez.

Öte yandan sendikamızın eylem kararına gelince; biz üyelerimiz içerisinde serbest kıyafetle işe gitme arzusunda olan arkadaşlarımızın hukuki bir güvenceye sahip olmaları amacıyla karar almış bulunuyoruz. Çünkü biliyorsunuz, sendikanın aldığı karardan dolayı eylem yapan sendika üyelerine ceza verilemeyeceğine dair Danıştay’ın kararları vardır. İşte üyelerimizin bu güvenceye sahip olmaları amacıyla sendikamız eylem kararını almış bulunmaktadır.

Ancak tekrar ediyorum ki; serbest kıyafet için yapılacak en doğru eylem, aylardır dile getirdiğimiz gibi, doğrudan Başbakana ve Hükümete yönelik yönetmelik değişikliği talebini ortaya koymaktır. Eğer siz bu talebinizi en net ve kesin şekilde ortaya koyamıyorsanız, amacınız farklı demektir. Sayın Başbakana bu konu üzerinden baskı oluşturmuyorsanız, siz de Hükümetin referandum tezgahına hizmet ediyorsunuz demektir.

 

DEMİRCİ:Türk-Eğitim-Sen olarak İLKSAN seçimlerinde önemli bir başarı kazandınız. İLKSAN delegeliklerinin önemli bir kısmını Türk-Eğitim-Sen’li delegeler kazandılar. İLKSAN uzunca bir süredir Türk-Eğitim-Sen’li delegeler tarafından oluşturulan bir yönetim tarafından yönetilmekte… İLKSAN yönetimini başarılı buluyor musunuz?  İLKSAN ile ilgili olarak ortaya atılan TANGRAM Raporu ve son olarak gündeme gelen Denetleme Kurulu Raporları’ndaki iddialar ile ilgili olarak neler söylemek istersiniz?

 

KONCUK:

1996 Yılından itibaren seçimle gelen İLKSAN yönetim kurulu üyeleri sendikamız üyeleri arasından seçilmekte. Biliyorsunuz yedi kişilik Yönetim Kurulunun üç tanesi ve üç kişilik Denetleme Kurulunun bir tanesi delegeler arasından; diğerleri Bakanlığın tespit ettiği adaylar arasından seçilmektedir.

Uzun yıllar suistimaller ile, bir takım yolsuzluk ve usulsüzlük iddialarıyla gündeme gelen ve bundan dolayı olumsuz bir imaja mahkum edilen İLKSAN, 1996 yılından beridir üyelerinin yüz akı olmuştur.

Gelinen noktada kurum, çok ciddi maddi varlık ve mali kaynağa sahip olan, üyelerinin taleplerini geciktirmeden zamanında karşılayan bir sandık haline gelmiştir.

Nitekim geçen yıl yapılan delege seçimlerinde de İLKSAN’ın bu güzel yönetimi eğitim çalışanları tarafından bir kez daha takdir edilmiş ve 222 Genel Kurul delegesinin 133’ünün Türk Eğitim-Sen’li delegelerden oluşmasını sağlamıştır. Hem de bir sözde sendikanın iftira ve yalanlarına rağmen İLKSAN üyeleri bu gerçeği bir kez daha tescil etmişlerdir.

TANGRAM Raporu konusu ise İLKSAN’a yönelik bir eleştiri değil, tam aksine bir takdir vesilesi olması gereken bir husustur. Çünkü mevzuattan kaynaklanan bir zorunluluk olmamasına rağmen İLKSAN Yönetim Kurulu, bağımsız bir denetleme raporu olan TANGRAM’ı kendi iradesiyle hazırlanmasını sağlamıştır. Bu tutum; kurum yöneticilerinin şeffaf, dürüst ve ahlaki yönetim anlayışının ve yaptıkları işe olan güvenlerinin çok somut bir nişanesidir. Öte yandan, mevcut haliyle devam ettiğinde kurumun batacağını iddia eden bu rapora dayanarak, kuruma kara çalmaya çalışan art niyetlilerin tezlerinin aksine, İLKSAN bugün 600 milyon lirayı aşan mali güce sahip olan, mal varlığı her geçen gün artan bir kurum haline gelmiştir. Sandık, 40.000 üyesinin aynı anda emekli olması durumunda dahi ödemelerini yapabilecek konuma ulaşmıştır. Bu tabloda göstermektedir ki, TANGRAM raporu İLKSAN gerçeğini tam olarak yansıtmamaktadır.

