YEDİ İLDE MİTİNG COŞKUSU YAŞANDI

İstanbul, İzmir,Adana, Kayseri, Konya, Erzurum ve Samsun’da düzenlenen mitinglerde haksızlıklara “dur” dedik.

Türkiye’nin dört bir köşesinde düzenlenen eylemlerde tek ses olan Türkiye Kamu-Sen çalışanların yanında olduğunu bir kez daha gösterdi.

Türkiye Kamu-Sen yedi ilde eş zamanlı gerçekleştirdiği eylerlerde çalışanların sıkıntılarını gündeme taşıdı. Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk Adana’da, Türk Sağlık-Sen Genel Başkanı Önder Kahveci İstanbul’da, Türk Büro-Sen Genel Başkanı Fahrettin Yokuş ve Türk İmar-Sen Genel Başkanı Necati Alsancak İzmir’de, Türk Tarım Orman-Sen Genel Başkanı Ahmet Demirci Samsun’da, Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Nuri Ünal Konya’da, Türk Enerji-Sen Genel Başkanı Celal Karapınar Erzurum’da, Türk Yerel Hizmet Sen Genel Başkanı İlhan Koyuncu Kayseri’de coşkulu kalabalıklara seslendi.

 

Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk Adana’da mitingi düzenledi. Eyleme Türk Eğitim-Sen,Türk Enerji Sen, Türk Haber Sen  Genel Merkez yöneticileri, il temsilcisi, şube başkanları ve çok sayıda sendikalı çalışanlar katıldı.

Adana’da kamu çalışanlarına seslenen Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk, ‘Türkiye anayasasında yazdığı gibi gerçek anlamda bir sosyal devletse, kamu çalışanlarına 1 Ocak 2012’den geçerli olmak üzere yüzde 10 artı 10 zam istiyoruz" dedi.

 

Genel Başkan İsmail Koncuk, Uğur Mumcu Meydanı’nda düzenlenen bölge mitinginde yaptığı konuşmada, Türkiye Kamu-Sen olarak hükümeti uyarmak amacıyla bugün 7 ilde mitingler düzenlediklerini, bundan sonra da sürekli meydanlarda olacaklarım söyledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da bugün Adana’da programlan olduğuna işaret eden Koncuk, mert insanların diyarı olan Çukurova toprağının çok verimli olduğunu belirterek, "Sayın Başbakan’dan Adana’dan memurlarımıza emeklilerimize müjde vermesini bekliyoruz. Memurlar için cumhuriyet tarihinin ilk toplu sözleşme masasını oluşturduk. Toplu sözleşmenin toplu görüşmeden ne farkı var diyecek olursanız ülkeyi yöneten zihniyet aynı olduğu sürece ha toplu sözleşme yapılmış ha toplu görüşme. Önemli olan zihniyetin değişmesidir" dedi. Daha toplu sözleşme masasına oturulmadan bazı bakanların istenilecek zam oranlarına müdahale etmek istediğini vurgulayan Koncuk, "Yıllardır kamu çalışanlarının zammı söz konusu olduğunda bu ülkeyi yönetenlerin bütçe disiplini, mali disiplin, enflasyon azar gibi bahaneleri önümüzü çıkardıklarını biliyoruz. Ama artık kamu çalışanları bu bahaneleri yemiyor" diye konuştu. Elektrik ve doğalgaza yapılan zammı da eleştiren Koncuk, "Türkiye anayasasında yazdığı gibi gerçek anlamda bir sosyal devletse, kamu çalışanlarına 1 Ocak 2012’den geçerli olmak üzere yüzde 10 artı 10 zam istiyoruz. Hiç kimse o toplu sözleşme masasında yüzde 3 artı 3 zammı bize teklif bile etmesin. O teklifi onların suratlarına çarparız" ifadelerini kullandı Tüm kamu çalışanlarından kendi gelecekleri için Türkiye Kamu Sen’e omuz vermelerini, desteklemelerini isteyen Koncuk, "Adana’dan bütün kamu çalışanlarını mücadele etmeye, demokratik haklarımıza, kazanımlarımıza sahip çıkmaya davet ediyorum" dedi. Koncuk, yeni anayasa çalışmalarına da değinerek, anayasanın kamu çalışanlarını ilgilendiren 128. maddesinin değiştirilmek istendiğini, bu madde değiştirilirse bütün kamu çalışanlarının iş güvencesini ve devlet memuru sıfatını kaybedeceğini vurguladı.

 

Genel Başkan İsmail Koncuk kamu çalışanlarının yaşadığı sıkıntıları dile getirdiği konuşmasının tamamı şöyle:

 

"Ailesinin geleceğini düşünmekten gözüne uyku girmeyen, ihmal edilmiş, haksızlığa uğramış, adaletsizliğe uğramış, değerli kamu çalışanları,

 

4/A’lı, 4/B’li, 4-C’li, sözleşmeli, geçici gibi sınıflandırmalarla, hakları her geçen gün budanan, eşinden, anasından, babasından ayrı çalışmak zorunda kalan, ekmeği ile ailesi arasında tercihe zorlanan, cefakâr kardeşlerim,

 

Türkiye Kamu-Sen olarak düzenlediğimiz bu güzel buluşmaya, kutlu mücadelemizin, er meydanına, güçlü sesinizi duyurmaya,

Hoş geldiniz, Şeref verdiniz.

Buraya gelmek, bu meydanı doldurmak; haksızlıkla, hukuksuzlukla, alın terimizi, emeğimizi çalanlarla mücadele etmek, her babayiğidin harcı değildir.

