Eğitim, siyaset üstü ve günlük siyasetin ayrımlarının dışında tutulması gereken bir alandır.Ülkenin eğitim politikası bilimsel ,milli ve evrensel ölçüler kullanılarak tespit edilmeli,tespit edilen bu eğitim politikası zamanın ihtiyaçlarına göre yapılacak revize çalışmaları dışında değiştirilmemelidir.Çünkü yapılan her değişiklik malzemesi insan olan eğitim sisteminde nesillerin heba olmasına neden olmaktadır.
Ülkemizde eğitim ve eğitim sistemi, her zaman, siyasi müdahalelere açık olmuş bir alandır.Böyle olduğu için de eğitim sistemine sık sık müdahale edilerek,sistem,adeta yap-boz tahtasına döndürülmüştür.Farklı hükümetlerin,farklı eğitim politikaları uygulamaya koyduğu ülkemizde, aynı hükümet döneminde farklı bakanların bile farklı politikalarını sergilediğine şahit olduk.Eğitim sistemi üzerinde bu kadar rahat oynanabilen bir ülkede, eğitim hedeflerinin gerçekleştirilmesi mümkün değildir.Bu hedefler sayısal olarak gerçekleşmiş görünse bile nitelik açısından hedeflerin çok gerisinde kalınacağı açıktır.
Türk Eğitim-Sen olarak, ülkemizin eğitim politikalarının oluşturulması bakımından Milli Eğitim Şuralarını çok önemsiyoruz.Ülke eğitim politikalarına mutlaka Milli Eğitim Şuraları ile yön ve şekil verilmelidir.Ancak şuralar toplanırken,katılımcıların tespiti, gündemin oluşturulması , usül ve esasların belirlenmesi yapılırken katılımcı davranılmalı,farklı görüşleri de dikkate alan,demokratik bir anlayışla yapılmalıdır.Ülke eğitimi ile ilgili sözü olan tüm toplum kesimlerinin katılımı ile yapılacak şuralarda ülke mizin eğitim politikaları tespit edilmelidir. Tek tip kafa yapısına ve aynı zihniyete sahip üyelerden oluşacak bir Şura’dan eğitimimiz için faydalı sonuçlar beklemek imkansızdır.Bu şekilde düzenlenen şuralardan ancak ısmarlama kararlar çıkar ve hükümetlerin eğitimde uygulamaya niyetlendiği politikalara kılıf oluşturacak tavsiye kararları almaktan öteye gidilemez. Nitekim 2010 yılında yapılan 18. Milli Eğitim Şurası ,daha oluşturulurken demokratik yöntemlerle oluşturulmadığı için Hükümetin Milli Eğitim Bakanlığı vasıtasıyla oluşturmaya çalıştığı ve siyasi kaygılarını önceleyen anlayışına hizmet eden bir Şura olmuştur.Bu şura da eğitimimizin milli niteliğine ve eğitimcilerin iş güvencelerine karşı pek çok teklif gündeme getirilmiştir.Türk Eğitim-Sen’in kararlı duruşu ve mücadelesi ile püskürtülen bu saldırılar tek tipçi bir anlayışla seçilen şura üyeleri tarafından ortaya konulmuştur.Şura bir anlamda hükümetin siyaseten ortaya koyduğu hedeflerinde onun işlerini kolaylaştırıcı rol oynamaya zorlanmıştır.
Eğitim politikalarının eğitim dışı güçlerin ve siyasilerin müdahalesine açık oluşunun yakın tarihimizde pek çok örnekleri vardır.12 Eylül darbesi döneminde eğitime pek çok müdahale yapılmış, darbe yöneticileri, derslerin müfredatlarına kadar eğitimle ilgili pek çok konuya doğrudan müdahale etmekten çekinmemişlerdir.Benzeri girişimler 28 Şubat döneminde de görülmüştür.8 yıllık kesintisiz eğitim bu dönemde uygulanmaya konulmuştur. Sadece İmam Hatip okullarının önünü kesmeyi amaçlayan bu girişim özellikle mesleki eğitime çok büyük darbe vurmuştur.İlköğretimin kademeleri arasındaki geçişleri de yok eden bu uygulamaya Türk Eğitim-Sen, o dönemde de karşı çıkmış, bunun yanlış bir uygulama olduğunu her fırsatta vurgulamıştır.
