100 YIL ÖNCE TBMM’NİN KURULUŞU; YENİDEN ERGENEKON’DAN ÇIKIŞIMIZDIR…!

Türk tarihinin tozlu sayfalarında pek çok zaferin olduğu kadar nadir de olsa istenmeyen sonuçların yaşandığı muayyendir.  Dünya tarihi içinde müstesna bir yer tutan Türk tarihini kronolojik olarak takip ettiğimizde başarı eğrisi inişler ve çıkışlar gösterse de Türk’ün pratikliğine, azmine, teşkilatçılığına ve kahramanlığına sahip milletler yeryüzünde oldukça sınırlıdır. Tarihte işler iyi gitmediğinde, hatta hasımlarının bu defa bitti dediği pek çok hadisede Türk Milleti kendisine mevzilenip toparlanacak yeni bir Ergenekon bulmuş, adeta kendisine dayatılmaya çalışılan kaderi, ya da masa başında yazılan antlaşmaları tıpkı bir paçavra gibi yırtarak hasımlarının suratına atıp küllerinden yeniden doğmuştur.

İnsan hayatının nasıl dönemleri var ise milletlerin hayatında da önemli basamaklar ve dönüm noktaları bulunmaktadır. Milletlerin geçmişte göstermiş oldukları inisiyatifler ve kazandıkları başarılar millî hafızada taşınıp gelecek nesillere aktarıldıkça millî romantizmin canlı tutulması mümkün olmaktadır. Millî romantizm tarihin ve güncel şartların size sunmuş olduğu durumu yüreğiniz, inancınız ve millî birliğiniz ile tersine çevirmenin sözlüklerdeki karşılığı olarak yer almaktadır. Türk milletinin tarihinde Ergenekon’dan çıkış olmasa idi 1071 Malazgirt zaferi olmaz idi. Malazgirt Zaferi olmasa idi çağ kapatıp çağ açan İstanbul’un Fethi gerçekleşmez idi, İstanbul Fethedilmese idi, Çanakkale Destanı olmaz idi. Bütün maddi imkanlara ve sayıca üstünlüğe karşı inanç, iman ve mefkurenin zaferi olan Çanakkale Destanı yaşanmasa idi yeni Türk devleti’nin kuruluşu mümkün olmaz idi. Atatürk’ün, Muhtaç Olduğun Kudret Damarlarındaki Asil Kanda Mevcuttur..! sözü işte bu durumun açık bir göstergesidir. Türk milletinin millî birikimi ve azmi karşılaştığı her zorluğu yenmeye muktedirdir. Milletimizin kalıtımsal hafızası imkânsızlıklardan imkân yaratmaya, hezimetlerden zafer doğurmaya, küllerinden çakan kıvılcım ile yeni bir özgürlük ve bağımsızlık ateşi yakmaya talimlidir.

Bundan yüzyıl önce de Türk milleti içinde bulunduğu olağanüstü zor şartlara ve kısıtlı imkânlara rağmen işte böyle zorlu bir sınavı alnının akıyla vermiş, kendisine biçilen kefeni ve hazırlanan kurşun tabutu parçalayıp atmıştır. 1914’de başlayan 1. Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti için 1918 Mondros Ateşkes Antlaşması ile bitmiş oldu. Son derece ağır hükümler içeren bu ateşkes antlaşması aslında itilaf devletleri için tatmin edici olmamış 1920’de Sevr Antlaşması ile daha ağır hükümleri kabul ettirebilmek amacıyla ateşkes adlı barış antlaşması sürecinde Osmanlı Devleti’ni işgal etmeye ve parçalamaya başlamışlar idi. Osmanlı Devleti bu durum karşısında halkın tepkisini kontrol edebilmek amacıyla Nasihat Heyetleri oluşturarak Anadolu’nun dört bir tarafına gönderdi. Bu heyetlerin çalışmasına rağmen işgallere ve egemenlik haklarının kaybedilmesine engel olmak için Türk milletinin millî hafızası tepki vermekteydi. Bölgesel direniş cemiyetlerinin kurulması ile başlayan süreç Anadolu’da yeni bir oluşumun yeni bir Ergenekon’un kıpırtıları idi.

Anadolu’nun pek çok yerinde bağımsızlığımızı sonlandıracak antlaşmaya ve işgallere karşı bir millî mücadelenin başlaması Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkması ile bir sistem dâhilinde devam etmiştir. 21-22 Haziran 1919’da yayınlanan Amasya Genelgesi’ne damga vuran “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır..! ilkesi; Türk milletinin önemli donanımının hatta en büyük sermayesinin, bağımsızlığa olan aşkı, egemenliğine olan tutkusu ile bunlara hangi şart altında olursa olsun ulaşabilme azmi ve kararlılığının bir göstergesidir. Bu şiar geçmişten günümüze Türk milletinin bıçak kemiğe dayandığında, imkân ve şartlar ne olursa olsun vazifeye atılmak için tereddüt etmediğine olan inancın bir simgesidir. Böylece Türk milletinin egemenliğine dayanan yeni bir mücadele ve onun sonucu olarak doğacak Türk devletinin başlangıcı yolunda ilk adım atılmıştır.