 

Siz; Türkiye Kamu-Sen’in büyüklüğüne inandınız, gücüne güvendiniz, her türlü engeli aşarak buraya geldiniz.

 

Allah sizden razı olsun!

 

Değerli arkadaşlar; çilekeş kamu çalışanları;

 

Siz, burada meydanlarda, hak mücadelesi verirken, birileri sıcak köşelerinde oturuyor.

 

Türkiye Kamu-Sen, bugün Türkiye’nin dört bir yanında tüm kamu çalışanlarıyla yekvücut olmuş,  haksızlıklara “dur” demek için bütün imkânlarını ve gücünü seferber etmişken, bazı sözde sendikalar da başlarını kuma gömmüş, saklanıyor.

 

Biz üyelerimizden aldığımız, çalışanlarımızdan aldığımız, Türk milletinden aldığımız gücü, yine milletimiz için kullanırken; bazıları elde ettikleri imkânları, birilerine dayanak olmak için kullanıyor.

 

İnşallah birlikte, gücümüze güç, sesimize ses katarak, verdiğimiz mücadelede, başarılı olacak, çocuklarımızın geleceğine, alın terimize göz dikenlerden hep birlikte hesap soracağız.

 

Değerli arkadaşlar;

 

Devletinin verdiği görevle, milletine hizmet eden kamu çalışanlarının yaşadığı sıkıntılar, her geçen gün katlanarak artmaktadır.

 

Milletimize, kamu hizmeti sunan çalışanlarımızın sorunları, vahim bir hal almıştır.

 

Sorunlar çözüleceği yerde, her geçen gün yenileri eklenmektedir.

 

Memurlarımız, büyük bir dışlanmışlık ve ihmalle karşı karşıyadır.

 

Hizmetlilerin ek gösterge sorunu; 666 sayılı KHK ile ortaya çıkan yeni adaletsizlikler, eş durumu, tayin, becayiş gibi konularda yaşanan haksızlıklar, kariyer ve liyakat ilkesinin yok edilmesi, çalışanlarımızı canından bezdirmiştir.

 

Kamu çalışanlarımız düşük maaşla, elverişsiz ortamlarda adeta bir sefalet içerisinde hizmet vermeye çalışmaktadır.

 

Emeklilerimiz de düşük maaşla, dışlanmışlıkla yüz yüze kalmakta ve yoksulluk içinde, mutsuz bir hayata mahkûm edilmektedir.

 

Uygulamalar göstermektedir ki; kamuda, bilinen anlamdaki memur istihdamının yerine, sözleşmeli personel çalıştırılması, hızla, asıl istihdam biçimi haline gelmektedir.

 

Kamuda aynı işi yapan, aynı özelliklere sahip ama farklı farklı statülerde çalıştırılan personel vardır.

 

Bu çalışanlarımızın hiçbirinin sahip olduğu haklar, bir diğeri ile aynı değildir.

 

İdarecisi aynı, işvereni aynı, görevi aynı, yaptığı işi aynı ama hakları, maaşları, izinleri, bağlı oldukları kanunları farklı olan bir sistem olur mu?

 

Olmuyorsa, bunun adına hukuk devleti denir mi?

 

Kamu çalışanlarını bile ayırarak, farklı hukuki normlara tabi tutarak, ben adilim, haktan yanayım, bu ülkeyi iyi yönetiyorum diyebilir misiniz?

 

Bütün gerçekler ortadayken, yüzleri kızarmadan bunları diyebilenlere, “devlet adamı” denilebilir mi?

 

Değerli arkadaşlar;

 

Devlet kurumlarında, 657 sayılı kanunun 4/a; 4/b, 4/c, 4/d maddesi,

 

1309 sayılı kanun, 2547 sayılı kanun, 3056 sayılı kanun, 4059 sayılı kanun, 5258 sayılı kanun, 209 sayılı kanun, 5393 sayılı kanun, 540 sayılı KHK, 399 sayılı KHK, 181 sayılı KHK’ya göre çalıştırılan personeller var.

 

Bu çeşit uygulamaların temel amacı, kamudaki istihdam güvencesini yok etmek ve çalışanlarımızı köleleştirmektir.

 

Bugün ne yazık ki, sözleşmeli personelimizin hayatı bir drama dönüşmüştür.

 

Hükümet, çığ gibi yığılan sorunları görmezden gelmektedir.

 

Küreselleşme denilen illet ve onun ülkelere dayattığı ekonomik model, çalışanların iş güvencesinin olmadığı, alınıp satıldığı, kiralandığı, istenildiğinde işten çıkarıldığı bir yapı istiyor.

 

Bu kimseler, devletin vatandaşına parasız hizmet vermesini istemiyor.

 

Onlara göre, her şey özelleşmeli ve para ile satılmalı.

 

Bu sistemde, her çalışanın işsizlikle tehdit edildiği, sendikasız, dayanaksız, güvencesiz ve güçsüz bırakıldığı; düşük ücretli, düşük maliyetli bir istihdam piyasası yaratılmak temel hedeftir.

 

Kamu çalışanlarının iş güvencesinin, elinden alınmaya çalışıldığı bir dönemi yaşıyoruz.

 

Memurluk güvencesinin yok edilmek istenmesi,

 

Sözleşmeli personel çalıştırılması,

 

4/C’li geçici işçilerin sayısının her geçen gün artması,

 

İşsizlerin bir çığ gibi büyümesi, işte hep bu yüzdendir.

