KAMUDANHABER : Başkanım Türk Eğitim-Sen ve Türkiye Kamu-Sen olmasa ne olur? Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen’in misyonu nedir?
Memur sendikaları, artık çalışma hayatımızın olmazsa olmaz unsurları halini almıştır. Kamu çalışanları, 4688 sayılı sendika kanununun yürürlüğe girmesiyle birlikte, 2001 yılında örgütlenmeleri için yasal bir zemine sahip olmuşlar ve aradan geçen kısa sürede de çok önemli bir mesafe katetmişlerdir.
Şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki, memur sendikacılığı, gelinen noktada bir mesleki birliktelik olmasının yanı sıra Türk toplumunun sivil örgütlenmesi anlamında da belirgin bir katkı sağlamıştır. Sendikalarımız, artık, toplumsal hayatımızın vazgeçilmez ve yön veren kuruluşları olarak belirgin bir hale gelmiştir.
Tabii ki, yaşanan süreçte ve gelinen noktada Türkiye Kamu-Sen ve bağlı sendikalarının tartışılmaz ve inkar edilemez bir emeği söz konusudur. Çalışan, üreten, yol gösteren ve hak ettiğini alan bir sendikacılık anlayışı ve önce ülkem ilkesiyle çalışma hayatına yeni bir soluk getiren sendikamız, 1992 yılından beri hem kamu çalışanlarının hem de milletimizin güven ve teveccühüne mazhar olmuştur. Bütün kamu çalışanları ve çalışma hayatının tüm unsurları, Türkiye Kamu-Sen’in ortaya koyduğu sendikal anlayışı ve mücadele tarzını takdir etmekte ve çalışma hayatımız için lüzumlu kabul etmektedir.
Özellikle son yıllarda kamu çalışanlarının muhatap olduğu ayrımcı ve ötekileştirici yönetim anlayışı karşısında Türkiye Kamu-Sen’in sergilediği sendikal direniş ve tavizsiz ilkeli duruş, sendikal örgütlenmenin kamu çalışanları için ne kadar önemli ve gerekli olduğunun somut nişanesidir.
Sadece üyelerinden aldığı güç ile mücadele azmini oluşturan sendikamız, bir an bile çalışanlardan yana taraf olduğunu unutmadan ve iktidarın kim olduğuna aldırış etmeden mücadeleden geri durmamıştır. Her durumda çalışanların hak ve kazanımları safında duruş sergileyen sendikamız, hiçbir denge hesabı gütmeden memurlarımızın müstakil sesi olmaya gayret etmiştir. Sendikal stratejilerimizin ve politikalarımızın tek belirleyici unsuru, kamu çalışanlarının beklentilerinin karşılanması ve problemlerinin ortadan kaldırılması amacı olmuştur. Türkiye Kamu-Sen, kamu çalışanlarının desteğini siyasal amaçlara ya da iktidarın politikalarına kanalize etmeyi sendikal ahlaksızlık olarak kabul etmiş ve hiçbir zaman kamu çalışanlarının gücünü başka hedeflere ipotek etmemiştir. Kamu çalışanları her zaman emin olmuşlardır ki; memurlarımızın hak mücadelesi söz konusu olduğunda Türkiye Kamu-Sen bir itibar kalesidir, sarsılmaz, yalpalamaz, satmaz!
Türkiye Kamu-Sen ve bağlı sendikaları, ilkeli hak mücadelesinin verildiği birer meslek örgütü olmalarının yanı sıra, aynı zamanda milletimizin hislerine tercüman olan milli sivil toplum kuruluşudurlar. Toplumumuzu ve ülkemizi ilgilendiren her gelişmede milletimiz adına taraf olan sendikamız, her zaman milli cesaretin ve milli hissiyatın vücudu olmuştur. Milletimizin birliğine ve ülkemizin dirliğine yönelik her girişim, karşısında Türkiye Kamu-Sen’in tavizsiz duruşunu görmüştür. Türkiye Kamu-Sen; vatan söz konusu olduğunda, hiçbir zaman ruhsuz, kör ve sağır olmamıştır. Üzerinde rahatça yaşayacağı bir vatan ve güçlü milli bir devleti olmadan sendikal mücadelenin de bir anlamı ve gereği olmayacağına inanan Türkiye Kamu-Sen, bu vasıfları itibariyle, sadece kamu çalışanlarının değil aynı zamanda Türk milletinin de garantisidir.
Evet, Türkiye Kamu-Sen; kararlı, tavizsiz ve ilkeli bir hak arama mücadelesinin adresi olarak büyük bir sendika; mensubu olmaktan gurur duyduğu milletimizin her şart altında cesur sesi ve tarafı olan milli bir sivil toplum kuruluşudur. Türkiye Kamu-Sen’in bu niteliği, neden hep var olması gerektiğinin sebebidir zaten. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Türkiye Kamu-Sen’in olmadığı bir çalışma ve sivil toplum hayatımızı düşünmek bile istemiyorum.
KAMUDANHABER :Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen ile şahsınıza yönelik eleştirileri ve merak edilenleri sormaya çalışacağız. Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı başarısız olmuştur, tüm hizmet kollarında yetkiyi kaybetmiştir şeklindeki eleştirilere ne cevap vermek istersiniz?
Başarı ölçütünüzün ne olduğuna göre bu sorunun cevabı değişken olacaktır. Eğer siz, evrensel sendikacılığın asgari gereklerini dahi, yerine getirmeden, siyasal iktidarın ve bürokrasinin gücünü ahlaksızca kullanarak, çalışanlar üzerinde bir korku fırtınası estirerek, bir anlamda onların iradesini esir alarak, belli bir parti iktidarında sayınızı % 1.590 artırmış olmanızı başarı olarak kabul ediyorsanız; bunun dünyada ve sendikal mücadele tarihinde örneği yoktur.
Sendikacılık, en basit tanımıyla, temsil ettiği kesimin hak ve hukukunu işverene karşı korumak ve mümkün olduğunca da geliştirmektir. Ayrıca bir sendika, varlığı itibariyle de toplumsal muhalefetin sözcüsü olmak durumundadır. Bu iki görevi ifa etmeyen yapıya “sendika” denmez. Malum sendika başkanı, biz sarı sendika değiliz, diye açıklama yapıyor, peki ben tüm kamu çalışanlarına soruyorum, o halde, SARI SENDİKA nedir?
Bu açık tanıma rağmen, siz bir memur sendikası olarak, işvereniniz olan Hükümetin başına karşı, çalışanların aleyhine olan icraatları söz konusu olduğunda dahi, bırakın etkili eylemler yapmayı, ona karşı tek bir eleştirel söylem bile geliştirmiyor olmanıza rağmen sendikacılık yaptığınızı iddia ediyorsanız buna kargalar bile güler.
Türkiye Kamu-Sen, ortaya koyduğu onurlu sendikal mücadele ile sevmeyenlerinin dahi takdir ve övgüsünü kazanmış bir sendikadır. Sendikamız, şu an muhatap olduğu siyasal iktidar döneminde -ki mevcut iktidarın sendikamıza karşı aleni hasmane bir tutum geliştirdiği ve bir sözde sendikanın palazlanması için devletin imkanlarını seferber ettiğini unutmayalım- %35,2 oranında büyüme kaydetmiştir. AKP’nin iktidar olduğu 2002’de 329.065 olan üye sayısını bu sene 444.935’e yükseltmiştir. Keza Türk Eğitim-Sen de aynı dönemde üye sayısını 125.863’ten 225.250’ye ulaştırmış, yani % 55,87 oranında büyümüştür.
Sendikamız, bu kayda değer ciddi büyümeyi sağlarken; sırtını birilerine dayamamış, siyasetin ve bürokrasinin imkanlarını çalışanlar üzerinde bir baskı ve yönlendirme aracı olarak kullanmamıştır. Çalışanların karakterini un ufak edecek aşağılık yol ve yöntemlere asla başvurmamış; tam aksine emek mücadelesinin yanı sıra aynı zamanda kamu çalışanlarının şahsiyetini korumanın da gayreti içerisinde olmuştur.
Türkiye Kamu-Sen’in on yılı aşkındır ortaya koyduğu bu takdire şayan mücadele ve en olumsuz koşullarda dahi elde ettiği başarı, birileri için ancak rüyalarını süsleyen bir özlem olarak kalacaktır.
Yürekten niyaz ediyorum ki; çalışanların haysiyetiyle oynayarak, liyakati ayaklar altına alarak, Hükümetin saha memurluğunu yaparak ve çalışanların bize olan güvenini satarak %1.590 büyümeyi yüce Mevlam bize nasip etmesin. Şu mübarek günlerde en büyük temennim, şahsımın ve sendikamın asla böylesi bir zilletle hiç anılmamasıdır.
Allah ömür verirse hep birlikte göreceğiz, şartlar değiştiğinde, neler olacak, şuan, iktidar imkanlarından azami fayda sağlamak için öbek öbek bu sarı sendikanın yöneticisi olanların dahi, batan gemiyi ilk terk edenler olacağını hep birlikte göreceğiz.Menfaatlerin bir araya getirdiği insanlar, pasta bittiğinde tarumar olurlar.Bu tarihi bir gerçektir.İşte, bütün bunlar üst üste konduğunda, Türkiye Kamu Sen’in nasıl bir başarı sağladığı daha iyi anlaşılacaktır.