Siyasi müdahalelerle eğitim politikalarında ve eğitim sisteminde yapılan değişikliklerin çok yoğun olarak yaşandığı bir dönemde bulunuyoruz.İlk defa sözleşmeli öğretmenlik uygulamaları bu dönemde başladı.Ülke eğitimine siyasi iktidarın ‘’tüccarca’’ bakış açısının bir sonucu olan uygulama yürüttüğümüz kararlı mücadele sonucu kaldırıldı.Bu dönemde eğitimimizin milli niteliğinden arındırılması faaliyetleri de hız kazanarak devam ediyor. Türk Eğitim-Sen olarak eğitim sistemimizin ilke ve hedefleri bakımından milli ,yöntem ve teknikleri bakımından çağdaş ve bilimsel olmasını savunuyoruz.Bu nedenle eğitim sistemimizin milli niteliklerinin değiştirilmesi için atılan tüm adımlara dün olduğu gibi bugün de karşı çıkmaya devam edeceğiz.Atatürk’ün olmadığı,Türklük değerlerinin ve tarih şuurunun verilmediği bir eğitim sisteminden ülkemizin yarınlarını kuracak nesillerin yetiştirilmesi mümkün değildir.Böyle bir sistemden ancak bireysel faydacı,hep kendini ve çıkarlarını düşünen, gerektiğinde ülkesi için fedakarlıkta bulunmasını bilmeyen,eyyamcı nesiller yetişir ki böyle yetişmiş nesillerin toplumsal sorumluluklarını yerine getirmelerini beklemek hayal olacaktır.Son dönemde sıkca gündeme getirilen Andımızın kaldırılması teşebbüsleri,Gençliğe hitabenin Atatürk köşelerinden ve ders kitaplarından çıkarılması, ders müfredatlarından milli vurguların kaldırılması Milli Eğitim mevzuatından Atatürk ilke ve inkılaplarına ilişkin hükümlerin çıkarılması gibi uygulamalar gayrı milli eğitim sistemi özleminin açık örnekleridir. 3797 sayılı Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun’un 2.maddesinde Milli Eğitim Bakanlığının görevleri sayılırken
a)Atatürk İnkılap ve İlkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, Türk Milletinin milli, ahlaki, manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen, koruyan ve geliştiren, ailesini, vatanını, milletini seven ve daima yüceltmeye çalışan, insan haklarına ve Anayasanın başlangıcındaki temel ilkelere dayanan demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyetine karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş vatandaş olarak yetiştirmek üzere, Bakanlığa bağlı her kademedeki öğretim kurumlarının öğretmen ve öğrencilerine ait bütün eğitim ve öğretim hizmetlerini planlamak, programlamak, yürütmek, takip ve denetim altında bulundurmak, şeklinde ifade edilen görevler 14.09.2011 tarih ve 28054 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 652 sayılı Millî Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’ de a)Okul öncesi, ilk ve orta öğretim çağındaki öğrencileri bedenî, zihnî, ahlakî, manevî, sosyal ve kültürel nitelikler yönünden geliştiren ve insan haklarına dayalı toplum yapısının ve küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak geleceğe hazırlayan eğitim ve öğretim programlarını tasarlamak, uygulamak, güncellemek; öğretmen ve öğrencilerin eğitim ve öğretim hizmetlerini bu çerçevede yürütmek ve denetlemek. şeklinde değiştirilmiştir.Her iki kanun metni arasındaki fark,ülkeyi yöneten siyasi iradenin eğitim sistemimizi yöneten MEB’i “milli eğitim”hedefinden ne kadar soyutladığını çok açık bir şekilde göstermektedir.
Eğitim politikalarımıza siyasi müdahalelerin en son örneği 4+4+4 şeklinde ortaya konulan yeni eğitim sistemidir. 18.Milli Eğitim Şurası’nda Eğitim Bir Sen’in teklifi olarak gündeme gelen ve tavsiye niteliğindeki şura kararları arasında yer alan sistem, yeterince tartışılmadan ve farklı fikirler dikkate alınmadan, siyasi iktidarın meclisteki sayısal çoğunluğu sayesinde, kanunlaşarak, uygulanmaya başlanmıştır.4+4+4 Eğitim sistemi tartışmalarında Türk Eğitim-Sen hep aklın ve sağduyunun yanında olmuş eğitimi ve eğitimcileri düşünmüştür.Eğitim sisteminin siyasi kararlarla değil ancak pedagojik gerekler ve toplumsal ihtiyaçlar doğrultusunda şekillendirilmesi gerektiğini savunmuştur.Eğitim sisteminin kesintili olmasını Türk Eğitim-Sen olarak biz de destekliyoruz ve imama hatip ortaokullarının açılmasını da doğru buluyoruz.Çünkü,bize göre eğitim sistemi kademeler arası geçişlere imkan sağlayacak şekilde kesintili olmalı,din eğitimi de isteyen herkese ve mutlaka devlet kontrolünde verilmelidir.Bu nedenlerle biz, eğitim sisteminin 1+5+3+4 şeklinde zorunlu ve kesintili 13 yıllık eğitim sistemi olmasını savunduk.Kamuoyunun ve eğitimcilerin büyük çoğunluğunun görüşleri de bu yöndeydi. Nitekim,bu dönemde personel.meb.net adlı internet sitesi tarafından yapılan bir ankete göre eğitimcilerin yalnızca %12’si 4+4+4 sistemine evet derken % 45’i 1+5+3+4 sisteminin yani Türk Eğitim-Sen’in ısrarla savunduğu sistemin daha uygun olduğu şeklinde görüş bildirmişti.Sistem tartışmalarının olduğu dönemde, konuya sadece 28 Şubat süreciyle hesaplaşma çerçevesinden bakan Hükümet, yanlışı bir başka yanlışla düzeltmeye kalkmış, haklı ve yerinde görüşlere maalesef itibar etmemiştir.