 

Bu nedenle, ekonomik krizlerde fatura, çalışanlara çıkartılmakta,

 

Maaşlar düşmekte, işsizlik artmakta,

 

Ama ülkenin kaynağını da, krizin kaymağını da hep aynı kişiler yemektedir.

 

Bugün, kamu çalışanlarının sendikalaşma hakkı engellenmektedir.

 

Yönetime katılma, adil bir ücret alma hakları yoktur.

 

Kurumlar arasındaki ücret adaletsizliği almış başını gidiyor.

 

Maaşlar açıklanan enflasyon kadar artıyor; gerçek enflasyon karşısında eriyor.

 

Değerli arkadaşlar;

 

Hepimizin bildiği gibi toplu sözleşme görüşmeleri 30 Nisan’da başladı.

 

Toplu görüşme dönemi bitti; toplu sözleşme dönemi başladı.

 

Ama sistem de, mantık da, siyaset de aynı olunca, isim değişse bile sonuç da değişmeyecek gibi görünüyor.

 

Çünkü yetkililer yine bilindik açıklamalarına başladılar.

 

Artık gelenek halini almış, “kaynak yok, borçlarımız var, zaten cari açık da çok fazla” mazeretlerini sıralıyorlar.

 

Çocuklarına harçlık dahi veremeyecek duruma gelmiş kamu çalışanlarımızın yüzünü güldürecek bir sonuç için umut besleyen aileler, ne yazık ki Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in bir biri ardına gelen olumsuz açıklamalarıyla, adeta yıkıldılar.

 

Bakanlar, Avrupa’nın ekonomisi kötü birkaç ülkesini örnek gösterip, memurların işten çıkarıldıklarını iddia ederek adeta memurlarımıza gözdağı veriyorlar.

 

Ancak aynı Bakanlar, Avrupa’nın diğer ülkelerindeki ekonomik, sosyal, demokratik ve sendikal hakları hiç gündemlerine almıyorlar, görmezden geliyorlar.

 

Bu yaklaşım, iktidarın memur ve emeklilere nasıl kör baktığının ispatıdır.

 

Eğer AB ve ILO standartlarından bahsedilecekse dünyada bu standartları en son dile getirecek hükümetlerin başında, AKP iktidarı gelmektedir.

 

Türkiye, 2009 yılında ILO’nun en ağır yaptırımlarından biri olan teknik yardım dayatılan ülke konumuna sendikalar nedeniyle düşmemiştir.

 

Sendikal özgürlüklerin önüne siyasi irade tarafından konulan engeller nedeniyle düşmüştür.

 

Kendileri; çalışanlar, emekliler, işsizler ve sendikalar adına hangi ILO standardına uymuşlar, hangi AB kuralını kabul etmişlerdir?

 

Bu tür yaklaşımlar, toplu sözleşme masasını daha başlamadan baskı altına alma, memur ve emeklileri yok sayma girişimleridir.

 

Toplu sözleşme görüşmelerinin ilk gününde de aynı kör anlayışın tezahürleri, pazarlık masasına yansımıştır.

 

Toplu sözleşme görüşmelerinin takvimi ve gündemi kapalı kapılar ardında, yalnızca Bakan ve malum konfederasyon başkanının karşılıklı görüşmesiyle belirlenmiştir.

 

Böyle bir anlayışı kabul etmemiz mümkün değildir.

 

Bu tür davranışlar, şeffaflık ilkesine aykırı, adil ve tarafsız yönetim ilkesine gölge düşüren olumsuzluklar içermektedir.

 

Hiç kimse Türkiye Kamu-Sen’in 400 bin üyesini yok sayarak, bizim yerimize karar veremez.

 

Hiç kimse bizlere kendi kararlarını dayatamaz.

 

Şundan emin olunsun ki hiç kimse bizim olduğumuz hiçbir platformda memurları pazarlayamaz; buna izin vermedik, vermeyeceğiz.

 

Değerli arkadaşlar;

 

Memurumuzun gelecekle ilgili endişeli bekleyişine, her türlü belirsizlik ve umutsuzluğuna son vermek için başlattığımız mücadelede milletçe ellerimizi, gönüllerimizi, saflarımızı ve seslerimizi birleştirdik.

 

Bizler bugün yetkililerin;

 

Üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi için,

 

Tek taraflı uygulamalardan vazgeçerek, tabanın sesine kulak vermesi için,

 

Büyümeden pay vermediği kamu çalışanına, dar ve sabit gelirlilere yanlış ekonomik tercihlerinin faturasını da yüklemekten vazgeçmesi için,

 

Kapsamlı ve adil bir sosyal güvenlik sistemi için,

 

Sağlıkta katılım payı uygulaması ile vatandaşlarımızı soymaktan vazgeçmesi için,

 

Adil bir gelir dağılımı sağlaması için,

 

Ülkemizin kaynaklarını faizciye, rantiyeciye değil, işsizliğe son verecek yatırım harcamalarına aktarması için,

 

Memurlarımızın;

 

Farklı statülerde istihdam edilerek haklarının geriletilmesine “dur” demek için,

 

Onuru, haysiyeti, kariyeri ve kaybettiklerini geri almak için,

 

Anne, baba olarak görevlerini yapabilmeleri için,

 

Hak için, adalet için, daha güzel yarınlar için buradayız.