Bana göre, Türkiye Kamu Sen’in, tüm bu olumsuz şartları alt üst ederek, büyümesini sürdürmesini anlayabilmek, bazılarının algılarının yetmeyeceği bir durumdur. Sarı sendikacılığını örtmek için, AKADEMİK SENDİKACILIK YAPIYORUZ, diyenler, anlaşılan sarı sendikacılığın AKADEMİSİNİ KURMUŞLAR DA HABERİMİZ OLMAMIŞ. Takdir kamu çalışanlarınındır.
KAMUDANHABER :Toplu sözleşme masasında kırmızı çizgileriniz nelerdir? Mesela öğretmenlere ek ödeme verilmezse eylem yapmayı ya da iş bırakmayı düşünüyor musunuz?
Türkiye Kamu-Sen, Hükümetle pazarlıkların başladığı 2002 yılından beridir, her görüşme sürecini büyük bir ciddiyetle ele almış olan bir konfederasyondur.
Sendikamız, her pazarlık süreci öncesinde çok geniş kapsamlı ve alt yapısı çok sağlam hazırlanmış bir hazırlık süreci gerçekleştirir. Toplu Sözleşme süresince de çalışanların tavizsiz sesi olarak masada etkin bir görev ifa eder. Gerek görüşmeler başlamadan önce ve gerekse görüşmeler süresince hem medya çalışmaları hem de alanlarda demokratik haklarını kullanarak kamuoyunu en sağlıklı şekilde bilgilendirir.
Türkiye Kamu-Sen’in yıllardır izlediği istikrarlı ve seviyeli çizgisi kamuoyu ve kamu çalışanları tarafından da yakından ve takdirle takip edilmektedir. Etkili sendikacılığın gerçek adresi olan Türkiye Kamu-Sen’in duruşu ve önerileri, çalışma hayatının bütün paydaşları tarafından ciddiyetle dikkate alınmakta ve değerlendirilmektedir. Bu durum da göstermektedir ki, süreci tayin etmek; bir yerlerin ulufesiyle mevzi kazanmakla değil, hakkıyla sendikacılık yapmakla mümkün olmaktadır.
Sendikamız, bu sene de Toplu Sözleşme sürecine çok ciddi bir şekilde hazırlanmıştır. Her ne kadar, mevzuat bilgisinden ve sendikal ahlaktan nasibini almamış birileri, “… çalışanlar KAMU-SEN’e bu sene seyircilik görevi vermiştir. Seyirci nedir? Seyir esnasında yanındakilere maç bittikten sonra değişik platformlarda yorum yapabilirler..” şeklinde geveleseler de sendikamız 4688 sayılı kanunun kendisine verdiği hak ve yetkiyi kullanarak Toplu Sözleşme sürecinin her safhasına müdahil olacak ve kamu çalışanlarını tercümanı olacaktır.
Yeri gelmişken bir hususu burada vurgulamak istiyorum: Memur-Sen’in sayın Başkanında tedavi edilemez bir Türkiye Kamu-Sen kompleksi olduğunu görüyoruz. Sayın Başkan, nerdeyse her açıklamasında konfederasyonumuza yönelik bastırılmış duygularını ifade etmeye çalışıyor. Ne kadar büyük ve etkili bir sendika olduklarını, Kamu-Sen üzerinden yaptığı değerlendirme, yorum ve gerçek olmayan isnatlar üzerinden temellendirmeye çalışıyor. Fakat bunu yaparken de çoğunlukla gülünç duruma düşüyor. Düşünebiliyor musunuz; bir toplu sözleşme sürecine başlıyoruz, en fazla üyeye sahip konfederasyonun başkanı çıkıyor, “aman benden başkası konuşmasın, görüş beyan etmesin, hele Kamu-Sen hiç ortalıkta görünmesin…” meyanında akla ziyan açıklamalarını tekrarlayıp duruyor. Böyle bir şey var mı? Tam aksine ne kadar çok ses çıkar ve ne kadar çok taraf kamu çalışanlarının taleplerini dillendirirse neticesi o kadar etkili olacaktır. Türkiye Kamu-Sen’in ya da herhangi bir sendikamızın çalışanlar adına talep ortaya koyması, masadaki süreci ne anlamda olumsuz etkilemektedir ki, Memur Sen’in sayın Başkanı rahatsız olmaktadır? Kamu çalışanları beklemektedir ki, Memur Sen bu anlamsız kompleksinden kurtulsun ve olabildiğince fazla unsurun memurun safında yer almasını sağlasın. Ama nerde! Sayın Başkanın çekememezlik kokan tutumu yıllardır değişmediği gibi düzeleceğe de benzemiyor.
Bu yıl yapılacak Toplu Sözleşme sürecine de sendikamız büyük bir sorumluluk duygusu ve ciddiyetiyle hazırlanmış durumdadır. Türkiye Kamu-Sen olarak, taleplerimizi ve önerilerimizi makul ve kabul edilebilir seviyeyi koruyarak oluşturduk. Dolayısıyla sendikamızın masaya getirdiği istekler zaten kamu çalışanları için hayati önem taşıyan hususlardır. Bunların tamamını çalışanlar adına olmazsa olmaz talepler olarak belirlediğimizi ifade etmemiz doğru olacaktır.
Türkiye Kamu-Sen olarak taleplerimizi dört ayrı kategoride değerlendirdik:
– Ek ödeme, özel hizmet tazminatı ve ek gösterge uygulamalarında ortaya çıkan adaletsizliklerin giderilmesi ve oranlarının artırılarak gerçek anlamda ücret adaletinin sağlanması,
– Kamu görevlilerinin kendileri ve ailelerinin insanca yaşaması için yetecek düzeyde ücret almalarını sağlamak amacıyla talep edilecek maaş artışları,
– Sendika üyesi olan kamu görevlileri ile üye olmayanlar arasında fark oluşturmak adına sendika üyesi kamu görevlilerine ödenen Toplu Sözleşme İkramiyesinin artırılması,
– Kamu görevlilerinin çalışma şartlarının düzenlenmesi ve iyileştirilmesi
Özellikle 4/C’lilerin kadroya dahil edilmesi, ek ödememelerin emekliliğe yansıtılması gibi hususlar, memurların bir an önce çözülmesini beklediği acil konulardandır. Hükümetin tercihleriyle özelleştirme mağdurları yaratmıştır. 2013 Türkiye’sinde adeta kölelik düzeninin devamına göz yumulması kabul edilir değildir. Ayrıca 4/C’lilerin tamamı ne kadardır ki, bunların kadroya alınmasına direnilmektedir anlamıyorum. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti Devleti 25-30 bin 4/C’liyi kadroya almakla mı batacaktır?
Emeklilerin durumu da öncelikli meselelerdendir. Bugün çalışanlar emekli olmaya korkmaktadır. Emeklilerimiz, 1250–1350 TL. civarında maaş alıyor. Bu durum, Hükümetin vicdanını rahatsız etmelidir. Bu ülkeye 30–40 yıl hizmet etmiş memurlarımızın hayatlarının son döneminde muhtaç bırakılması insanlık değildir. Ayrıca memurların emekli maaşının ve emeklilik ikramiyesinin hesaplanmasında, 30 yıllık çalışma süresinin üzerindeki sürelerin de dikkate alınmaması doğru değildir. Bu resmen devlet eliyle emek hırsızlığı yapmak ve angarya çalıştırmaktır. Bunun da düzeltilmesi talebimizde ısrarcı olacağız.
Ek ödemeler konusu da yine öncelikli konuşacağımız başlıklar arasında. Geçtiğimiz yıl bu konuda çok ciddi tepkiler oluştu. Hatırlarsınız iş bırakma eylemimizin ana sebeplerinden birisi de öğretmenlerimiz ve akademisyenlerimizin göz önüne alınmamasıydı. Birçok devlet memurunun ek ödemesi bir miktar artırıldı ama, öğretmen ve akademisyenlerimiz başta olmak üzere buna KİT’leri de dahil edebiliriz, hekim dışı sağlık çalışanları ve postacıları da dahil edebiliriz, onların ek ödemelerinde de bir artış olmadı. Bundan dolayı öğretmenler, akademisyenler ve KİT çalışanlarının ek ödeme oranlarının 25 ila 75 puan arasında artırılmasını talep edeceğiz.
Ek göstergelerin mutlaka yeniden düzenlenmesi gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz. Bu bağlamda, ek gösterge oranlarının da 800 puan artırılmasını talep edeceğiz.
Ayrıca memurlar olarak, grev ve siyaset yapma hakkını istiyoruz. Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nda da memurun siyaset yapma hakkının önündeki engeller kaldırılıyor biliyorsunuz. Geçtiğimiz yıllarda şöyle bir kanun çıkarıldı, bir sendika başkanı Milletvekili, il Genel Meclisi hatta Muhtar adayı bile olsa sendika başkanlığını, dernek başkanı ise bu görevini bırakacak. Bu seçilme hakkına engel bir uygulamadır. Türkiye’nin bir siyaset okulu yoktur ve siyasetçiler elbette sivil toplum örgütlerinde yetişecektir. Siyaset kurumu sivil toplum kuruluşlarını kendi siyasi varlığı için bir tehlike olarak görmekten vazgeçmelidir diye düşünüyoruz. Bunlar da mutlaka düzeltilmelidir.