Denetleme kurulu raporundaki bir kısım iddialar  ise tam bir sokak dedikodusundan ibarettir. Üç kişilik denetleme kurulu üyesinden iki tanesi, Sandığın başarılı yönetiliyor olmasını, yapılan iş ve işlemlerin doğruluğunu takdir ederken; bir üyenin mesnetsiz iddiaları onun ruh halini yansıtmaktadır. Örneğin, misafirhanedeki çatı katının odaya çevrilmesi ya da otoparkın bir kısmının restorana dahil edilmesi gibi tamamen kurumun çıkarlarına katkı sağlayan düzenlemelerin, bu şahıs tarafından eleştiri konusu olarak rapora yazılmış olmasının arkasındaki psikolojiyi İLKSAN üyelerinin takdirine bırakıyorum.

Kaldı ki, bütün eğitim çalışanları bilir ki, İLKSAN’da yaşanabilecek en ufak usulsüzlüğe en sert tepkiyi verecek olan yine Türk Eğitim-Sen’dir. Sendikamız bu anlamda eğitim çalışanlarının tam anlamıyla güvenine mazhar olmuş bir kuruluştur. Nitekim bu durumun en somut göstergesi geçen yıl yapılan seçimlerde bir çok yerde sahip olduğumuz üye sayısından çok daha fazla oy alarak seçimleri kazanmış olmamızdır.

Diğer yandan bazı sendikalar da bir çok yerde sahip oldukları sınıf öğretmeni sayısının yarısı kadar bile oy alamamış ve İLKSAN seçimlerinde yeni bir hüsranı yaşamışlardır.

 

DEMİRCİ:Rakibiniz olan sendikaların sık sık size karşı eleştiri unsuru olarak kullandığı, geçmişte Ulusal Birlik Hareketi’ne ev sahipliği yapılmış olması konusunda neler söylemek istersiniz?

 

KONCUK:

Bu konu defalarca izah edilmiş olmasına rağmen ve gerçekler malum sendika tarafından da çok iyi bilindiği halde, bu iftirayı gündeme getirmekten inatla vazgeçmemekteler. Tabiidir ki, herkes mayasının gereğince eylemekte.

Sözkonusu birliğe ev sahipliği yapıldığı koca bir yalandır. O dönem Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı olan Şener Eruygur konfederasyonumuzu ziyarete gelmiş, ziyaret sonrasında düzenlenen basın toplantısında Cumhurbaşkanlığı seçimine dair kendi görüşlerini zikretmiştir.

Konfederasyon olarak benimsemediğimiz ve  ilkelerimizle örtüşmeyen bu görüşleri dile getirmesi üzerine, o zamanki Genel Başkanımız Sayın Bircan Akyıldız anında kendisine müdahale ederek görüşlerini paylaşmadığımızı ifade etmiştir.

Tüm bunlar basının huzurunda cereyan etmiştir.

Bu gerçeğin bilinmesine rağmen asgari ahlaki standarttan yoksun bazıları, utanmadan, Türkiye Kamu-Sen’in eşi başörtülü olduğu için sayın Abdullah Gül’ün adaylığına karşı çıktığı yalanını vicdansızca dillendirmeye devam etmektedirler. Hatta bu sendikanın Genel Başkanının geçtiğimiz yıl bir canlı TV programında bunları tekrarlaması üzerine eski Genel Başkanımız Bircan Akyıldız telefonla programa bağlanarak en ağır şekilde kendisini yalanlamıştır. Ama tabii ki, iftira atmaktan en ufak rahatsızlık duymayanlardan özür dileme ve yalandan dönme erdemini beklemek oldukça lüks bir beklenti olacak.