 

Değerli arkadaşlar;

 

Son 10 yılda kamudaki taşeron şirketlerde çalışan eleman sayısı, 10 binden 467 bine yükseldi.

 

Çağrı usulüne göre, kısmi zamanlı, geçici, esnek istihdam modelleri dayatılmakta, asıl işler vekiller aracılığıyla gördürülmekte, kayıt dışı istihdam hızla artmaktadır.

 

Bu hükümetin istihdam politikası, özelleştirme, sendikasızlaştırma, güvencesizleştirme ve köleleştirmedir.

 

Sözleşmeli personelin dinlenme ve izin hakları ile ilgili sorunlar, insan hakkı ihlali boyutundadır.

 

%53’ü memleketinden; %55’i ailesinden ayrı çalışmak zorundadır.

 

Her iki 4/C’li geçici personelden biri, her gün işini kaybetme korkusu ile yaşamaktadır.

 

Aynı iş yerinde aynı kadroda olup, ayrı birimlerde çalıştıkları için farklı döner sermaye alanlar var.

 

Aynı iş yerinde, birlikte çalışıp, hiç döner sermaye alamayanlar da var.

 

Kardeşlerim;

 

Hangi konuya değinsek elimizde kalıyor.

 

Kime dokunsak bin “ah” işitiyoruz. Hangi taşı kaldırsak, pis kokularla karşılaşıyoruz.

 

Şu günlerde Türkiye Cumhuriyeti’nin fikrî alt yapısının yok edilmek istendiğini, Devletin manevî alt yapısını oluşturan Kurtuluş Savaşı, milli bayramlarımız, öğrenci andı, Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi gibi konularda da kafa karışıklığı yaratılmaya çalışıldığını üzülerek görüyoruz.

 

Devletimize, milletimizin bölünmez bütünlüğüne karşı içeriden ve dışarıdan yapılan saldırıların arttığı, milli değerlerimize hakaret edenlerin prim yaptığı, makbul sayıldığı bir dönemi yaşıyoruz.

 

Milli devlete, milli kimliğe ve milliyete karşı alternatif kimlik ve mahalli egemenlik alanları açmak, demokratikleşme bahanesiyle milli devleti yok etmek isteyenlerin, anayasa değişikliği üzerinden bir kampanya yürüttüklerini görüyoruz.

 

“Anayasa değişecekse; geniş bir katılım sonucunda demokratik esaslara uygun şekilde hazırlanmış, memurların, işçilerin, çiftçilerin, tarım kesiminde çalışanların, işsizlerin, sendikaların, sendikasız çalıştırılanların, emeklilerin, dul ve yetimlerin, işverenlerin, kadınların, çocukların, engellilerin, öğrencilerin, küçük esnafın, yargının, basın çalışanlarının, gazilerin ve bu ülke için canını vermiş şehit ailelerinin hassasiyetlerini yansıtan bir anayasaya varız.

 

Emeklilere de sendika hakkı tanıyan, kamu görevlilerine grev hakkı getiren, toplu sözleşmeyi kısıtlayan düzenlemeleri kaldıran, devletin asli ve sürekli görevlerinin yalnızca kadrolu kamu görevlileri eliyle gördürülmesini öngören, herkesin kendisi ve ailesine yetecek bir ücret alma hakkına kavuşturan, örgütlenmenin önündeki engelleri kaldıran, sosyal devlet ilkesini, hukuk devleti niteliğini güçlendiren bir anayasaya varız.

 

Eğitim dilinin Türkçe olduğuna ve Türklüğü reddeden değil, üst kimlik olarak Türklüğe vurgu yapan bir anayasaya varız.

 

Ama milli birliğimiz yok edecek, etnik ayrımcılıklar yoluyla ülkemizi ayrıştırmaya götürecek, toprak bütünlüğümüzden taviz vermemize neden olacak bir anayasa hayali kuranlar karşılarında bizi bulurlar, milletimizin çelikleşmiş iradesini bulurlar.” diyoruz. 

 

Çocuklarımızın her sabah büyük bir gururla ve inançla okuduğu; Türk milletini karanlık işgal günlerinden bugünlere taşıyan Mustafa Kemal Atatürk’e, milli kimliğimize, Türklüğe vurgu yapan, büyüklere saygı, küçüklere sevgi göstermeyi öğütleyen, “Öğrenci Andının” kaldırılmak istendiğini duyuyoruz.

 

Türkiye Cumhuriyeti’nin ne denli zor şartlar altında kurulduğunu anlatan ve yalnızca Atatürk’ün değil ecdadımızın vasiyeti olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek hür ve bağımsız yaşaması irademizin dile getirildiği “Gençliğe Hitabe”nin hafızalarımızdan silinmek, burada savunulan değerlerin de yok edilmek istendiğini biliyoruz.

 

Geçmişi olmayan, tarihini bilmeyen, hafızasız, tepkisiz ve değersiz bir yığın haline getirilmek istenildiğimizin farkındayız.

 

Yapboz tahtasına dönmüş eğitim sisteminde çocuklarımızın, gençlerimizin 8 yıllık kesintisiz eğitim, kredili sistem, 4 + 4 + 4 gibi anlamsız formüller ve kişisel inatlara heba edilmesine üzülüyoruz.

 

Elbette çocuklarımızın, gençlerimizin dinimizi öğrenmesinden, Kuran-ı Kerim dersi almasından yanayız.

 

Meclis Genel Kurulu’nda kabul edilen Kuran-ı Kerim ile Hz. Muhammed (s.a.v.)’in hayatının seçmeli ders olmasını gönülden destekliyoruz.