Kamu çalışanlarının milli gelirden aldığı pay her geçen yıl azalmaktadır. Bir yandan dünyanın 16. büyük ekonomisiyiz diyeceksiniz, kişi başına düşen milli gelirin 10.500 dolar olduğunu söyleyeceksiniz; ama diğer yandan iş memura zamma gelince bütçe dengelerinden, tutumlu olmaktan dem vuracaksınız. Türkiye Kamu-Sen olarak bunu kabul etmiyoruz, iddia edilen ekonomik büyümeden payımıza düşeni istiyoruz. Her iki yıl için de %10+10 zam talebimiz var. Bakın, Kamu çalışanlarının geride bıraktığımız 10,5 yılda alım güçleri yüzde 24.6 oranında azaldı. Türkiye’nin 10,5 yılda yüzde 77 büyüdüğü ifade ediliyor. Bu oranda büyüyen bir ülkede, ekonomik anlamda kamu çalışanlarının alım gücü yüzde 24.6 oranında azalıyorsa bu işte bir tezat var demektir. Masada bunu ifade edeceğiz. Bu kaybın telafisini isteyeceğiz. Bu anlamda özetle söyleyebilirim ki; Türkiye Kamu-Sen’in 2014 yılı için kamu görevlilerine uygulanacak zam ve tazminatlar konusundaki mali talebi; ikramiyeler ve ücret adaletinin sağlanması için talep ettiğimiz kısmi artışlar ve sosyal yardımlar hariç, en düşük dereceli memur maaşı için 325,73 TL; ortalama memur maaşı için 420,31 TL’dir.
Taleplerimizin hayat bulması için masada sonuna kadar takipçi olacağız. Tabii ki, kamu çalışanlarını bilgilendirmek ve kamuoyu oluşturmak için de demokratik haklarımızı kullanmaktan geri durmayacağız. Bu anlamda öncelikle 15-17 Ağustos tarihlerinde bir eylemlilik sürecine giriyoruz. Yurt genelinden şube başkan ve yönetim kurulu üyelerimizi Ankara’ya davet ediyoruz. Sıhhıye’de Abdi İpekçi Parkı’ndan iki gün boyunca gece gündüz demeden ayrılmayacağız. Battaniyemizle yorganımızla orada olacağız. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı önünde ve Sakarya caddesinde yapacağımız kitlesel basın açıklamalarıyla da taleplerimizi tekraren yüksek sesle kamuoyuna ilan edeceğiz. Bu eylemlerimiz bilgilendirme ve uyarı eylemleri olacak. Eğer Toplu Sözleşme sürecinde çalışanların taleplerine kulaklar tıkalı kalırsa, ihtiyaç duyulursa iş bırakma eylemi de dahil olmak üzere tepkimizi dile getirmekten geri durmayacağımızı herkesin bilmesini istiyorum. O noktada KESK ve Memur-Sen başta olmak üzere diğer sendikalara da teklif götürerek birlikte tavır geliştirmenin gayretinde olacağız. Burada şu hususu özellikle vurgulamak isterim ki; eylem bizim için sadece bir araçtır. Türkiye Kamu-Sen, eylemi, her zaman kamu çalışanlarının hakları için bir vasıta olarak kullanmıştır.
KAMUDANHABER :Memur-sen Genel Başkanı Sayın Gündoğdu’nun toplu sözleşme süreci ile ilgili sitemize vermiş olduğu röportajı okumuşsunuzdur. Orada isminiz birçok konuda geçtiği için cevap hakkı mahiyetinde neler söylemek istersiniz?
Aslında böyle bir soruyla muhatap olmayı istemezdim. Çünkü çalışanların hak mücadelesini yürütmesi gereken kuruluşların, gerçekliği olmayan konular üzerinde birbirleriyle didişiyor görüntüsünü vermelerini sendikal hayatımız açısından uygun bulmuyorum.
Ancak bahsettiğiniz röportajda Memur-Sen’in sayın Başkanının hem şahsıma hem de sendikamıza yönelik doğru olmayan, gerçek dışı iftiralarını da görmezden gelmemiz, kamuoyunda yanlış algı oluşturulmasına neden olacaktır diye düşünüyor ve bir nevi bu zorunluluktan dolayı değerlendirme yapmak istiyorum.
Öncelikle belirtmeliyim ki, yukarıda da ifade ettiğim gibi, Memur Sen’in sayın Başkanının, içten içe bir Kamu-Sen özlemi yaşadığını görüyorum. Her türlü kirli tezgaha, ahlaksız saldırıya, iktidar ve bürokrasiden destek yerine, köstek görmesine karşılık sürekli büyüyen ve kamu çalışanları nezdinde itibarı her geçen zaman daha da artan bir Türkiye Kamu-Sen’e imrenmenin dayanılmaz cazibesine kendisi de kapılmış durumda. Her gece yatağa girdiğinde “ağababalarım gittiğinde halim nice olacak” korkusuyla kabuslar gören birinin, bu özlemi yaşıyor olması dahi onun adına mutluluk verici bir durum olsa gerek. Ama sanırım sayın Başkan içten içe yaşadığı bu hazzı kendine yediremiyor olsa ki, bu duygusunu bastırmak için sürekli Türkiye Kamu-Sen’e saldırıyor, doğru olmayan bilgilerle kamuoyunda yanlış kanaat oluşturmaya çalışmaktadır.
Bakın kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim’de iftiranın ne melanet bir şey ve büyük günah olduğuna dair 29 ayet var. Hazreti Peygamberimiz de bir Hadis-i Şerif’inde şöyle buyuruyor: “Bir kimse, bir mümin hakkında olmayan bir şey söylerse, iftiraya uğrayan kimse, onu affedinceye kadar, Allah ü Teâlâ onu cehenneme sokar”. Hal böyleyken, kendisi bir İlahiyat Fakültesi mezunu ve Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olan bir kimsenin bir Müslüman’a bu kadar fütursuzca iftira atıyor olmasını da anlayamıyorum.
Aradan daha bir yıl geçti. Kamuoyu çok iyi hatırlıyor. Geçen yıl Toplu Sözleşme sürecinde, Hükümetin olumsuz yaklaşımını görünce, Kamu-Sen Genel Başkanı olarak hem KESK hem de Memur-Sen’i ziyaret ederek bir günlük iş bırakma eylemi yapmayı teklif ettim. KESK kabul etti fakat sayın Gündoğdu çeşitli gerekçelerle teklifimize onay vermedi. Hatta belirlediğimiz 23 Mayıs tarihinin uygun olmadığını söylemesi üzerine sayın Gündoğdu’ya “sizin istediğiniz tarihte iş bırakma eylemi yapmayı kabul ediyorum” diyerek açık çek verdim. Hatta o günlerde Beyaz TV’de katıldığımız bir canlı yayın programında ortak eylem yapma teklifimi yinelemiş ve sayın Gündoğdu’dan “Kamu-Sen’in amacı Hükümeti yıpratmak. Sizinle birlikte olmayız, iş bırakmayız…” şeklinde acayip bir cevap almıştım. Tüm bu ısrarlarıma karşılık alamamamız üzerine KESK ve diğer bazı sendikaların da katılımıyla bir günlük iş bırakma kararı almıştık. Memur-Sen ise eylem kararı alamamış, tabandan özellikle de eğitim camiasından gelen yoğun baskı neticesinde Eğitim Bir Sen ve birkaç sendikası zoraki eylem kararı almak zorunda kalmıştı. Şimdi tüm bunlar canlı yayınlarda, kameraların önünde cereyan etmiş olmasına rağmen Ahmet Gündoğdu’nun bahsettiğiniz röportajında “…sadece Altındağ’dan örnek vereyim, Eğitim-Bir-Sen’den iş bırakanların oranı iki sendikanın toplamından daha fazla, Türkiye geneli de böyle. Eğitim-Bir-Sen ve Eğitim-SEN üyelerini tebrik ediyorum, büyük çoğunluğu sevk mevk almadan iş bırakmışlar; ama Türk Eğitim-Sen üyeleri sevk alarak iş bırakmaya gittikleri bakanlıktan verilen bilgiler arasında … diğer sendikalar 1 saat iş bıraktılar, Memur-Sen sabah 8’den akşam 5’e kadar oturma eylemiydi.” şeklinde konuşması tamamıyla gerçek dışıdır. Bir sendika başkanı ve bir öğretmene böylesi bir ucuzluğu hiç yakıştıramadığımı belirtmek isterim. Türkiye Kamu-Sen 1 günlük iş bırakma kararını kamuoyuna canlı yayında açıklamış, gün boyu Sıhhıye’de çeşitli etkinliklerle eylem gerçekleştirmiş; birileri bağdaş kurup Güven Park’ta “yağ satarım bal satarım ustam ölmüş ben satarım” oynarken polisin copu ve biber gazlı müdahalesine maruz kalmıştır. Bu gerçeğe rağmen Sayın Gündoğdu çıkıyor 1 saatlik iş bıraktılar diye karnından konuşuyor. Yüz binlerce eğitim çalışanı o gün eğitim hizmetini durduruyor, hatta bundan dolayı sayın Başbakandan olmadık hakareti işitiyor, sendika başkanı sıfatlı birisi çıkıyor sevk mevk alarak eylem yaptılar diye utanmadan Türk Eğitim-Sen’e isnatta bulunuyor. Buradan sayın Gündoğdu’ya sesleniyorum: Eğer sen delikanlıysan 23 Mayıs 2012 tarihinde iş bırakan yüz binlerce eğitim çalışanından kaç tanesinin ve nerelerde sevk aldığını ispat edersin. Aksi halde bir müfteri olarak hafızalarda yerini almaya mahkum kalacaksın!