Zorunlu eğitimde fiziki alt yapının yetersiz olması gerekçesiyle okul öncesinin kapsam dışı bırakılması büyük bir hatadır. Bilindiği gibi zaten Milli Eğitim Bakanlığı 71 ilde okul öncesi eğitimi zorunlu hale getirmişti. Bu konuda büyük bir gayret söz konusuydu. Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2010-2014 Stratejik Planında da, Stratejik Amaçlar başlıklı bölümde “Okul öncesi eğitimde % 33 olan net okullaşma oranını dezavantajlı çocukları gözeterek plan dönemi sonuna kadar % 70’in üstüne çıkarmak” denilmekteydi.
Ayrıca Eski Milli Eğitim Bakanı Nimet ÇUBUKÇU’ nun 2013 yılında okul öncesi eğitimin 81 ilde zorunlu olacağı, hatta yabancı dil eğitiminin okul öncesinden başlatılacağına yönelik taahhütleri bulunmaktadır. Zaten okul öncesi eğitime yönelik çalışmalar da bu yönde sürdürülmüştü. Yine Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER, 06.01.2012 tarihinde yaptığı açıklamada ”Meclis’te AK Parti grubunda bu konuyla ilgili bir çalışma var. Biz de onlara destek veriyoruz, yapılan çalışmadan bizim de haberimiz var. Bir yıl okul öncesi, diğer 4 yıllarla birlikte toplam 13 yıl” demişti.Ayrıca Sayın Bakan’ın “Okul öncesi eğitimde hedefimiz yüzde 100’e çıkarmaktır” şeklinde beyanı da dikkate alınarak konu değerlendirildiğinde okul öncesi eğitimin zorunlu olmamasının Bakanlığın bir tercihi olmadığını,Bakanlığa rağmen okul öncesi eğitimin kapsam dışı tutulduğu rahatlıkla anlaşılabilecektir.
Halbuki Avrupa Birliği ülkelerinde okul öncesi eğitime büyük öneme sahiptir. Bunu AB ülkelerindeki okullaşma oranlarından rahatlıkla gözlemleyebiliriz. AB istatistik kurumu Eurostat’ın yayımladığı verilere göre; ilköğretim öncesi okullaşma oranı Fransa, İngiltere, İtalya’da, Belçika’da, İspanya’da, Hollanda’da yüzde 100’dür. Yunanistan, İrlanda, Polonya, Slovakya ve Finlandiya’da yüzde 70’ler düzeyindedir. Türkiye de ise Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre 2010-2011 eğitim-öğretim yılında ülkemizde okul öncesinde okullaşma oranları 4-5 yaş grubunda kızlarda yüzde 42,47, erkeklerde yüzde 43,70’dir Bu durumda okul öncesi eğitimde okullaşmada büyük mesafe alan Türkiye AB ülkelerinden hala çok geri iken okul öncesi eğitimin zorunlu olmaması sebebiyle okullaşmanın daha da gerilere düşmesi kaçınılmaz gözükmektedir.
4+4+4 sisteminde ilkokul eğitimi 4 yıla indirilmiştir. Ülkemizin ve öğretmenlerimizin engin bir 5 yıllık ilkokul tecrübesi varken.şimdi bu sistemle bunlar bir kenara atılmıştır.Hiç kimse bilimsel olarak bunun gerekliliğini kamuoyuna izah edememiştir. İlkokul eğitimi niçin 5 yıldan 4 yıla düşürüldü, ortaokul eğitimi niçin 3 yıldan 4 yıla çıkarıldı.Milli Eğitim Bakanlığı’nın fikirlerinin bu yasa teklifine yansıdığını zannetmiyoruz. Çünkü, az çok eğitimden anlayan ve tebeşir tozu yutmuş hiç kimse, okullarımızın fiziki yapısına , müfredat yapısına,personel yapısına uymayan ve Cumhuriyetin kuruluşundan bu güne kadar oluşmuş ilkokul eğitimi birikimine aykırı 4 yıllık ilkokul eğitimini savunamamaktadır.