 

Ancak 4 + 4 + 4 sistemiyle, 80 yıllık tecrübelerimizin çöpe atılmasına anlam veremiyor, bu anlamsız içi boş sistemin, eğitim sistemimizi kaosa sürükleyeceği endişesini taşıyoruz.

 

 

 

Değerli arkadaşlar;

 

Yıllardır uygulanan politikalar sonucunda, memurların maaşları yetersiz hale getirilmiş, kamudaki ücret adaletsizliği artmış ve eşit işe eşit ücret getirmesi için çıkarılan uygulamalar yeni adaletsizlikler doğurmuştur.

 

Özellikle dünyanın tüm ülkesinde en yüksek maaş alan öğretmen ve öğretim görevlilerinin, bu kararnameyle Türkiye’de neredeyse en düşük maaş alan kesim haline getirilmesi kabul edilemez.

 

Kamu görevlilerinin büyük çoğunluğunu oluşturan 700 bin öğretmen başta olmak üzere, din görevlisi, hekim dışı sağlık personeli, PTT çalışanı, araştırmacı, polis, subay, ast subay, profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisini yok sayarak hiçbir maaş artışı getirmeyen bir uygulama, adalet sağlayamaz.

 

Uzmanlar arasında merkez-taşra; kariyer ve normal gibi ayrımlar içeren bir uygulama, adalet sağlayamaz.

 

KİT’lerde çalışan personeli görmezden gelen, birçok personelin ek ödeme miktarını düşüren bir uygulama, adalet sağlayamaz.

 

6 bin Lira maaş alan bir müsteşara 771 TL, açlıkla pençeleşen memura 18 Lirayla, kamuya adalet getirmeye çalışanların adalet anlayışı olamaz.

 

En düşük maaş alanla en yüksek maaş alan kamu görevlisi arasındaki makası 4,5 kattan 6 kata çıkaran bir uygulamanın sahipleri, “Biz bunu ücret adaleti için yaptık.” diyemez.

 

Bugün 1 milyondan fazla memurumuz ailesinin geçimini sağlayacak kadar ücret alamamaktadır.

 

Memurlarımız, olumsuz çalışma koşullarına, elektriksiz, telefonsuz, masasız iş yerlerine, sobasız, kömürsüz, odunsuz dersliklere mahkûm edilmişlerdir.

 

Bütün bu söylenenlerden ve yapılanlardan sonra memurlarımız, kendilerini dışlanmış ve geri plana itilmiş hissetmekte, ancak etkili, verimli ve güler yüzlü hizmet sunmaya gayret etmektedirler.

 

Memurlarımıza karşı başlatılan bu kampanyanın neticesinde, bütün bu olumsuz şartlar altında dahi milletimize hizmet etmeye çalışan sağlık personelimiz, öğretmenimiz, güvenlik görevlilerimiz, zabıtamız, müfettişlerimiz başta olmak üzere tüm kamu çalışanlarımız darp edilmekte, bıçaklanmakta, acımasızca katledilmektedir.

 

Ne acıdır ki, bu çağdışı muameleyi dahi sona erdirmek için hiçbir girişimde bulunulmuyor.  

 

Bilinmelidir ki, memurun mutluluğu millete, milletin mutluluğu da devletimize yansır.

 

Bu gün herkes, yüzünün güldürülmesini bekliyor.

 

Bu gün bütün memurlar, taleplerine karşı sıcak bir yaklaşım bekliyor.  

 

Bu gün memurumuz, elinden alınan itibarının iadesini bekliyor.

 

Bizler kamu çalışanları olarak hiç kimsenin hakkını istemiyoruz.

 

Hak ettiğimizden fazlasını da istemiyoruz.

 

Herkesin kendisine ve ailesine yetecek kadar ücret alması için çaba sarf ediyoruz.

 

Eldeki kaynakların adil dağıtılmasını istiyoruz.

 

2011 yılında yapılması gereken toplu sözleşmeler; siyasetçilerin vurdumduymaz tavırları, boş vermişlikleri, memurları ikinci plana atmaları, önceliği farklı kesimlere vermeleri nedeniyle 1 yıl gecikti.

 

Tam 5 aydır zamsız maaşa mahkûm edildik.

 

TÜİK açıkladı: Ocak-Mart arasında üç aylık enflasyon %3. Bir yıllık enflasyon ise %11.

 

Ek ödemelerde yapılan kısmi düzenlemeyi saymazsak, Temmuz 2011’den bu yana, yani 9 aydır, maaş zammı alamadık, adeta unutulduk.

 

Son bir yıl içinde sivri biber %185, dolma biber ve patlıcan %128, mandalina %102, salatalık %95, nohut %65, marul %64, yumurta %52, tavuk eti %38, sabun %33, deterjan %27 zamlandı.

 

Türkiye İstatistik Kurumu diyor ki; Nisan ayında giyim eşyalarına %13; kiraya %3 zam geldi.

 

Son bir yılda kira %13, giyim eşyası ve gıda ürünleri %12 zamlandı.  

 

Ama Maliye Bakanlığı, memurun alım gücü arttı diyor.

 

Hem maaşlara hiç zam yapmayacaksın; hem de “memurun alım gücü arttı diyeceksin.”

 

Bu nasıl bir adalet anlayışıdır? Bu nasıl bir devlet yönetmektir? Bu nasıl devlet adamlığıdır?