Sayın Gündoğdu, geçen yıl Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nda yaşananlarla ilgili olarak bizi yalan söylemekle itham ediyor ve belgeleri web sitelerinde yayınladıklarını beyan ediyor. Halbuki geçen yıl söz konusu toplantıda Hükümetin zam önerisine Memur-Sen’in temsilcisi Doç. Dr. Aydın Başbuğ’un önce evet dediğini daha sonra tepkiler üzerine gece yarısında oyunu geri çektiğini kamuoyu çok iyi biliyor. Nitekim Başbuğ, bir haber sitesine verdiği beyanat ile de bu gerçeği itiraf ve teyid etmişti. Memur Sen’in sitesinde yayınladığı belge ise toplantının tamamı üzerine hazırlanan ve imzalanan belgedir. Zaten kimse bu belgenin gerçek olmadığını iddia etmemektedir Fakat sayın Gündoğdu bir yıldır aynı teraneyi dillendirmektedir. Olayın kahramanı Aydın Başbuğ “ben gelen teklife şu şu gerekçelerden dolayı evet oyu verdim” diyor ama Ahmet Gündoğdu hala “temsilcimiz Aydın Başbuğ evet oyu vermedi” komedisine devam ediyor. Bunun üzerinden de bizi yalan söylemekle itham etmeye devam ediyor. Yazıklar olsun!
Sayın Gündoğdu’nun bir başka doğru olmayan beyanı da bizim başörtüsü özgürlüğü kampanyasına karşı çıktığımız iddiasıdır. İnsanda biraz vicdan ve haysiyet olur. Tek bir örnek yoktur ki, ne bugün ne tarihimizde Türkiye Kamu-Sen başörtüsü serbestiyetine karşı çıkmış olsun.
Bugünün sahte demokratları, tatlı su kahramanları 28 Şubat sürecinde merdiven altlarında sinerken, Türkiye Kamu-Sen alanlarda özgürlük mücadelesi veriyor, şube başkanlarımız başörtüsüne özgürlük eylemlerinden dolayı Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılanıyordu. Türkiye Kamu-Sen hiç bir zaman hiçbir sendikal eyleme karşı duruş sergilememiş, eylem kırıcılığı yapmamıştır. Hiçbir zaman eylem hırsızlığı da yapmamıştır. Memur-Sen’in başlattığı imza kampanyasında da üyelerini serbest bırakmış ve Türkiye Kamu-Sen’e bağlı sendikalarımızın üyeleri içerisinde de önemli oranda kamu çalışanı imza kampanyalarına dahil olarak melektaşlarını yalnız bırakmamıştır. Nitekim Gündoğdu’nun iddia ettiği 12.300.000 imzanın altında toplumumuzun bu hassas yaklaşımı vardır. Öte yandan, bir başka sendikanın aldığı eylem kararını sahiplenmek bir sendikaya yakışmazdı. Bu, sendikal açıdan ahlaki bir tutum olmaz. Memur-Sen serbest kıyafet eylemini kamuoyuna duyurduğu anda, biz de üyelerimizden serbest kıyafetle işe gitmek isteyen arkadaşlarımıza hukuki açıdan güvence sağlamak için yönetim kurulu kararımızı almıştık. Yani bırakın eylem kırıcılığı yapmayı, bu kararımızla oluşan fiili duruma destek vermiştik. Sayın Gündoğdu, Memur Sen’in eylemini sahiplenmemek adına göstermiş olduğumuz bu hassasiyete teşekkür edeceği yerde, utanmadan sendikamız üyesi idareciler eliyle başörtülü öğretmenlere tutanaklar tutmak yoluyla eylem kırıcılığı yaptığımızı iddia etmektedir. Ama bu gerçekleri en az bizim kadar bilen sayın Gündoğdu “Başörtü özgürlüğü yaptık. KAMU-SEN de karşımızdaydı, imza kampanyasında hatırlıyorsun değil mi?” diyerek ısrarla doğru olmayan söylemlerini dile getirmiştir. Ey Gündoğdu, Türkiye Kamu-Sen’in Genel Başkanından İlçe Temsilcilerine kadar tek bir yöneticisinin başörtüsü özgürlüğüne karşı tek bir demecini tek bir tutumunu bulabilecek misin? Utanmadan sıkılmadan şu mübarek Ramazan gününde bizlere iftira atıyorsun. Türkiye Kamu-Sen, başörtüsü meselesinin artık siyasal rekabet ve hedeflere araç olarak kullanılmamasını, kamusal alanda başörtülü çalışmak isteyen bayan arkadaşlarımızın önüne engel konulmamasını, Sayın Başbakanın bir an önce kıyafet yönetmeliğini değiştirmesi talebini Genel Başkanın ağzından daha sizin eyleminizden çok önce 27 Kasım 2012 tarihinde kamuoyuna ilan etmiştir. Fakat sanırım ki, bizim başörtüsünü istismar eden, başörtüsü perdesi altında başka siyasi ve ideolojik hedeflere ulaşma arzusu olan gayr-i ahlaki tiplere karşı dile getirdiğimiz eleştirileri sayın Gündoğdu üzerine alınmış olmalı ki, gerçekleri saptıran böylesi açıklamalar yapmış. Herkes kendine yakışan şekilde davranırmış. Memur-Sen üyesi meslektaşlarımıza sesleniyorum; bu zihniyet kamusal hayata da Türkiyemize de yakışmıyor. Öncelikle sizlerin bu sağlıklı olmayan anlayışı terbiye etmeniz gerekmektedir.
Biliyorsunuz Toplu Sözleşme masasına getirilen Dayanışma Aidatı teklifine itirazımız oldu. Biz bunun, yeni sendika ağalıklarına neden olacağını düşünüyoruz. Düşünün şu an sendika üyesi olmayan 1.100.000 çalışanın ayda 8-9 TL yetkili sendikaya vereceği aidat o sendikanın kasasına ayda 8-9 trilyon girmesi demektir. Ayrıca zaten Toplu Sözleşme Priminden dolayı sendikasız olanlar bir dezavantaj yaşamaktadır. Bunun yanında bir de dayanışma aidatı gündeme getirilirse çalışanlar adeta ikinci kez cezalandırılmış olacaktır. Sayın Gündoğdu çalışanları değil sendikasının kasasına girecek paranın hesabına düşmüş anlaşılan. Ayrıca Toplu Sözleşme Priminin yetkili sendika üyelerine %50 fazlasıyla ödenmesini istemeleri de ayrı bir garabettir. Biliyorsunuz bu prim, ilk defa Türkiye Kamu-Sen’in gündeme getirmesi ve kabul edilmesiyle 2006 yılında uygulanmaya başlamıştır. Ancak o dönem yetkili olan sendikamız, primin yetkili sendika üyelerine daha fazla ödenmesi gibi ahlak ve insaf dışı bir düşüklüğü aklına bile getirmemiştir. Kanuna göre dayanışma aidatı alınması zaten mümkün olmadığı gibi Toplu Sözleşme priminin yetkili sendika üyelerine % 50 fazla ödenmesi gibi bir uygulama da mümkün değildir. Buna rağmen Memur-Sen’in bu teklifleri gündeme getirmesi kamu çalışanlarının kafasını bulandırmaktan ve çalışanların sendikacılığa olan inancını rencide etmekten başka bir anlam taşımamaktadır.
Bizim Dayanışma aidatına yönelik eleştirilerimiz üzerine sayın Ahmet Gündoğdu yine doğru olmayan bilgiler ile kamuoyunu yanıltmaya devam etmiş. Röportajında, konfederasyonumuza bağlı Türk Yerel Hizmet-Sen’in dayanışma aidatı aldığından bahsederek gerçekleri perdelemeye çalışmıştır. Herkes çok iyi biliyor ki, belediyelerde Memur-Sen’e bağlı Bem-Bir-Sen’in dayanışma aidatı almasını Türk Yerel Hizmet Sen defalarca mahkemeye götürmüş ve bu uygulamanın yanlışlığını dile getirmiştir. Sayın Gündoğdu bu gerçeğe rağmen sanki Belediyelerde bu uygulamayı Türk Yerel Hizmet-Sen başlatmış gibi yansıtmaya çalışmaktadır. Buradan çağrıda bulunuyorum: Ey Gündoğdu, eğer Bem-Bir-Sen’e sözünü geçirebiliyorsan gel bu uygulamayı beraber sonlandıralım. Ben taahhüt ediyorum, Türk Yerel Hizmet-Sen tek kuruş dayanışma aidatı almayacak. Sen aynı sözü verebiliyorsan hodri meydan!
Sayın Gündoğdu bahsi geçen röportajda freni patlamış kamyon misali: “Ben din eğitiminin önü açılsın derken milliyetçi muhafazakar camiadan gelen sendika niye orada hiç destek olmadı…” diyerek acayipliklerine devam etmiş. Bu kadar da olmaz. Sendikal rekabet adına bu kadar da çukura düşülmez. Türk Eğitim-Sen’in din eğitimi konusundaki tavrı yıllardır bellidir ve açıktır. Bizler, birileri gibi kapalı kapılar arkasında ya da “hassas dönemlerde” sinerek ve susarak var olmayı asla düşünmeyiz. Her dönemde ve her koşulda cesaretle inandığımızı yüksek sesle dillendiririz. Türk Eğitim-Sen’in, Anayasal bir hüküm olan zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin yanı sıra ilk ve orta öğretimde Kur’an-ı Kerim derslerinin de okutulması teklifi TBMM Milli Eğitim Komisyonu tutanaklarında sabittir. Gerçek böyleyken, sendikamızı, din eğitimine karşıymış gibi gösteren açıklaması sayın Gündoğdu’nun karakter kodları hakkında bariz işaretler sunmaktadır.