Amasya Genelgesi, Erzurum Kongresi, Balıkesir ve Alaşehir kongrelerinin ardından Sivas Kongresi’nin toplanması ta ki Mudanya ve Lozan antlaşmaları ile sonlanacak Türk millî mücadelesi, yeni bir ivme kazanmış oldu. Bilhassa Sivas Kongresi’ne katılan delegelerin sayısı ve temsil ettikleri bölgeler düşünüldüğünde millî bağımsızlık için milletin yekvücut olduğu değerlendirilebilir. Mebusan Meclisi’nin 28 Ocak 1920’deki gizli bir oturumda Misak-ı Millî adı verilen Türk bağımsızlık hareketinin manifestosu niteliğindeki altı maddelik bir bildiriyi kabul etmesi neticesinde İstanbul Hükümeti tarafından Mebusan Meclisi kapatılmıştır. Bu bildiri karşısında İngilizlerin tepki olarak İstanbul’u işgal etmesi üzerine Ankara’da bir meclisin kurulması ve bağımsızlık mücadelesinin buradan yürütülmesi ihtiyacı hâsıl olmuştur. 

Anadolu işgal ve savaşlardan kurtulabilen ve Türk bağımsızlığına inanan asker, kanaat önderi, delege, her kim var ise bağrına basmış yeni bir mücadele çınarının filizini oluşturmuştur. Ankara’da kök salan yeni filiz, tutuklamalardan ve baskılardan kurtulan herkesin burada Mustafa Kemal Paşa’nın etrafında haleler oluşturmasına imkân vermiştir. Milletin umudu olarak Ankara’nın kabul görmesi ve toplumsal talep neticesinde Mustafa Kemal Paşa, Ankara’da bir meclisin toplanıp kurtuluş mücadelesini bu meclisin yürütmesini öngörmüştür. Bu doğrultuda illerin kolordu komutanlıklarına gönderilen telgrafta 66 sancak için her sancağın bir seçim bölgesi kabul edilerek her sancaktan beş vekilin seçilip Ankara’ya bildirilmesi ve bu vekiller ile Ankara’da millî bir meclisin kurulacağı ifade edilmiştir. Yapılan seçimler neticesinde halk tarafından belirlenen vekiller 11 Nisan 1920 de Ankara’da bir görüşme gerçekleştirmiştir. Demokrasi’nin tecellisi ve toplumsal uzlaşının bir göstergesi olarak toplanan mebuslar marifetiyle kurulan meclis, Türk bağımsızlık hareketine ülke çapında geniş bir desteğin olduğunun da göstergesi olarak değerlendirilebilir. Böylece Türk devlet geleneğinde yer alan istişare, feraset ve ortak akıl mekanizmasını işletme ilkesi bir kez daha millet olarak geçmiş olduğumuz dikenli darboğazda bizleri felaha eriştirmiştir. 

Ergenekon Destanı’nda yer aldığı gibi zor duruma düşen ve Ergenekon’da toplanıp güçlenen Türk milletinin fertlerinin tarih sahnesine tekrar çıkarak, yeniden bağımsızlıklarını kazanıp müesses nizamlarını tesis ederek, kaldıkları yerden devam etmesinin farklı bir örneği Türk kurtuluş mücadelesinde kendisini göstermiştir. 23 Nisan 1920 Cuma günü Hacı Bayram Camii’nde kılınan cuma namazının ardından vekiller, askeri ve resmi erkân ile birlikte cami cemaati ilk meclisin önüne gelerek yapılan dualar ve kesilen üç kurbanın ardından kapıya bağlanan kırmızı beyaz kurdelelerin Mustafa Kemal Paşa tarafından kesilmesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmış ve ilk toplantısını en yaşlı üye sıfatı ile Sinop Milletvekili Şeref Bey’in başkanlığında o gün 13.45’te yapmıştır.