 

Değerli arkadaşlar;

 

Bu yalana, bu aldatmacaya artık bir son vermenin zamanı gelmiştir.

 

Kamu çalışanlarının sorunlarını haykırmanın ve “adalet istiyoruz” demenin zamanı gelmiştir.

 

Türkiye İstatistik Kurumundan alınan verilere göre, memur maaşlarında büyük oranlı erimeler söz konusudur.

 

Aralık 2010 ile Mart 2012 arasında memur maaşları tavuk eti karşısında %10,3; yumurta karşısında %19; nohut karşısında %25,2; mandalina karşısında %38,8; sivri biber karşısında ise %56,8 oranında değer kaybetmiştir.

 

Aralık 2010’a göre, Mart 2012’de tavuk etini 22,4 kg, yumurtayı 979,8 adet daha az aldık.

 

Bu dönemdeki zarar nohutta 70,1 kg, sivri biberde 317 kg, çarliston biberde 259,4 kg, patlıcanda 314,1 kg, salatalıkta 267,5 kg, mandalinada ise 335,9 kg oldu.

 

Memur maaşı, doğalgaz karşısında da %8,4 eridi.

 

Sayın Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, toplu sözleşme masasına makul taleplerle gelmemizi istemiştir.

 

Yaşamın bu denli pahalılaştığı bir dönemde, Hükümet bir yılda benzine %23, mazota %24, kömüre %26, doğalgaza %34, elektriğe %19 zam yaparken ne kadar makul davranmıştır?

 

Memurların daha ne kadar makul olmasını beklemektedir?

 

Şundan emin olunsun ki; Türkiye Kamu-Sen’in talepleri, Hükümetin yaptığı zamların daha üzerinde değildir.

 

Bizler hakça bir paylaşım, adil bir gelir dağılımı istiyoruz.

 

Amacımız kamu çalışanlarını açlık sınırından kurtarmak ve insanca yaşayabileceği bir ücrete kavuşturmaktır.

 

OECD ülkeleri içinde en zengin kesimle en yoksul kesim arasındaki uçurumun en büyük olduğu, gelir dağılımının en bozuk olduğu, yoksulluk oranının en yüksek olduğu ülke konumundan kurtulmak istiyoruz.

 

Açlık sınırı 1272; yoksulluk sınırı ise 1653 TL’ye yükselmiştir. Dört kişilik bir aile, yalnızca mutfak masrafı ve ev kirası için aylık 1302 liraya ihtiyaç duyduğu bir ortamda, memurlarımız ve emeklilerimiz tam anlamıyla kaderiyle baş başa bırakılmıştır.

 

Bu gelişmeler ışığında, bu yıl yetkililerden iyi niyetli yaklaşımlar bekliyor ve mazeret üretmek yerine çözüm üretmelerini diliyoruz.

 

Değerli arkadaşlar,

 

Sorunlar yalnızca eğitimde, sağlıkta mı? Büroda, ulaşımda, imarda, enerjide, tarım-orman işlerinde, kültür-sanat alanında, yerel yönetimlerde, haberleşme, diyanet çalışanları, hangi alana bakarsak orada bir sorunla karşılaşıyoruz; çalışanlarımızın ezildiğini görüyoruz.

 

 “İşsizlik azaldı.” diyorlar: OECD’nin son raporuna göre, işsizliğin en yüksek olduğu ikinci ülke; nüfusa göre, en az çalışanın olduğu birinci ülke Türkiye.

 

Avrupa’da bir kişi çalışıyor; 1,5 kişiye bakıyor. Türkiye’de bir kişi çalışıyor; üç kişiye bakıyor.

 

“Kişi başına gelir 10 bin doları geçti” diyorlar: Resmi raporlara göre, OECD içinde yoksulluğun en yoğun olduğu üçüncü ülke Türkiye.

 

“Ülke gelişti” diyorlar: Kaymağını kendileri yiyorlar. Gelir dağılımı en bozuk, en kötü üçüncü ülkeyiz.

 

Değerli arkadaşlarım;

 

Türkiye Kamu-Sen olarak, bu gerçeği görüyor ve herkesi geleceğine sahip çıkmaya davet ediyoruz.

 

Sırça köşklerde oturup, gerçekleri görmezden gelerek, kanunlar hazırlayıp, iş güvencemizi elimizden alanlardan, aileleri parçalayanlardan, çocuklarımızı taşeron şirketlerin kölesi yapmak isteyenlerden, mutlaka hesap sorulmalıdır.

 

Çalışanlarımızı bu açmazlardan kurtarmanın bir tek yolu vardır.

 

İktidar bu sesi duyup, bir kere de hayırlı bir işe imza atmalıdır.

 

Türkiye Kamu-Sen olarak, yolu açın,

 

Çalışana hizmet edin,

 

Zulme son verin,

 

Hakkı teslim edin diyoruz.

 

Meydanlarda hak verilmez alınır, düsturuyla taleplerimizi haykırıyoruz.

 

Bu anlayışımız çerçevesinde, çalışanların temsilcisi, hakkın savunucusu olarak, bugün de burada toplandık.

 

Çünkü bizim tek derdimiz, çalışanların haklarını korumak ve daha ileriye götürmektir.

 

Çalışma hayatlarında mutlu olmalarını sağlamaktır.

 

Bizim sendikacılığımızın özü de, kökü de budur.

Bu nedenle herkesi emeğe saygıya, hakkı hak edene teslim etmeye çağırıyor; bu meydandan bir kez daha gür bir sesle, çalışanların çilesine son verin diyoruz.   