Ahmet Gündoğdu, 4+4+4 teklifini kendileri getirdikleri için bizim karşı çıktığımızı beyan ederek, “Eğitim-Bir-Sen 5+3 olsun deseydi, Türk Eğitim-Sen 4+4 olmalıydı diyecekti” demiş. Gündoğdu darı ambarına öyle bir batmış ki, çırpındıkça gülünç duruma düşüyor. Meşruiyetini, Türk Eğitim-Sen muhataplığıyla sağlamaya çalışmasını anlayışla karşılıyorum. Ancak, akıldan, bilimden, gerçeklerden böylesine uzak ucube bir yaklaşımın da bir eğitim sendikası başkanına yakışmadığını görmek lazım. Türk Eğitim-Sen’in 4+4+4 sistemine yönelik eleştiri ve katkıları kamuoyuna açık bir şekilde ilan edilmiştir. Fiziki alt yapımızdan personel dağılımına, öğrenci sayımızdan pedagojik verilere; planlama, strateji ve hedeflerden eğitim tecrübemize varana kadar bir çok unsur üzerinden yapılan değerlendirmelerimizi anlayabilecek kapasitede olmayanların süreci kendilerine yontma çabaları bayağı bir komedidir.
KAMUDANHABER : Milli Eğitim Bakanlığı ile devam edelim Başkanım; Milli Eğitim Bakanlığı’nda Türk Eğitim-Sen üyelerini müdür yardımcısı bile yapmıyorlar dediniz. Bu MEB’de kadrolaşmanın da ötesinde bir ötekileştirme hareketi olduğu anlamına mı geliyor? Bu konuda ki düşünceleriniz?
O ifademizin aslı, ellerinden gelse Türk Eğitim-Sen üyelerini müdür yardımcısı bile yapmayacaklar, şeklindeydi. Hatırlarsınız o sözü söylediğimizde okul müdür yardımcılarının atanmasında da mülakat sınavı getirileceği önerisi taslakta gündemdeydi. Daha sonra müdür yardımcıları mülakat kapsamından çıkarıldı, ama okul müdürleri için devam ediyor. Bakın son onbir yılda MEB’de yaşananları görüyorsunuz. Koskoca Bakanlık, birilerinin arpalığı olmuş durumda adeta. Okul müdürü, şube müdürü, müdür yardımcısı, 76. Madde atamaları.. neredeyse tamamı siyasi ve sendikal tercihlere göre yapılmakta. Sınav kazanmışsınız, tecrübelisiniz, liyakat sahibisiniz, mesleğinize aşıksınız; eğer “onlardan” değilseniz bunların hiçbir anlamı yok. Siz, “ötekisiniz”. Bu söylediklerimi, mübalağa olarak yorumlayanlara şöyle dönüp geçen on yılı objektif bir şekilde tekrar izlemelerini tavsiye ederim. O zaman söylediklerimizin, yaşananların yanında az bile kaldığını görecekler. Buradan bir kez daha ülkemizi yönetenleri ikaz ediyorum: Siyasi arzularınızın tatmini, bu güzel ülkenin ve hele de çocuklarımızın geleceğinden daha önemli değildir. Eğitim hayatımıza yaptığınız her uygunsuz müdahale, geleceğimize verdiğiniz büyük bir tahribattır.
Bürokrasimizi idare eden zihniyet, siyasete mahkum olmuş durumda. Tasarrufların büyük çoğunluğu, eğitimin ihtiyaçlarına göre değil siyasi kaygılara göre değerlendirilmekte. Şimdi böyle bir ortamda, muhatap olduğumuz bu idarenin yapmış olduğu mülakata ne kadar güveneceğiz. Ülkenin en güvenilir kurumlarından olan ÖSYM’nin dahi delik deşik olduğu günümüzde siyasetin tetikçisi olanlar tarafından gerçekleştirilecek mülakat sınavının hakkaniyetine ne kadar güvenebileceğiz. Bundan dolayı Türk Eğitim-Sen olarak sübjektif değerlendirmelerin anahtarı olarak kullanılacağından kaygı duyduğumuz mülakata karşı olduğumuzu ifade ediyoruz.
KAMUDANHABER :Eğitimci olmayan bürokratlar, 4+4+4 eğitim sistemi ve 11 yıllık Ak Parti iktidarının eğitim karnesini değerlendirir misiniz?
Özellikle Ömer Dinçer döneminde bu anlamda Bakanlık yönetimi ciddi bir sarsıntı geçirdi. Ömer Dinçer’in ve onun vazgeçemediği müsteşarı Emin Zararsız’ın eğitimcilere yönelik bir önyargısı vardı. Şöyle ki, onlara göre çok büyük bir kurum olan Milli Eğitim Bakanlığı’nın devasa problemleri vardı. Fakat bu eğitimciler yıllardır bu koca Bakanlığı iyi idare edemiyorlardı. Şimdi onlar gelmişlerdi ve profesyonel işletmeci olan ekipleriyle her problemi çözeceklerdi. İşe de eğitimci bürokratları kıyıma uğratarak başladılar. Bakanlığın hafızasını boşalttılar. Öğrenci velisi olmanın ötesinde eğitimle hiç alakası olmayan kimi bürokratları transfer ederek, memleket meselesi olan eğitimi kotarmaya çalıştılar. Tabii ki, yüzlerine gözlerine bulaştırdılar. Milli eğitim, tarihinde hiç olmadığı kadar büyük bir kaosa mahkum bırakıldı. Personel huzursuz edildi, mevzuat alt üst edildi, Bakanlığın rutin işlemleri dahi yapılamaz hale getirildi. Ve nihayetinde işler çıkmaza girdi. Biz Türk Eğitim-Sen olarak yıllardır haykırıyoruz; tebeşir tozu yutmamış bürokrattan MEB’e hayır gelmez diye. Okulu tanımayan, öğrenciyi bilmeyen, idarecilerin sorunlarından bihaber olan, geçmiş tecrübelere vakıf olmayan masa başı teknokratlarıyla eğitimi idare edemezsiniz. Nihayet bugün yaşadığımız sıkıntılar bu durumun en somut göstergesidir.
İşte 4+4+4 kademeli eğitim sisteminin getiriliş usulü de bu beceriksizliğin örneğidir. Biz Türk Eğitim-Sen olarak, 1997 yılından beri kesintisiz eğitim sisteminin arazlarına dikkat çekiyoruz. Bu sistemin pedagojik olmadığını ve ihtiyaçlarımızı karşılamadığını ifade ediyoruz. Ancak Hükümet, aynen 28 Şubat sürecinde olduğu gibi dayatmacı bir usulle sistemi değiştirmiş, bırakın sosyal tarafların görüşlerini almayı MEB bürokrasisini dahi sistemin mutfak çalışmasına dahil etmemiştir. Ve neticede bugün yaşanan aksamalara neden olmuştur.
4+4+4 Şeklinde kademelendirilerek hayata geçirilen yeni eğitim sistemi maalesef yeni bir takım sıkıntıları da beraberinde getirmiştir. Başta sendikamız olmak üzere, bir çok kuruluş haklı ikazlarda bulunmuş, fakat bu yapıcı uyarılar Hükümet tarafından muhatap dahi alınmamıştır. AKP Hükümeti adeta yangından mal kaçırırcasına bir acelecilikle yeni düzenlemeyi hayata geçirmiştir. Bir diğer gariplikte şudur ki; eğitim sisteminde yapılacak böylesi geniş kapsamlı ve köklü değişikliklerin bilimsel yöntemlerle yapılması gerekliliğidir. Öncelikle yapılması gereken, bir pilot uygulamanın gözlenmesi olmalıydı. Uygulamanın eksikleri ve fazlalıklarının görülmesi, sosyal tarafların görüş ve değerlendirmelerinin alınması ve en önemlisi personel ve fiziki alt yapının hazırlanması neticesinde değişikliğin gözden geçirilmesi gerekirdi. Olması gereken ve Türk milli eğitiminin ihtiyacı bu idi. Fakat ne hazindir ki, bırakın bu gerekliliklerin yerine getirilmesini, Milli Eğitim Bakanlığı bürokrasisinin bile devre dışı bırakıldığı bir süreci yaşadık.
Gelinen noktada ise eğitim hayatımız, hem personelimiz hem de sistem açısından içerisinden çıkılmaz bir duruma mahkum edilmiştir. Türk Eğitim-Sen olarak iyi niyetli olarak dile getirdiğimiz tüm uyarılarımız maalesef gerçekleşmiştir. Yeni sistem, orta okulun dört yıla çıkarılması ve liselerin zorunlu hale getirilmesinden dolayı zaten var olan branş öğretmeni ihtiyacını daha da artırmış, bunun yanı sıra ilkokulun beş yıldan dört yıla düşürülmesiyle on binlerce sınıf öğretmenini norm fazlası durumuna düşürmüştür. Bu fazlalıktan dolayı geçtiğimiz yıl iller arasa nakiller ve özür grubu tayinlerinde hiç olmayan sıkıntılar yaşanmıştır. Binlerce öğretmenimiz tayinlerini yaptıramamış ve büyük mağduriyetler yaşamıştır. Hatta Ağustos ayında yapılan 40.000 ilk öğretmen atamasında sadece 346 adet sınıf öğretmeni atanabilmiş, binlerce öğretmen adayımız büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Ki, bu sene de benzer sıkıntıları yaşayacağımız aşikardır.