Ayrıca bu yalan üzerinden, Şener Eruygur’un konfederasyonumuzu ziyaretinde zikrettikleri üzerinden bizi utanmadan Ergenekonculukla suçlayan Memur-Sen’in, Ergenekon’un önde gelen zanlısı Doğu Perinçek’i davet ederek sendika genel merkezlerinde konferans verdirmelerini nerelerine konduruyorlar bunu da ayrıca merak ediyorum.

 

DEMİRCİ:Hukuk bürosunu hızlı ve yoğun çalıştıran bir sendikasınız.Çoğu yönetmeliği mahkemeye götürdünüz.Son olarak yönetici atama yönetmeliğine ‘’ucube yönetmelik” söylemi ile karşı çıktınız.Sizce yönetici adaylarının seçiminde sadece yazılı sınav bir seçme kriteri olarak yeterli mi? Mülakata bir yöntem olarak mı karşısınız yoksa uygulamaya ilişkin endişeleriniz mi var?

 

KONCUK:

Bir sendikanın asli vazifesi temsil ettiği kesimin hak ve hukukunu korumaktır. Bunun için de her türlü meşru ve demokratik yolları kullanır. Gerektiğinde görüşmeler gerçekleştirir, eylemler yapar. Bunlardan netice alamadığında da hukuka başvurur.

Türk Eğitim-Sen, eğitim çalışanlarının hak mücadelesinde üzerine düşen sorumluluğu kimseden çekinmeden yerine getiren ilkeli bir sendikadır. Zaten bu vasfımız itibariyle de eğitim çalışanlarının teveccühünü kazanıyoruz.

Bu Hükümet döneminde değişik zamanlarda yayınlanan Yönetici Atama yönetmeliklerine davalar açtık. Amacımız adaletin sağlandığı, liyakatin esas alındığı bir atama usulünün sağlam temeller üzerine bina edilmesiydi. Bu anlamda da önemli bir mesafe katedilmişti. En son yürürlükten kaldırılan yönetmelik bir takım eksiklikleri olmasına rağmen ihtiyaca cevap verebilen bir yönetmelikti. Asıl olması gereken, bu yönetmeliğe birkaç müdahale yaparak bununla yola devam etmekti.

Ancak sayın Avcı, sendikaların büyük çoğunluğunun ve çalışanların sesine kulaklarını tıkayarak şu an muhatap olduğumuz ucubeyi hayata geçirdi. Bununla ilgili olarak kendisine defaatle ikazda bulunduk. Hatta eylemler yaptık ancak dinletemedik. Şu an yürürlükte olan yönetmelik fiilen uygulama imkanı olmayan, uygulandığı takdirde yığınla probleme neden olacak olan tam bir ucubedir.

Sendika olarak bu yönetmeliğin 17 maddesine dava açmış bulunuyoruz. Dilerim yargı hızlı bir şeklide karar verir ve eğitim hayatımızı felç edecek ucube uygulamayı sonlandırır.

Mülakat konusuna gelince; biz sendika olarak bu hususun adam kayırmacılığın yasal kılıfı olacağını düşünüyoruz.  KPSS gibi ülkenin en güvenilir kurumu olması gereken ÖSYM tarafından yapılan bir yazılı sınavın dahi sorularının sızdırıldığı, şikenin ayağa düştüğü bir ortamda biz mülakata nasıl güveneceğiz. 12 Yıldır belli bir sendikanın üyesi olmaktan başka hiçbir vasfı olmayanları vekaleten idareci koltuklarına oturtan bir idarenin adaletine nasıl güveneceğiz?

