Ülkemizde öylesine becerikli bir şebeke var ki, diledikleri gibi kamuoyunu yönlendirebiliyor, vatandaşlarımızın kanaatlerini istedikleri gibi şekillendirebiliyorlar. Siyasette, bürokraside ve medya camiasında fazlaca yerleşmiş olan bu “şebeke” kamuoyunun gündeminin ilk sırasını işgal etmesi gereken en hayati konuları dahil hasır altı edebilmekte; basit ve gerçekliği olmayan suni meseleleri ise ülkemizin en ciddi kurumlarının da dahil olduğu üst düzey tartışmaların mezesi yapabilmektedir. Böyle yapay bir düzlemde, kişi ve kuruluşlar Don Kişot misali yel değirmenlerine saldırırken, öte yandan ülkemiz can alıcı uzuvlarından öldürücü darbeler yemektedir. Daha kötüsü ise toplum olarak bu vahim durumun farkına bile varamamış olmamızdır.
İşte uzunca bir süredir gündemimizi işgal eden yeni Anayasa tartışmaları da bu bahsettiğimiz şekilde yürütülmektedir. Bir nevi devletin “Kullanma kılavuzu” olan, tüm sistemin ona göre oluşturulduğu Anayasa gibi çok çok önemli bir konuda çalışma yapacaksınız; ama diğer taraftan bütün tartışmaları tek bir konuya indirgeyeceksiniz. Nedir o konu? TÜRBAN.
Yıllardır, köhnemiş bir zihniyetin ülkemizin pırıl pırıl gençlerinin eğitim hakkını gasp ettiğine üzülerek şahit oluyoruz. Bu, kabul edilebilir bir durum değildir. Fakat öte yandan mevcut AKP iktidarının da beş yıllık sürede isteseydi bu konuyu defalarca çözebileceğini de biliyoruz. Çünkü, eğer sayın Erdoğan bu konuda samimimi olsaydı, Anayasamızda gerekli düzenlemeleri yapar ve bu sorunu kökten çözebilirdi. Toplumun her kesiminden de destek alırdı. Ama yapmadı. Şimdi ise başörtüsü konusunu bir paket içerisine sokarak güya çözüm arıyor. Ancak söz konusu paketin başka unsurları da bir takım sıkıntıları beraberinde getiriyor. Erdoğan, anayasa değişikliğini TBMM’den sonra halk oyuna sunacağını söylüyor. Burada yeni bir ali cengiz oyunu oynanıyor. Milli ve manevi değerlere yürekten bağlı ve ülkemizin üniter yapısından asla taviz vermeyen halkımız iki arada bir derede bırakılıyor. Recep Erdoğan bu anayasa teklifiyle insanlarımıza resmen YA KIRK KATIR YA DA KIRK SATIR demektedir. Zira şimdilik kamuoyuna yansıdığı kadarıyla halk oyuna sunulacak yeni anayasaya hem “evet” hem de “hayır” oyu insanlarımızın yüreğini soğutmayacaktır.
Yok böyle bir şey!
Kamuoyuna yansıdığı üzere, Anayasada o kadar önemli değişiklikler yapılmak istenmektedir ki; bunların gerçekleştiğini düşünmek bile istemiyorum.
Bunlardan sadece birisine değineceğim; ana dilde eğitimin önünün açılması!
Bu hususta verilecek taviz toplumumuzun geleceğinin dinamitlenmesi anlamını taşımaktadır. Anayasamızın 42. maddesinde ifade edilen, eğitim dilinin Türkçe olduğu vurgusunun kaldırılması, orta vadede ülkemizin üniter yapısının bile tartışılacağı bir duruma neden olacaktır.
Dil, bir ülkede milli birliği sağlayan unsurların başında gelir. Siz, devlet eliyle dilinizi laçkalaştırır; etnik dilleri, şiveleri, ağızları “resmi dil” statüsüne taşır ve eğitim dili olarak tanırsanız ülkenizin beraberliğini feda edersiniz. Kaldı ki, ülkemizde böyle bir ihtiyaç ve beklenti yoktur. Daha doğrusu bu yöndeki talepler, kendi iç toplumsal ihtiyaçlarımızın yansıması olarak ortaya çıkmamaktadır. Bunlar, ülkemiz ve bölgemiz üzerinde hesabı olan odakların öteden beri yürüttükleri politikanın bir parçasıdır. Artık okuma yazma düzeyinde tahsili olanlar bile bilmektedir ki, ülkemizdeki bir kısım vatandaşlarımızın da dahil edileceği bir siyasi organizasyon bölgemizde kurulmak istenmekte ve bunun için de uzunca bir süredir çalışılmaktadır. Hatta kanlı bir terör örgütü bu hedef doğrultusunda yıllardır beslenmekte ve desteklenmektedir.
Yıllardır, bu terör örgütünün, çok uluslu kuruluşların ve ülkemiz içerisinde değişik sıfatlarda yaşayan bilumum bölücülerin dillendirdiği talepler; adeta toplumun ihtiyaçlarıymışcasına gündeme getirilmekte ve hatta Anayasamıza sokulmak istenmektedir. Eğer bu gerçekleştirilirse devletimizin eliyle yeni bir zemin oluşturulacaktır. Bu yeni zeminde ise AB ve ABD fonlarından, Soros’lardan beslenen işbirlikçilerin devasa destekleriyle bölücüler at koşturacaklardır. Ülkemizin değişik şehirlerinde koloniler, kurtarılmış bölgeler oluşturulacak; yeni eğitim dilleri sayesinde yeni kültürler doğurulacak ve yeni uluslar icat edilecektir. Kamu kurumlarımızda bile birden farklı diller konuşulmaya başlanacaktır. Hatta bazı bölgelerimizde güzel Türkçemiz artık hiç konuşulmayacaktır bile. İşte o zaman “Paranoyalardan kurtulalım, bu ülkenin birliğini kimse bozamaz, özgürlükçü ve çağdaş bir anayasa hazırlıyoruz…” diye yüksek perdeden nutuklar atan iktidar çevrelerinin yüzleri nasıl bir hal alacaktır acaba?
Sonumuz hayır olsun…