Bakanlık bu şişkinliği eritebilmek için, önce MEB mevzuatında bulunmayan becayiş yoluyla yer değiştirmeye yönelmiş, bununla da netice alamayınca tam bir garabet uygulama olarak mağdur olan öğretmenlerimizi, alanlarını değiştirmek ya da eşlerinden ayrı kalmak tercihine zorlamıştır. Binlerce öğretmenimiz, istemedikleri halde uzmanı oldukları kendi alanlarını bırakarak branş değiştirmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu durum sadece öğretmenlerimizi değil öğrencilerimizi de sıkıntıya sevk eden bir açılım olarak tarihte yerini almıştır.
Okullarımızın fiziki alt yapısının yeni sisteme hazır olmaması da başka sorunlara neden olmuştur. Özellikle büyük şehirlerde kalabalık sınıf mevcutları oluşmuş, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı açısından OECD ortalamasının çok üzerine çıkılmıştır. Hala binlerce okulumuzda fiziki mekan yetersizliğinden dolayı ilkokul ve orta okul aynı binada eğitim vermektedir.
Okullarımızın büyük çoğunluğunun ikili eğitim yaptığını düşündüğümüzde küçük yaş gruplarıyla yüksek sınıftaki çocuklarımızın aynı mekanlarda ve aynı fiziki imkanlarla eğitime devam ediyor olması, kesintili eğitim sisteminin amacıyla çelişen bir durumdur. Tüm ikazlara rağmen fiziki alt yapı hazırlanmadan apar topar geçilen yeni sistemin bu sonuçlarının beklenen bir durum olduğunu da söylemek lazımdır. Öte yandan özellikle okula başlama yaşının düşürülmesiyle birlikte 60-66 aylık çocuklarla 72-84 aylık çocuklarımızın aynı sınıflarda eğitime alınması da çok ciddi pedagojik sıkıntılara neden olmuştur. Nitekim daha önce yaptığımız ikazları dikkate almamış olan Bakanlık yönetimi bu problemi çözmeye yönelik pansuman müdahalelere başvurmuştur.
Yeni sistemin bir diğer önemli eksiği de okul öncesi eğitimi zorunlu eğitim kapsamından çıkarmış olmasıdır. Bilindiği üzere geçen yıla kadar, 71 ilimizde okul öncesi zorunlu idi. Ülkemizde 2005 yılında okul öncesini zorunlu eğitim kapsamına alan yine bu iktidardır. Hatta Milli Eğitim Bakanlığı, 2013 strateji planında tüm yurt genelinde okul öncesi eğitimini zorunlu eğitim kapsamına almayı hedeflemiştir. Ancak ne gariptir ki, aynı iktidar getirdiği yeni sistemle bu hedefinden vazgeçmiştir. Okul öncesi eğitime büyük önem verdiğini ifade eden iktidarın bu uygulaması da Hükümetin tutarlı ve sağlıklı bir eğitim planlaması olmadığının işaretidir diye düşünüyoruz.
Bu ifade ettiğimiz hususlarla ilgili sendika olarak sistem hayata geçirilmeden önce ikazlarda bulunmuştuk. Fakat iyi niyetli uyarılarımız dikkate alınmadığı gibi bir de suyu bulandırmakla suçlanmıştık. Fakat gelinen noktada öngörülerimizin ne derece doğru olduğu ortaya çıkmıştır. O günlerde bizi yanlış algı oluşturmakla suçlayan ve sistemin sahibi biziz, en küçük bir aksama yaşanmayacak, tek bir öğretmen dahi mağdur olmayacak diye caka satanların ise bugün kıvrım kıvrım manevralarına şahit oluyoruz. Yaşanan aksaklıkları, sanki hiçbir planlama ve strateji hatası yokmuş gibi göstererek, sadece bürokrasinin işçilik hatası olarak yansıtmaya çalışan bu beceriksiz zihniyeti de eğitim çalışanlarının takdirine bırakıyorum.
AKP 3 Kasım 2002 seçimleriyle iktidara geldi. Milletimiz, AKP’ye üç kez tek başına iktidar olma fırsatı verdi. Fakat görmekteyiz ki, iktidar partisinin eğitimle alakalı hiçbir hazırlığı, tutarlı bir politikası yokmuş. Düşünebiliyor musunuz; aynı parti iktidarda ve biz on yıllık sürede 5 kez Milli Eğitim Bakanı değiştirdik. Her gelen de sanki bir başka partinin programını uygular gibi sürekli düzen değiştirdi. Kadroları allak bullak etti. AKP iktidarı süresinde liselere giriş sistemini dahi dördüncü kez değiştiriyoruz. On yıldır üniversiteye giriş sistemini oturtamadık, hala tartışıyoruz. İktidarın, eğitimin paydaşlarına bakışı “biz ve onlar” şeklinde. Hiçbir ikaz ve öneri ciddiye alınmıyor. Eğitimcilere yönelik anlaşılmaz olumsuz bir kanaate sahipler. Hatırlarsınız sayın Başbakan dahil olmak üzere, bir çok AKP’li yetkilinin öğretmenlere yönelik tahkir edici ifadelerine şahit olduk. Öğretmenlerimiz; haftada 15 saat çalıştığından, diğer memurlara haksızlık edilmesine tutun da, yılda üç ay tatil yaptıklarından, mevzuatı suiistimal ederek haksız kazanç elde ettiklerine kadar daha bir sürü hakarete bu dönemde maruz kaldılar. Her eleştiriyi kendilerine yönelik hasmane bir taarruz olarak algılıyorlar. Üzülerek ifade ediyorum ki, bu anlayış değişmezse eğitim hedeflerimize ulaşmamız mümkün değil.
KAMUDANHABER :Memur-sen, Eğitim-bir-sen yöneticileri ve tabanından Türk Eğitim-Sen ile ilgili genelde ETÖ ve Ergenekon’a ev sahipliği yapan sendika yönünde çok sık eleştiri ve yorum geliyor. Bu konuda ne demek istersiniz?
Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen, sendikal anlamda her kesimin ve herkesin takdir ettiği bir performansı ortaya koymaktadır. Gururla ifade ediyorum ki, artık, sevmeyenlerimiz dahi sendikacılık anlamında teşkilatımızı imrenerek işaret etmektedir. Bu anlamda bizimle boy ölçüşemeyen, sendikacılık anlamında Türkiye Kamu-Sen’le mukayese dahi edilemeyecek olanların bir başka uydurmalarıdır bu söyledikleriniz.
İftiraya temel alınan hadise 2006 yılında yaşanmış bir olaydır. Ve iddia edildiği gibi de gerçekleşmemiştir. Dönemin Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Şener Eruygur, Kamu-Sen’e gerçekleştirdiği bir ziyaret sonrasında düzenlenen basın toplantısında, Sayın Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı adayı olamayacağına dair kendi görüşlerini ifade etmiştir. Bunun üzerine o zamanki Genel Başkanımız sayın Bircan Akyıldız anında duruma müdahale ederek ve Türkiye Kamu-Sen olarak Eruygur’un görüşlerini tasvip etmediğini ve paylaşmadığını ifade etmiştir. Tüm bunlar basın mensuplarının huzurunda cereyan etmiştir. Daha sonraki süreçte ise Şener Eruygur’un darbe yapmaya teşebbüs suçlamasıyla yargı sürecine dahil olmasını fırsat bilen Memur-Sen, bunun üzerinden sendikamıza yönelik gerçek olmayan ithamlarını sürdürmüştür.
Anlayışa bakar mısınız; adamın biri basın açıklamasında şifahi bir konuşma yapıyor, bizim asla benimsemediğimiz ve anında müdahale ederek tekzip ettiğimiz beyanlar dile getiriyor ve bunun üzerinden Türkiye Kamu-Sen darbecilikle itham ediliyor.
Yani şimdi biz de çıksak desek ki; şu an ETÖ diye adlandırılan oluşumun 1 numaralı zanlısı olan Doğu Perinçek, 27 Ocak 2006 tarihinde Memur-Sen Genel Merkezinde konferansa davet edilerek yönetici ve üyeleriyle hasbihal etmişti. O halde bu Memur-Sen’liler de ETÖ’nün saha memurlarıdır iddiasında bulunsak gülünç olmaz mı?
Sahte darbesavarlar, 28 Şubat müdahalesinde tırsık tırsık sinerlerken Türkiye Kamu-Sen yöneticileri Kızılay sokaklarında ve TBMM bahçesinde insanların yakalarına KESİNTİSİZ DEMOKRASİ İSTİYORUZ diye kokart takıyorlardı. Tatlı su demokratları, 12 Eylül ihtilalinin nimetleriyle tosuncuklar gibi semirirken, Türkiye sevdalıları işkence, sürgün ve türlü eziyetlerle boğuşuyorlardı.