 

Biz, her sabah uyandığımızda “acaba yarın da çalışacağım bir işim olacak mı?” diye endişelenmek istemiyoruz.

 

Biz, kaderimizin, siyasetçilerin, idarecilerin, patronların iki dudağı arasına hapsedilmesini istemiyoruz.

 

Biz, çocuklarımızın taşeron firmaların esiri haline getirilmesini istemiyoruz.

 

Biz, sözleşmeli kölelik istemiyoruz.

 

Biz, çocuklarımızın geçici işlerde, günübirlik çalışmayla yaşam mücadelesi vermesini istemiyoruz.

 

Biz, insan onuruna yaraşır bir hayat, ailemize yetecek kadar bir ücret istiyoruz.

 

Ailemizle birlikte, annemiz, babamız, eşimiz ve çocuklarımızla bir arada yaşama hakkımızı istiyoruz.

 

Biz, mutlu, huzurlu ve güvenli bir hayat istiyoruz.

 

Biz, sendikal haklarımızı istiyoruz.

 

Biz, geleceğimize sahip çıkılmasını istiyoruz.

 

Buna göre Toplu sözleşme görüşmelerinde ilk olarak;

 

Memur maaşını oluşturan bütün kalemler ile ek ödeme, döner sermaye ve diğer ödemelerin de emekli keseneğine dâhil edilmesini istiyoruz.

 

Kamu görevlilerinin emekli ikramiyesi için öngörülen 30 yıl sınırlamasının kaldırılmasını, bu yolla her çalışanın çalıştığı süre ile orantılı olarak emekli ikramiyesi almasını talep ediyoruz.

 

Yardımcı hizmetler sınıfında çalışan personelin tamamının, bir defaya mahsus sınavsız olarak memurluğa geçirilmesini istiyoruz.

 

Güvenlik görevlilerimizin yıpranma payı, silah tazminatı gibi sorunlarının tamamının çözülmesini amaçlayacak taleple toplu sözleşme masasına gidiyoruz.

 

2012 yılının Ocak ayında memur maaşlarına artış yapılmaması nedeniyle tüm kamu görevlilerine, geciken süre ile orantılı olarak gecikme faizi ödenmesini istiyoruz.

 

2012 yılı için ise Ocak ayından itibaren geçerli olmak üzere tüm kamu görevlilerinin ve emeklilerin maaşlarına taban aylığa yansıyacak şekilde aylık 100 TL net zam ve buna ilaveten tüm kamu görevlilerine ve emeklilerine 2012 yılı için birinci ve ikinci aylık dilimlerde ayrı ayrı %10’ar (%10+10) maaş artışı talep ediyoruz.

 

Sayın Başbakan, dindar nesil yetiştirmek istediğini her fırsatta dile getirmektedir.

 

Ancak dindar nesilleri yetiştirecek olan aileler, ekonomik yokluklar içinde Dini Bayramlarımızın coşkusunu ne kendileri yaşayabilmekte, ne de çocuklarına ve torunlarına yaşatabilmektedirler.

 

Memurlarımızın Dini Bayramlarımızı gönül rahatlığı içinde geçirebilmeleri, hacca gitmek, kurban kesmek, bayram ziyaretlerine gitmek, hediyeleşmek gibi dini vecibelerini rahatlıkla yapabilmeleri ve dindar nesil yetiştirebilmeleri için, yılda iki kez Dini Bayramlar öncesinde, tüm kamu görevlilerine brüt asgari ücret tutarında (886,5 TL) “Bayram İkramiyesi” istiyoruz.

 

Ek gösterge ile ortaya çıkan adaletsizliklerin giderilmesini, Yardımcı Hizmetler ve Genel İdare Hizmetleri personelinin ek gösterge sorunlarının çözülmesini, en düşük ek gösterge rakamının 2200 olarak belirlenmesini ve tüm ek gösterge rakamlarının 800’er puan artırılmasını talep ediyoruz.

 

Özel hizmet tazminatında yaşanan adaletsizliklerin giderilmesini istiyoruz.

 

666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ortaya çıkan ek ödeme sorunlarının giderilmesini istiyoruz.

 

Kamuda istihdam yapısını değiştiren, iş güvencesini yok eden 4-b ve 4-c statüsünde eleman çalıştırma, vekil ebe, vekil imam, sözleşmeli öğretmen uygulamasından bir an önce vazgeçilmesini bu statülerde çalışan tüm kamu çalışanlarının kadroya geçirilmesini sağlayacak taleplerle toplu sözleşme masasına gidiyoruz.

 

18 yaşını dolduran çocuklarımızın öğrenimlerine devam edememeleri durumunda ödemek zorunda kaldıkları Genel Sağlık Sigortası Primi uygulamasına son verilmesi,

 

Engelli personelimizin işyerinde yaşadığı sorunların çözülmesi için gerekli her türlü hazırlığımızı yaptık.

 

Elektriğe, gıdaya, benzine, mazota, giyime, kiraya, kısacası iğneden ipliğe kadar yapılan zamlar ortadadır.

 

Teşvik sistemi ile iş adamlarına verilmesi kararlaştırılan teşvikler de ortadadır.

 

İş adamlarına karşılıksız teşvik verenler, memurların emeklerinin karşılığını vermek zorundadır.