Bu toplantının açılış konuşmasında Şeref Bey; işgale ve esarete baş eğilmeyeceğini, tam bağımsızlığın ezelden beri hür yaşayan Türk milletinin kararı ve hedefi olduğunu belirterek bu amaçla milletinin bu irade neticesinde vekillerini toplayarak Yüce Meclisi vücuda getirdiğini ifade etmiştir. Yüce Allah’ın yardımı ile Türk milletinin içte ve dışta tam bağımsızlığı tesis etmeyi hedeflediğini bunu bütün dünyaya ilan ettiğini ifade ederek meclisi açmıştır. Mustafa Kemal Atatürk olağanüstü yetkilerle donatılan meclisin hem İstanbul’dan kurtulabilen vekiller hem de sonradan seçilen vekillerden oluştuğunu ve bu vekillerin hepsinin eşit şartlarda görev yapacağını belirterek köklerinden güç alan ama hedefleri doğrultusunda değişimi tesis edebilen Türk milletinin kararlılığını bir kez daha vurgulamıştır. Meclis Başkanı olarak 24 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa seçilmiş, ardından meclis hükümeti kurulmuştur. Böylece Millî Mücadele’nin doğal lideri, hukukî anlamda da meclis başkanlığı ile vekiller heyetinin de başkanlığına seçilerek, resmî ve meşru liderlik kimliğini tamamlamıştır.

Birinci Meclis, Kurucu Meclis, Kuvayı Milliye Meclisi, Büyük Millet Meclisi gibi farklı adlandırılmalara tabi tutulsa da Türk milleti tarafından Millî Mücadele’yi gerçekleştirmek amacıyla kurulan bu yapı, binlerce yıllık Türk Devlet geleneği ve toplumsal aklının 20. Yüzyılın başında üretmiş olduğu zamanın ruhuna uygun bir tedavi reçetesidir. 19 Mayıs 1919 ile başlayan millî çözüm arayışları neticesinde Anadolu’dan Ankara’ya ulaşan “Kuva-yı Milliye’yi amil, İrade-i Milliye’yi hakim kılmak esastır.” ilkesi meclisin de parolası olmuştur. 8 Şubat 1921 tarihli bakanlar kurulu kararnamesine yazılması ile “Türkiye Büyük Millet Meclisi” adı kalıcılık kazanmıştır. Bundan sonra Türkiye adı resmi olarak kullanılmaya başlanmış, millî devletin doğum sancıları artık gün yüzüne çıkmıştır. Bu durum 1400 yıl sonra tekrar devlet adında ilk defa Türk isminin geçmiş olması bakımından da ayrıca önemli olarak değerlendirilmelidir. Artık 29 Ekim 1923’e kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Hükümeti hem içte hem dışta millî mücadeleyi aktif olarak yönetmiş, Egemenlik Kayıtsız Şartız Milletindir, şiarıyla Türk milletinin kaderini Türk milletinin kararı doğrultusunda şekillendirirken vatanın bölünmez bütünlüğünü de sağlamaya çalışmıştır.  

23 Nisan 2020 yılında 100. yılını kutlayacağımız Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu, Türk milletinin savaş meydanlarında uyguladığı turan taktiğinin, Türk destanlarında ve millî hafızasında yaşayan, milletin kendi içinden kendi kahramanlarını çıkarıp, zorlukların üstesinden gelecek çözümleri ürettiği Ergenekon’un 20. yüzyılda farklı bir tecellisi olarak değerlendirilebilir. Mondros ile başlayan, Sevr ile kurşun bir tabuta koyularak, düşmanları tarafından tarih sahnesinden silinmesi arzulanan Türk milletinin yok edilme süreci; TBMM’nin kuruluşu ile yeni bir destanın, yeni bir mucizenin başlangıcı halini almıştır. Gazi Meclis, 1. Dünya Savaşı sonrasında başlayan ve dört yıl süren, tarihin o dönemi için aslında bütün savaşları bitiren yeni bir savaşı başlatarak zaferle neticelendirmiştir. Kaldı ki bu tarihi mücadelenin sonucunda bütün antlaşmaları bitiren yeni bir antlaşma, Lozan Barış Antlaşması imzalanmıştır. TBMM’nin kuruluşu on yedinci Türk devleti olan genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ilk evresi de olarak kabul edilmelidir. 

Bununla birlikte Gazi Meclis millî aklın Türk Devlet geleneğinde zor durumlarda ne kadar önemli kararlar alabildiğinin ve bunların büyük bir dirayetle uygulanabildiğin de en önemli göstergesi olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi, içte ve dışta bağımsızlık mücadelesini yürütmenin yanında Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine ulaşabilmesi yolunda, çıkarılması gereken kanunların hazırlanmasında da çok önemli bir görev üstlenmiştir. Ekonomik, askeri, toplumsal, hukuki, ticari, sanayi, tarım, diplomasi ve eğitim alanında yapmış olduğu çalışmalar ile hazırlamış olduğu kanunlar sayesinde Türk milletini çağlar üzerinden sıçratarak önemli bir kalkınma seferberliği başlatmıştır. Mustafa Kemal Atatürk, sadece Türk milletine güvenerek çıkmış olduğu tam bağımsızlık mücadelesinde askeri başarıların diğer alanlarda da kazanılması, bilhassa eğitim alanında devam ettirilmesi marifetiyle sürdürülebilir olacağını düşünüyordu. Milletin geleceği olan gençliğe ve onların eğitimine özel önem veriyor idi. Türk milletinin ümidi olan çocuklarına verdiği önemi güçlü bir şekilde vurgulayabilmek için TBMM’nin açıldığı gün olan 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kabul edilerek Türk ve Dünya çocuklarına armağan edilmiştir. Ulus devlet inşasında millî bayramların yeri millî bilincin kazandırılmasına katkı sunmak olarak da görülmelidir. Ulu Önder Atatürk’ün armağan ettiği bu bayram vesilesi ile Türk ve Dünya çocuklarının içinde bulunduğu şartlara bir kez daha duyarlık gösterilmelidir. İstismar, çocuk işçiliği gibi insan onuruna yakışmayan uygulamaların son bulması hem Türk hem de dünya kamuoyunun görevi olarak görülmelidir.