Sanırım, bu ülkede Türkiye Kamu-Sen’e darbecilere ev sahipliği yapıyorlar yaftasını yapıştıracak ve demokrasi için nice bedeller ödedik diye nutuk atacak en son kuruluş Memur-Sen’dir.
Bizim bu gerçekleri anlatmaktan dilimizde tüy bitti, ama birileri yalandan aldıkları sahte hazzın cazibesinden kurtulamadılar.
Ne diyelim Allah ıslah etsin bunları.
KAMUDANHABER :Gezi parkı olayları hakkında ki düşünceleriniz?
Gezi parkı olayları başladığından bugüne kadar kamuoyumuz farklı amaçlar doğrultusunda yönlendirilmeye çalışılıyor. Özellikle Hükümet çevreleri, kamuoyu algısını manipüle ederek, süreçten bir takım siyasi sonuçlar elde etmenin gayreti içerisinde. Hatta bu amaca ulaşmak için başta sayın Başbakan olmak üzere iktidar partisi yetkilileri, toplumu daha da gererek tepkinin asıl nedenini gürültüyle kapatmaya çalışıyorlar.
Şunu görmek lazım, Gezi Parkı’nda yaşanan olaylar esasında bir öfke patlamasının neticesidir.
Mesele tabii ki üç tane ağaç meselesi değildir. Herkes bu konuda mutabık zaten.
Öte yandan bir takım bölücü ve marjinal örgütlerin, toplumun tepkisini başka amaçlara kanalize etme gayretinde oldukları da bir gerçek. Ama bu gerçekler, oluşan toplumsal tepkinin mesajlarını da gölgelemelidir diye düşünüyorum. Hükümet edenler değişik toplum kesimlerinin neden ayağa kalktığını sorgulamalı ve bundan gerekli mesajı almalıdırlar.
Fakat üzülerek görüyoruz ki, iktidarda buna dair bir emareye rastlayamıyoruz. Tam aksine Hükümet ve sayın Başbakan vatandaşın tepkisini marjinal örgütlerin kucağına iterek, despot bir tavırla işin üzerine gitmektedir.
İleri demokrasi havarisi pozlarından taviz vermeyen iktidar partisinin, özellikle son olaylarda vatandaşlara karşı ayrım yapmadan sergilediği sert tutum, adeta bir polis devleti refleksiyle sokakları tahakküm altına alması, sosyal medya üzerinden eleştirenleri dahi cadı avcılığı yapar gibi karga tulumba gözaltına alması 21. Yüz yıl Türkiye’sinin utanç görüntüleridir.
Bölücü hareketlerin alabildiğince yaygınlaştığı, pkk militanlarının ellerini kollarını sallayarak şehirlerde propaganda yapmalarına dahi tahammül edildiği bir dönemde, sıradan vatandaşlarımızın demokratik haklarını kullanmaların engel olunmasının, tencere tava çalanlara dahi tahammül edilmemesinin izahı yoktur.
Devlet, demokratik hakkını kullananlar ile sokakları terörize edenleri; haklı talep ve sıkıntılarını meşru yoldan dile getirenlerle amacı anarşi yaratmak olanları ayırmakla mükelleftir. Ancak son aylarda görüyoruz ki, Hükümet, kendi gibi düşünmeyen tüm kesimleri, adeta, terör merkezi olarak değerlendirmekte ve demokrasiyi askıya almaktadır.
Demokrasi, çoğulculuğu esas alan yönetim biçimidir. Çoğunluğa sahip olmak, kendinden başkasına yaşama hakkı tanımamak, kendisi gibi düşünmeyenleri tu kaka ilan etmek demokrasi değildir. Böylesi bir yaklaşım ciddi bir hazım sorununa işaret etmektedir.
Elbette bu eylemleri çarpıtmaya çalışan guruplar vardır; ama bu eylemlerde AKP iktidarının 10,5 yıldır ortaya koyduğu yanlış politikaları eleştirmek için meydanlara inen milyonlarca insan da vardı. Kimse bu milyonlarca vatandaşımızın tepkisini yok sayamaz.
Örneğin, kamu çalışanlarının yıllardır muhatap olduğu baskıcı tutumlar, ciddi bir birikime neden olmuştur. Türkiye Kamu-Sen’in mensupları 10,5 yıldır; istifa etmezsen seni müdür yapmayız, senin tayinini yapmayız; hemşireysen, doktorsan, sağlık çalışanıysan seni daha yüksek döner sermaye aldığın yerden alırız, daha düşük döner sermaye olan yere veririz, maaşın aylık 200-250 lira azalır demediler mi? Bunun adı nedir? İşte bunun adı ötekileştirmedir.
Biz Türkiye Kamu-Sen olarak bu gezi eylemlerine fiilen katılmadık. Çünkü dedik ki, "Biz öznesi olmadığımız hiçbir şeyin nesnesi olmayız". Ama bu tepkileri de okuyamayan, sadece, kendi söylediklerini doğru kabul eden ve milleti bana teslim olan ve olmayan diye ikiye ayıran bir zihniyet bulunmaktadır. Elbette, bu zihniyete karşı tepkisiz kalınmamalı ve her türlü demokratik tepki ortaya konmalıdır. Bu ülkeyi yönetenler de bu tepkileri almalı ve buradan aldığı mesajlara göre görevini yapmalıdırlar. Ancak üzülerek görüyoruz ki, iktidar partisi bırakın bu anlamda olumlu bir adım atmayı, tam aksine bu süreçten de siyasi rant elde etme gayretinde olmuştur. Sayın Başbakanın yurda dönmesiyle başlattığı miting konuşmaları ve o günden bu yana yaptığı tüm açıklamalarında, toplumu eylem yapanlara karşı bir kışkırtma dili kullanması gariptir. Hem de cami üzerinden, başörtüsü üzerinden ve sosyal kesimleri karşı karşıya getirecek hususlar üzerinden kutuplaştırıcı bir dil kullanmış olması bir Başbakana yakışan üslup değildir.
Oysa ki, Başbakandan beklenen, ülkede oluşan gerilim ortamından saflarını sıklaştırmaya dönük manevralar yapmak değil; gerginliği düşürücü ve sükuneti sağlamaya dönük bir tavırdır. Ülkeyi yöneten iktidar, hangi görüş, parti ve ideolojiden olursa olsun tüm vatandaşlarına saygıyla yaklaşmalı ve her görüşe kulak vermelidir. Zaten ülkemizde toplumsal karışıklık çıkarmak için fırsat kollayan iç ve dış bir çok mihrak varken, bir de ülkeyi yönetme sorumluluğunda olanların yangına körükle gitmeleri ve buradan rant devşirme emelinde olmaları hayra alamet değildir.
Dileriz başta sayın Başbakan olmak üzere iktidar partisi yetkilileri, üç aydır yuvarlandıkları bu yanlıştan çark ederler ve kendilerinden beklenen ve kendilerine yakışan tutumları sergilerler. Unutulmasın ki, toplumsal huzurumuz hiç kimsenin siyasal rantına kurban edilemez.
KAMUDANHABER :Kamuda türban sorunu neden çözülemiyor?
Bunun en başta gelen nedeni siyaset kurumunun başörtüsü meselesini bir siyasal sömürü aracı olarak kullanma arzusudur.
Bakın AKP, yaklaşık 11 yıldır ve üçüncü kez tek başına iktidar olmaktadır. İktidar, geçen bu süre zarfında, en marjinal konularda bile en radikal müdahaleleri yapmaktan geri durmayan bir cürete sahiptir. Bunun düzinelerce örneği vardır. Hatta bundan on yıl önce kimsenin aklına gelmeyecek ve olmasına ihtimal vermeyeceği konularda bile AKP iktidarı adımlar atmıştır. Yani sayın Başbakan ve Hükümeti, istediğinde her girişimi rahatlıkla hayata geçirmektedir.
Ancak ne gariptir ki, başörtüsü konusunda bugüne kadar en ufak bir girişimde bulunulmamış; hatta Hükümet üyelerinin ağzından buna dair tek bir işarete dahi şahit olunmamıştır.
Şu anda kamuda başörtüsüne engel teşkil eden ne bir yasa vardır ne de Anayasamızda tek bir hüküm vardır. Bununla ilgili tek mevzuat hükmü, Kamu Görevlileri Kıyafet Yönetmeliğidir. Bu yönetmelik de Bakanlar Kurulu uhdesindedir. Yani sayın Başbakan istesin, ne TBMM ne de başka bir sürece gerek kalmadan Bakanlar Kurulu’nun ilk toplantısında yönetmelikte yapacağı küçük bir değişiklikle bu problemi ortadan kaldırabilir. Fakat bugüne kadar sayın Erdoğan bu konuda inanılmaz bir suskunluk içerisindedir.