 

Ekmek için emek harcayan, gönlü bizimle beraber olan ve meydanları dolduran yiğit mücadele arkadaşlarım;

 

Tarihinde ilk defa yeni yıla maaş zammı alamadan girdin. Tam 5 aydır da zamsız maaşla yaşamak zorunda bırakıldın.

 

Eşit işe eşit ücret getireceği iddia edilen 666 sayılı KHK ile yeni mağduriyetler yaşadın.

 

Yanlış hazırlanmış mevzuat nedeniyle, emekli olduğunda aldığın maaşın, yarı yarıya azaldı ve açlığın pençesine düştün.

 

Seninle aynı süre çalışıp emekli olan bir işçinin yarısı kadar emekli ikramiyesi alabiliyorsun.

 

Toplu sözleşme hakkın 2010 yılında Anayasal güvenceye alındığı halde, Toplu Sözleşme Kanununu çıkarmadıkları için bu hakkını kullandırmadılar.

 

Yıllardır yaşadığın sorunları görmezden geldiler.

 

Sen hep sustun; ama ARTIK YETER!

 

Yıllardır uygulanan yanlış ücret politikalarına “dur” demek için,

 

İnsan onuruna yaraşır bir hayat için,

 

Hakça bir paylaşım, adil bir gelir dağılımı için,

 

Türk memurunu yok sayan, sorunlarımıza çare üretmeyen, önümüzü tıkayan ve bizlere başka çıkar yol bırakmayanlara karşı,

 

Memuruyla, emekli, dul ve yetimiyle tüm vatandaşlarımızın feryadını duyurmak için,

 

Daha iyi hizmet sunabileceğimiz bir çalışma ortamının sağlanması için,

 

Milletvekili maaşlarına %45, üst düzey bürokratlara %30 maaş zammı yapıp; bizlerden aldıkları vergileri, lojman kiralarını, yemek ücretini, kreş ücretini %10’un üzerinde artırıp, memurlara %3 + %3 zammı reva görenlere “Artık Yeter!” demek için,

 

Sorunlarımızı görmezden gelen, verdiği sözde durmayan, attığı imzaya sahip çıkmayan ve bizlere her defasında sokağı işaret edenlere, güçlü bir ses vermek için,

 

Toplu sözleşme hakkımızı sonuna kadar kullanmak ve haklı taleplerimizi kabul ettirmek için,

 

Bu güzel buluşmaya gelen, gelemeyip yüreğini buraya gönderen tüm üyelerimize ve çalışma arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ediyorum.

 

Bugün buraya toplanan ve gücünün yettiğince haykıran kamu görevlisi arkadaşlarımız bir kez daha dosta düşmana ispatladılar ki, hiç kimse bu milleti köleleştiremez; köleleştiremeyecek.

 

Bu kutlu mücadelede, bizimle birlikte olan, hakkın, hukukun ve doğrunun yanında olan herkese selam olsun.

 

Meydanlara yüreği yetenler iner. Sizler yüreğinizi ortaya koydunuz, emeğinizin karşılığı için buralara geldiniz.

 

Bu eylem daha güzel yarınlara kavuşmak içindir.

 

Bu eylem, memurlarımız için yeni bir silkiniş, bir şahlanıştır.

 

Bu eylem memurları yok sayan, yok etmek için gün sayanlara büyük bir derstir.

 

YAŞASIN BU EYLEMDE BİZİ YALNIZ BIRAKMAYANLAR!

 

YAŞASIN TOPLU SÖZLEŞMELİ, GREVLİ SENDİKAL HAK MÜCADELEMİZ!

 

YAŞASIN TÜRKİYE KAMU-SEN!

 

“HAKLIYIZ, HAKKIMIZI ALACAĞIZ VE MUTLAKA KAZANACAĞIZ” diyor, hepinize saygılar sunuyorum. "

 

5 MAYIS ADANA MİTİNGİ VİDEOSU İÇİN TIKLAYINIZ 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Son Haberler

TARLADA İZİ OLMAYANIN HASATTA YÜZÜ OLMAZ!

Genel Başkanımız Talip Geylan, Genel Başkan Yardımcımız Selahattin Dolgun ile birlikte  13-14 Aralık 2024 tarihlerinde Ordu ve Trabzon’da ziyarette bulundu.

ARALIK AYI ÜNİVERSİTE E-BÜLTENİ YAYINDA

Aralık ayı üniversite bültenimizi yayımladık! Sendikamızın güncel faaliyetlerini, eğitim dünyasındaki gelişmeleri ve üyelerimize yönelik...

ÖMK KILAVUZU YAYINLANSIN, ÖĞRETMENLERİMİZ DAHA FAZLA MAĞDUR EDİLMESİN!

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan, Bengü Türk Tv’de “Söz Hakkı” programına katılarak, eğitim gündemine dair önemli açıklamalar yaptı.

5. ULUSLARARASI TÜRK DÜNYASI EĞİTİM BİLİMLERİ VE SOSYAL BİLİMLER KONGRESİ SONUÇ BİLDİRGESİ

Türk Eğitim-Sen ve Uluslararası Avrasya Eğitim Sendikaları Birliği işbirliğinde “Ziya Gökalp’in Vefatının 100. Yılı Anısına” 21-24 Kasım 2024 tarihinde Antalya/Türkiye’de düzenlenen 5. Uluslararası Türk Dünyası Eğitim Bilimleri ve Sosyal Bilimler Kongresi, yüz yüze çevrimiçi oturumlar şeklinde başarı ile gerçekleştirilmiştir.