 

DEMİRCİ:Milli Eğitim Bakanlığı Merkez Teşkilatındaki üst düzey bürokratların hükumetlerle gelip, hükumetlerle gitmesi yani sözleşmeli olarak istihdam edilmesi konusundaki görüşleriniz nedir? Bu uygulamaya karşı mısınız? Eğer karşı değilseniz bu tür istihdam sadece bakanlık merkez teşkilatında mı uygulanmalı yoksa taşra teşkilatlarında da üst kadrolarda uygulanabilir mi?

 

KONCUK:

Bu konuda Hükümet bize güven vermiyor. “Siyasi irade kendi çalışacağı ekibi kurabilmeli, kendi kadrosu ile çalışabilmeli, böylece ahenkli ve daha iyi hizmet sunacaktır” gibi bir gerekçeyle yönetici kadronun Hükümetlerle birlikte göreve gelmesi savunulmakta. Hatta bu konuda iş o kadar iler götürülmekte ki, Valiler ve kurumların il yöneticilerinin de bu kapsamda değerlendirileceği dillendirilmekte.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, kurumların bir hafızası olmalıdır. Bu da o kurumları yöneten kadronun liyakatiyle mümkündür.  Bir düşünün Cumhuriyet kurulduğundan bu yana 61 Hükümet kurulmuş. Yani iş başına gelen Hükümetlerin ortalama ömrü 1,5 yılı bile bulmuyor. Her iktidar değişikliğinde bütün yönetici kadrosunun değiştiği bir kurumda nasıl süreklilik sağlanır, nasıl gelenek oluşturulur, nasıl kurumsal bir hafızayı yaratabiliriz?

Sıfatı ne olursa olsun, Hükümetle göreve gelen ve onunla giden bir memur, devletin değil Hükümetin yani memuru olur, yani parti memuru olur. Bu kabul edilir bir durum değildir. Eğer amacınız bir parti devleti yaratmak değilse, böylesi bir planlamanın hayırlı neticeler doğurmayacağı aşikardır.

Hele ki, bu revizyonu bir de taşra teşkilatlarına genellerseniz işte o zaman ortalık kel alinin bağına döner. Devletin kamu hizmeti, sadece siyasi reflekslerle yürütülebilecek bir olgu değildir. Devlet işleri süreklilik arz eder ve bir gelenek üzerinde yürütülür. Bundan dolayı merkez teşkilatındaki ve iller düzeyindeki yöneticiliklerin siyasi bir kimliğe büründürecek böylesi bir uygulamanın kesinlikle ciddi tahribatlara neden olacağını düşünüyoruz.

 

DEMİRCİ:Kamu Personel Danışma Kurulu’nda Kamu-Sen olarak kırmızı çizgileriniz neler oldu? Kamu Personel Danışma Kurulu’na sunduğunuz raporun ana hatları nelerdir? 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununda yapılmaya çalışılan değişiklikler konusunda, özellikle de istihdam şekillerinde yapılmaya çalışılan değişiklik ve paralelinde memurun iş güvencesi, istihdamda güçlük çekilen bölgelerde memur istihdamını sağlamaya yönelik kamuoyundaki adıyla rotasyon ya da zorunlu yer değişikliği konularına sendikanızın bakışı nedir?

 

KONCUK:

28 Mart ve 12 Nisan’da yapılan Kamu Personeli Danışma Kurulu Toplantısı’nda Konfederasyonumuz kapsamlı bir rapor sunarak çalışanların sesi olmuştur.

Önceden belirlenen toplantı gündemine dair ve bunun dışında kalan hususlara dair görüşlerimizi toplantıda ifade etme imkanı bulduk.

Özellikle kamu da farklı istihdam modellerinin ortadan kaldırılması gerektiğini sayın Bakana ifade ettik. Kamuda sözleşmeli, geçici, vekil gibi statülerde bulunan tüm çalışanların kadroya geçirilmesini talep ettik.