Bakın son günlerde yeni bir demokrasi paketinden bahsediliyor. Paketle ilgili bilgiler de basına sızdırılarak kamuoyu tepkisi ölçülüyor. Ana dilde kamu hizmeti verilmesi, etnik dillerde yer isimleri verilmesi, şiddete bulaşmamış ve yönetici konumunda olmayan teröristlerin örgüt üyesi olarak yargılanmamalarını sağlayan düzenlemeyle dolaylı olarak affedilmesi ve daraltılmış bölge sistemi gibi düzenlemelerle az oyla daha fazla milletvekilini nasıl çıkarırım hesaplarının yapılması gibi bir takım maddelerin pakette olacağı anlaşılıyor. Fakat tüm bunların yanı sıra paketin içerisine bir de kamuda başörtüsü serbestiyeti sağlanmasına yönelik bir düzenleme getiriliyor. Yani yukarıda ifade ettiğimiz ve toplumun büyük bir bölümünün tasvip etmeyeceği hususlar, başörtüsü eliyle TBMM’den geçirilecek. Gerek Mecliste ve gerekse sivil toplum içerisinde sözkonusu maddelere karşı çıkanlar, adeta, başörtüsüne karşılarmış gibi yansıtılacak. Bu manevranın, siyasi ahlakta yeri yoktur diye düşünüyorum. Yani, 2010 yılında yapılan Anayasa referandumunda, 12 Eylül yargılanacak diyerek asıl hedeflenen plan nasıl hayata geçirildiyse, şimdi de başörtüsü üzerinden “Açılıma” hizmet edecek bir sözde demokrasi paketi hayata geçirilmek istenmektedir.
Şimdi bu fotoğrafa baktığımızda, toplumumuzda genel bir mutabakat sağlanmış olmasına rağmen, 11 yıldır başörtüsü sorununun neden çözülmek istenmediği anlaşılmaktadır sanırım. Yani başörtüsü, maalesef, AKP siyaseti için her zaman bir istetme lastik olarak yedekte tutulmaktadır.
Türkiye Kamu-Sen olarak, bu tavrı tasvip etmediğimizi ve bir an önce ilgili yönetmeliğin değiştirilerek kamuda başörtülü çalışma arzusunda olan meslektaşlarımızın daha fazla mağdur edilmemesini talep ediyoruz.
KAMUDANHABER :Demokratik açılıma, Türkiye Kamu-Sen ve Türk Eğitim-Sen ısrarla karşı çıktı. Her ilde tepki gösterileri ve akilleri protestolar yapıldı. Açılıma neden karşı çıkıyorsunuz?
Biliyorsunuz bu sürecin adı önce Kürt Açılımı, sonra Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi ve nihayet Demokratik Açılım oldu. Yani toplumun tepkisi ve gelişmelere göre sürekli bir isim revizyonu yapıldı.
Ancak zarf değişse de mazruf aynı.
Bize göre bu süreç, 2009 yılında başlatıldığından beri aynı amaca hizmet eden ve içeriği ve hedefi bakımından milli bir nitelik taşımayan bir gaflet projesidir.
AKP Hükümeti, baştan beri ülkemizin yaşadığı etnik bölücülük ve terör meselesini kavrayamamış, adeta, bir grup vatandaşımızı terör örgütünün kucağına itmiştir. Kürt kökenli vatandaşlarımızın yaşadığı problemleri ve bu problemlerin çözümüne yönelik atılacak adımları, terör örgütü ve uzantılarıyla müzakere etmenin anlamı, vatandaşlarımızın temsilcisi olarak terör örgütünü kabul etmek demektir. Rezilliğe bakar mısınız; İmralı’da yatan bebek katili gerçekleştirdiği haftalık olağan görüşmelerle neredeyse kamuoyu gündemini tayin etmekte, hem siyaset kurumunun hem de Kandil’deki terör örgütünün yol haritasını belirlemektedir. İşlediği katliamların hesabını cezaevinde veren bir katil, ülkenin en büyük şehirlerinden birisinde on binlere hitap eder hale gelmiştir.
Analar ağlamasın, şehitler olmasın diyerek süslenen ihanet sürecinin geldiği noktaya bakar mısınız: Ülkemizin bir bölümü adeta kurtarılmış bölge ilan edilmiş. Sokaklarda pkk sözde asayiş birlikleri oluşturmuş kimlik kontrolü yapıyor. Eş kaymakamlar atanmış, mahkemeler kurulmuş. Eli silahlı militanlar rahatça şehirlerde dolaşıyor, çapulcular için sözde şehitlikler oluşturuluyor. Bölücü örgüte katılımlar hiç olmadığı kadar artmış durumda. Binlerce güvenlik görevlimizin ve vatandaşımızın katili olan teröristler ellerini kollarını sallayarak topraklarımızda fink atıyor. Bölücü örgüt ve onun sözde siyasal temsilcisi olanlar hemen her fırsatta devletimize kafa tutuyor, racon kesiyor. İşin dahası bölücü örgüt şimdi bir de devlet sahibi olmak üzere. Suriye’de yaşanan kaostan faydalanan örgüt, Suriye’deki kolu PYD üzerinden özerk bir yapılanmayı hayata geçirmiş durumda.
Yani bölücü örgüt pkk, tarihinde hiç olmadığı kadar gücünü artırmış ve toplumsal etki alanını da genişletmiş durumda. Ki, bunu zaman zaman AKP’nin etkili milletvekilleri de itiraf etmektedir. İşte bu noktaya adı şimdi Demokratik Açılım olan pkk Açılımı sayesinde gelinmiştir.
İşin garibi hemen herkesi azarlayan, fırçalayan, twitter hesabından eleştiri yapanları dahi gözaltına aldıran ve hakkında tazminat davaları açan sayın Başbakan’dan, bu cüretkar bölücülere dönük bariz ve tatmin edici bir karşı tavır göremiyoruz.
Şimdi böylesi bir fotoğraf karşısında Türkiye Kamu-Sen’in susmayacağını tabii ki herkes biliyor. Sendikamız, etkili bir hak arama kuruluşu olmasının yanı sıra aynı zamanda milli bir sivil toplum kuruluşudur.
Türk milletinin hislerinin tercümanı olan Türkiye Kamu-Sen’in bu ihanet sürecine karşı çıkıyor olması doğal bir refleksidir. Analar ağlamasın, şehitler olmasın yalanıyla milletimizin kandırılmasına ve bölücülüğün legalleştirilmesine tabii ki müsaade etmeyecektik.
Akil insanlar hususunda ise artık çok fazla söz söylemeye dahi gerek duymuyorum. Sayın Başbakan, her türlü gayretine rağmen ikna edemediği milletimizi, akil insanlar üzerinden ikna etmenin gayreti içerisinde olmuştur.
Bu arada biliyorsunuz, şahsıma da bu heyet içerisinde yer almam için Başbakan Yardımcısı sayın Beşir Atalay tarafından teklifte bulunulmuştu. Çok doğaldır ki, Türkiye Kamu-Sen’in açılım konusundaki milli refleksi ortada iken, böylesi bir teklifle muhatap olmayı dahi kabullenemediğimi beyan ederek teklifi reddetmiş idim.
Heyet o kadar renkli oluşturulmuştur ki; bir yanda kendisine İslam’dan referans alarak iş görenler, diğer yanda dinle diyanetle alakası olamayanlar. Bir yanda kendini milliyetçi muhafazakar olarak tanımlayanlar, diğer yanda siyasi ömrünü millet ve milliyetçilikle mücadeleyle geçirenler. Hatta öyle garip ilişkilere şahit olduk ki, anlam veremedik: Kamu çalışanlarının en temel hakları söz konusu olduğunda bile ortak eylem sahasında buluşamayan KESK ile Memur-Sen Başkanları Akil İnsanlar heyetinde iki ay boyunca hemhal oldular.
Bu insanlar adeta iktidar partisi tarafından birer mayın eşeği gibi kullanılmışlardır. Bu heyetin çalışmalarıyla Hükümet, aynı zamanda, açılımda nereye kadar gidebileceğini de test etmiştir. Eminim ki, bu heyete dahil olan insanlar arasında vicdanen ciddi rahatsızlık yaşayanlar, hatta pişmanlık duyanlar vardır. Nitekim bir kısım heyet üyeleri bu süreçte ya heyetten ayrılmış ya da çalışmalara iştirak etmemiştir.
Biz, önce ülkem anlayışıyla var olan bir sendikayız. Üzerinde, hür, bağımsız ve birlik içerinde yaşayacağımız bir vatan olmadıktan sonra geri kalan her şeyi teferruat olduğuna inanıyoruz. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da milletimizin ihtiyaç duyduğu her anda Türkiye Kamu-Sen hiçbir hesap yapmadan tüm varlığıyla orada olacaktır.
KAMUDANHABER :Türkiye Kamu-Sen üyeleri ve topluma vermek istediğiniz mesajlar nelerdir…
Her türlü olumsuzluğa rağmen ilkeli ve kararlı hak arama mücadelesine destek verdikleri için bütün üyelerimize bu vesileyle bir kez daha teşekkür ediyorum. Bugüne kadar onları hiç mahcup etmedik, yüzlerini yere eğdirmedik. Üyelerimizin ve çalışanların bize olan teveccühünü hiçbir zaman siyasetin ya da değişik ideolojik hedeflerinin taşeronu yapmadık. Bundan sonra da Türk memurunun umudu ve onurlu sesi olmaya kararlılıkla devam edeceğiz. Milletimiz de emin olsun ki, ülkemizin birliği, devletimizin dirliği ve büyük milletimizin huzuru için Türkiye Kamu-Sen sarsılmaz bir kaledir.
Bu vesileyle Türk milletinin ve İslam Alemi’nin yaklaşan Ramazan Bayramı’nı tebrik ediyorum. Mübarek Bayramın; Doğu Türkistan’da, Türkmeneli’nde, Irak’ta, Suriye’de, Myanmar’da, Batı Trakya’da, Mısır’da; velhasıl dünyanın neresinde olursa olsun sıkıntı ve eza çeken bütün soydaş ve dindaşlarımıza umut ışığı olmasını niyaz ediyorum.