İçinde bulunduğumuz süreçte Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşu ve Türk bağımsızlık hareketi farklı bir anlam kazanmıştır. Korona Virüsü kaynaklı dünyayı ve ülkemizi tehdit eden salgın sürecinde Türk milletinin her bir ferdinin elindeki imkânları seferber ederek çağımızın sinsi düşmanına karşı verilen mücadeleye destek olması, Türk bağımsızlık ruhunun ve mücadele azminin genlerimizde yaşadığının göstergesidir. 

Meslek liselerinde, fabrikalarda, laboratuvarlarda, sokaklarda ve sınır kapılarında, yollarda hatta ülkemizin her yerinde görev yapan doktor, hemşire, sağlık çalışanı, bilim adamı, öğretmen, güvenlik güçleri, öğrenci, postacı, kargocu, sanayici, ve daha burada sayamadığımız pek çok alanda emek veren her bir ferdimiz bu mücadelenin ete kemiğe bürünmüş unsurlarıdır. Üretmiş oldukları maske, koruyucu donanım, solunum cihazı, ilaç, aşı, ihtiyaç maddesi ve sağlamış oldukları hizmet ve yararlılıklar ile Türk milletinin içinde bulunduğu durumdan çıkması için yeni bir mücadele vermektedirler. Bu mücadele sürecinde katkısı olan herkesi saygıyla selamlıyorum.

Ne yazık ki salgın nedeniyle bu 23 Nisan'da, 100. yılına yakışır bir şekilde TBMM'nin Açılışı ile 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlayamayacağız. Çocuklarımızın bayramlarını okullarında, tören alanlarında, dışarıda ve gönüllerince kutlamalarını sağlayamayacağız. Ancak tüm bunlara rağmen Türk halkı olarak. 83 milyon tek bir ağızdan yürek yüreğe, ellerimizde Türk bayraklarıyla, evlerimizin balkonlarımızda İstiklal Marşı'nı okuyabilir, bu coşkuyu çocuklarımıza biraz olsun yaşatabiliriz.

 Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı günden itibaren altın harflerle yazmış olduğu zaferlerden biri olan, toplumsal akıl ve millî hafıza ile yeniden küllerinden doğması bu süreçte bir kez daha tecelli etmiştir. Gazi Meclis’in 23 Nisan 1920'de açılışı ve ardından Türk devlet geleneğinin bir meyvesi olarak Cumhuriyetin ilanı Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde yeni bir destanın adı olmuştur.

Bu vesileyle Gazi Meclisimizin açılışının 100. yıl dönümünü ve 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutluyor; Ulu Önder Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve tüm şehitlerimizi bir kez daha saygı, minnet ve rahmetle anıyoruz.

Son Haberler

MEB BÜTÇESİ İHTİYAÇLARI KARŞILAYACAK MI?

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan’ın, MEB Bütçesi hakkında yaptığı değerlendirmedir.

ATATÜRK, TÜRKİYE’DİR!

Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan’ın, 10 Kasım dolayısıyla yaptığı basın açıklamasıdır.

AKADEMİK ZAM PAS GEÇİLMESİN!

Genel Başkanımız Talip Geylan, ekonomik koşullarından dolayı, başarılı öğrencilerin akademisyenliği değil, geliri daha yüksek olan meslekleri tercih ettiğini kaydederek, bu durumun Türk akademisinin geleceği açısından önemli bir zafiyet doğuracağını söyledi.

KKTC’DE, “TOROS’A VEFA YARIM ASRA SAYGI” İSTİŞARE TOPLANTIMIZI GERÇEKLEŞTİRDİK

Türkiye Kamu-Sen Başkanlar Kurulu İstişare toplantımız, Kıbrıs Barış Harekatı’nın 50. yılı kutlamaları çerçevesinde yavru vatan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde gerçekleştirildi.