İlkokul eğitiminin 4 yıla inmesi ile birlikte on binlerce sınıf öğretmeni norm kadro fazlası duruma düşmüştür. Sistem tartışmaları sırasında tam bir bilgi karmaşası yaşanmış, Milli Eğitim Bakanı Ömer DİNÇER, 5. sınıflara sınıf öğretmeni girecek derken Başbakan birkaç gün sonra 5. sınıflara branş öğretmeninin gireceğini açıklamıştır.Milli Eğitim Bakanı DİNÇER ,sınıf öğretmenlerinin norm fazlası olmayacağını ve Tük Eğitim Sen’i kastederek ”bazı sendikaların kamuoyuna yanlış bilgi verdiğini “söylemiş,AKP Grup Başkan Vekili Nurettin CANİKLİ ise norm fazlası sınıf öğretmenlerini yaz aylarında kursa alarak branş öğretmenliğine geçireceklerini söylemiştir Türk Eğitim-Sen’in ısrarla belirttiği sınıf öğretmenlerinin norm fazlası olması sorunu ile- o dönemde inkar edilmesine rağmen- okulların açılmasından sonra yüzleşilmiş yaşananlar Türk Eğitim-Sen’i bir kez daha haklı çıkarmıştır. Türk Eğitim-Sen’in uyarılarını dikkate almayanlar haklılığımızı görmüş, sınıf öğretmenlerinin norm kadro fazlası olması nedeniyle alan değişikliği yaptırılarak bu fazlalığın eritilmesine çalışılmıştır.
Yeni sistemle beraber ilkokula başlama yaşının 60-66 aya indirilmesi sonucu okullara kayıt yaptıran öğrenci sayısında-beklenen kadar olmasa da-yaşanan artış ilkokullarımızın fiziki kapasitesi aynı oranda artırılmadığı için ya kalabalık sınıflar oluşturulmaya başlanmış ya da sınıf olmak için hiç de uygun olmayan okul bölümlerini sınıf olarak düzenlenmiş böyle bir ortamda eğitim yapılmaya çalışılmaktadır.Okula başlama yaşının aşağıya çekilmesi sonucu farklı yaş gruplarında ve farklı gelişim seviyelerindeki öğrencilerin aynı sınıfta eğitim görmesi ve bunun getirdiği zorluklar da yaşanmaya başlanmıştır.Her ne kadar fiziki imkanları uygun okullar yaş gruplarına göre sınıf oluşturarak bu zorlukları ortadan kaldırmaya çalışmışlarsa da, fiziki imkanları uygun olmayan pek çok okulda bu sorun yaşanmaktadır.
4+4+4 sistemin uygulanmasından sonra pek çok okulumuzda fiziki yetersizlikler sebebiyle ikili öğretime geçilmek zorunda kalınmıştır. İkili öğretim nedeniyle öğrenciler sabahın çok erken saatlerinde okula gitmek, akşamın çok geç saatlerinde de okuldan çıkmak zorunda kalmaktadırlar.Bu zorunlu uygulamalar nedeniyle okul yöneticileri ve hizmetliler de kanunda belirtilen çalışma saatlerinin çok üzerinde çalışmak zorunda kalmaktadırlar.Üstelik bu çalışmaları karşılığında kendilerine bir ücret ödemesi yapılmamakta,izin de kullandırılmamaktadır.4+4+4 sisteminin apar topar uygulanmaya başlanması ve “göç yolda düzelir” mantığı ile hareket edildiği için okullarımız sorunlar yumağı haline gelmiştir.
Ortalık toz dumandır. Peş peşe yapılan atama ve yer değiştirmeler sonucu okullarımızda ders programları bir türlü oturtulamamış, özellikle seçmeli derslerde meydana gelen çeşitlenmeyi karşılayacak fiziki mekan ve öğretmen sorunları baş göstermiştir. Böyle, pek çok sorunla başlayan eğitim-öğretim yılı da bize göstermiştir ki alt yapı hazırlanmadan ve kamuoyunda yeterince tartışılmadan yapılan önemli değişiklikler, pek çok sorunu da beraberinde getirerek, ülke eğitimine darbe vurmaktadır.
Eğitim sistemimizde yapılacak tüm değişiklikler, mutlaka bütün toplum kesimlerinin katılımı sağlanarak , bütün yönleriyle tartışılarak yapılmalıdır.Yönetici güçlerin siyasi çoğunluğuna dayanan ve dönemsel olan siyasi güçlerini kullanarak eğitime yaptıkları müdahaleler sistemimizi karmaşa içerisine sokmaktadır.Bu şekilde yapılan müdahaleler bir sonraki dönemin muhtemel müdahalelerine de gerekçe oluşturmakta,böylece her gelen yönetici siyasi güç, eğitim sistemine müdahaleyi kendine de hak olarak görmektedir.Neticede ülkemizin geleceğine ve o geleceğin mimarı olmasını istediğimiz nesillere yazık olmaktadır.