Devlet memurlarının sahip olduğu iş güvencesinin en büyük kazanımları olduğu ve bundan asla taviz vermeyeceğimizi bir kez daha vurguladık. Özellikle yeni Anayasa çalışmalarında ve 657 sayılı DMK’da yapılacak düzenlemelerde iş güvencesinin tartışma konusu dahi yapılmasına müsaade etmeyeceğimizi en net şekilde belirttik.Sendika olarak talebimizin, kamuda her ne ad altında olursa olsun, 4/B’li, 4/C’li, sözleşmeli, geçici, vekil tüm personelin iş güvencesine sahip memur statüsünde çalıştırılması olduğunu vurguladık.

Toplantıda, basına da yansıyan, rotasyon konusunda da görüşlerimizi ifade etme imkanı bulduk. Rotasyon uygulamasına kesinlikle karşı olduğumuzu belirttik. İhtiyaç duyulan bölgelerde memurlara cazip şartlar getirilmesinin memur eksikliği yaşanan bölgelerin sorununu çözeceğini ifade ederek; bu bölgelerde görev yapacak personele daha yüksek maaşlar ödenebileceğini, kademe ve derece ilerlemesi gibi kolaylıklar sağlanabileceğini ve böylece teşvik edici bu uygulamanın yaşanan problemi çözeceğini ifade ettik.

Toplantıda, uyarma ve kınama cezalarının kaldırılarak aylıktan kesme cezasının en alt ceza dilimi olarak uygulanmasına neden olacak düzenlemeyi de kabul etmediğimizi ifade ettik. Böyle bir uygulamanın, memurun iş güvencesinin zayıflatılması, işten çıkarmanın kolaylaştırılması anlamına geleceğini ve bunu kabul etmemizin mümkün olamayacağını söyledik.

Kamu Personeli Danışma Kurulu’nda Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’e 213 maddelik bir kapsamlı rapor sunan Konfederasyonumuz, kamu çalışanlarının her meselesini gündeme taşımıştır. Görevde yükselmeden ek göstergelere, tatil ücreti talebinden çocuk yardımına, vergi dilimlerinin yeniden düzenlenmesinden emekli maaşlarının hesaplanması usulüne kadar memurlarımızın muhatap olduğu her konu raporda yerini bulmuş ve toplantının gündemine taşınmıştır.

 

DEMİRCİ:Sayın Koncuk; kamuajans.com memur haber sitesi olarak bize zaman ayırdığınız, sorularımıza açık sözlü ve içten cevaplar verdiğiniz için teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyoruz…

 

KONCUK:Ben teşekkür ediyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Bağımsız ve tarafsız haber sitelerinin kamu çalışanlarının doğru bilgilendirilmesinde çok önemli bir işlevi gördüğünü düşünüyor ve bu itibarla memur haber sitelerinin varlığını çok değerli bulduğumu ifade ediyorum.

 

KAYNAK: kamuajans.com

Son Haberler

AKADEMİK ZAM PAS GEÇİLMESİN!

Genel Başkanımız Talip Geylan, ekonomik koşullarından dolayı, başarılı öğrencilerin akademisyenliği değil, geliri daha yüksek olan meslekleri tercih ettiğini kaydederek, bu durumun Türk akademisinin geleceği açısından önemli bir zafiyet doğuracağını söyledi.

SINAVSIZ ATAMAYA DANIŞTAY’DAN İPTAL KARARI

Türk Eğitim Sen olarak ilçe milli eğitim müdürü kadrolarına yapılacak atamalarda aranan sınav şartının...

KAMU ÇALIŞANLARINI SENDİKAL ESARETTEN KURTARACAĞIZ!

Türk Eğitim-Sen Şube Yönetim Kurulu Üyeleri Eğitim ve İstişare Toplantısı, 31 Ekim-3 Kasım 2024 tarihleri arasında Antalya’da gerçekleştirildi.

OCAK AYINDA YAPILACAK ZAMMA EK YAPILMALI, ÜZERİNE REFAH PAYI EKLENMELİ

Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci Ekim ayı enflasyon rakamlarını değerlendirdi.